1•karşılaşma•

5.3K 189 36
                                    

Yine buradayım, her zamanki gibi.
Olmaktan çekindiğim ve bir o kadar da olmak istediğim yerdeyim. Buradayım, tam karşında.
İçimdekileri dökmenin yazmaktan daha iyi bir yolunu bulamadım. Ama rahatlayınca da vazgeçtim hep yazmaktan. Bir şeylere başlayıp sonunu getiremedim çoğu zaman ama bu sefer kararımın arkasında durmak istiyorum.
...
Ah, bilirsiniz. O klasik girizgâhlardan birini yapmam gerekiyor sanırım. Ben Jennie Kim, yirmi dört yaşında, sosyal medya içerikleri üreterek geçimini sağlayan bir kızım bla bla bla... Bu herkesin gördüğü Jennie’ydi. Ama ben aslında bu değildim.
Ben Jennie Kim. İki sene önce karaciğer yetmezliği ile tanışmış ve bununla mücadelemi tamamlamış bir genç kadınım. Okuldan istediğim dereceyle mezun olamamış, hatta mezuniyet balosuna bile hastalığım yüzünden katılamamış biriyim. Herkesin tek derdi mezuniyette ne giyeceği iken benim o zamanlara dair tek hatırladığım evde acılar içinde kıvranıyor olduğumdu.
Her şey hep üst üste gelir derler ya... Tam olarak öyle olmuştu. Belki de bu hayattaki en sevdiğim kişi, eski sevgilim, beni bırakıp gitmişti. Ve bunu sadece hasta olduğum için yapmıştı. Uzun süredir devam eden birlikteliğimizi hiçe sayıp beni saçma bir sebepten terk etmişti.
Şimdi ise aradan bir buçuk sene hatta belki de daha fazla zaman geçmişti. İyiydim ama hala kullandığım bir takım ilaçlar ve gitmem gereken kontroller vardı. Ruhsal olarak da iyi hissediyordum. Her zamanki neşeli, enerjik halime kavuşmuştum. Beni bırakıp gitmesiyle kendimi bulmuş gibiydim, bilmediğim pek çok yönümü keşfetmiştim. Artık daha sosyaldim, daha merhametliydim, daha bendim. Sevdiğim bir işim ve düzenli bir hayatım vardı. Hatta birilerine kalbimi açmaya başlamıştım bile.
...
Yolum nihayet bittiğinde heybetli binadan içeri süzülerek asansöre yöneldim. Danışmada duran, benden tahminen on beş yaş büyük kadına günaydın dedikten sonra kartımı okutup turnikeden geçtim ve asansörün yukarı tuşuna bastım. Ayaklarımı sıkılgan bir şekilde hareket ettirmeye başladıktan iki dakika sonra asansörün kapısı açıldı ve beni içeri davet etti. Kartımı okutarak dokuzuncu kata bastım. Benden sonra içeri girenlerle beraber arkada sıkışıp kalmış olsam da aldırmadan kulaklığımdan yükselen şarkıyı kapatıp beklemeye başladım. Sonunda kata çıktığımda üstüme çeki düzen verip özgüvenli bir şekilde yürüyerek ofisin önüne geldim. Tahminimce ofisteki tüm eşyalardan daha fazla ağırlığa sahip olan kapıyı popomla ittirerek içeri girdim. Mutfakta benden önce gelmiş ve kendine kahve yapmakla uğraşan Jisoo'yu selamlayıp elimdeki yiyecekleri mutfağa koydum.
“Kim Jennie...” dedi yargılar bir ses tonuyla. “Bize kilo aldıracaksın.”
Ona aldırmayıp kalçama bir şaplak attığımda bana gülüp önündeki bilgisayara döndü. Yiyecekleri mutfağa bıraktıktan sonra çantamı ve montumu bırakmak için  Chaeyoung’un odasına yöneldim. Bay Song fakir bir patrondu ya da Chaeyoung’u çok seviyordu çünkü sadece onun odasına bir askılık koymayı akıl edebilmişti. İçeri girdiğimde Chaeyoung'un hala gelmemiş olmasına şaşırmadan eşyalarımı astım ve hızla tuvalete girdim. İşimi bitirdikten sonra Jisoo ile kullandığımız ortak masaya dönerek bilgisayarımı açtım ve yapılacaklar listemi kontrol ettim. Klasik bir hafta ortasıydı, belki de tek farkı bugünün sevgililer günü olmasıydı.
Kendimi işe kaptırdığım sırada içeri giren Chaeyoung bizi selamladı.
“Günaydın. Çok zor uyandım.” Her zamanki haliydi. Yani işe başlayalı bir hafta olmuştu ama her zaman aynı cümleyi söylüyordu.
“Günaydın. Kahvaltı için bir şeyler aldım.  Mutfağa göz at istersen.” Elindeki poşeti bana doğru salladı.
“Ben de almıştım. Çay alıp odama geçeceğim. Size kolay gelsin.”
Sonuçta yeni tanıştık diye geçirdim içimden. Bize hemen alışması gerekmezdi. Tavrını görmezden gelip işime odaklandım. Chaeyoung’un odasına girdiğini görünce Jisoo'nun sol kolunu sağ dirseğimle dürttüm.
“Sehun'la buluşacak mısınız?” dedim arsız bir sırıtışla.
“Konuşmuyoruz ki buluşalım." Sandalyemi ona çevirip gözlerimi kocaman açtım.
“Sevgililer gününde ayrı mı olacaksınız?” Omuz silkip bilgisayara bakmaya devam etti. Onlar her zaman kavga eder ama bir şekilde barışmanın yolunu bulurdu. Sehun değişik biriydi. Jisoo'ya çok değer verdiği belli oluyordu ama bazen ona karşı çözemediğim bir tavır takınıyordu. Oh Sehun’un bir bebekten farkı yoktu.
Hazırladığım görselleri Chaeyoung’a mail olarak attıktan sonra yerimden kalkıp mutfağa gittim. Sürekli oturduğumdan dolayı uyuşan popomu harekete geçirmek için kahvemi ayakta içmeye karar verdim. Üzerinde J harfi olan beyaz kupayı elimde döndürürken sırtımı duvara yaslamayı ihmal etmedim. Boş boş karşı duvarın dibinde duran süs bitkilerini incelerken ofisin kapısı açıldı. İçeriye büyük bir şey girdi. Bu şeyin insan olduğunu kavramam yaklaşık on beş saniyemi almıştı.
“Kolay gelsin. Song Mino odasında mı?” Elimdeki kahve fincanı benden bağımsız bir şekilde masama giderken saçımı geriye atarak suratıma güzel bir gülümseme takındım.
“Sizin için kontrol edebilirim. İsminiz neydi?”
“Kim Seokwoo. Rowoon derseniz tanıyacaktır.”

İNANAMIYORUM!!! ÇOK UZUN ZAMAN SONRA YİNE BURADAYIM... bölümleri atmak için tam on bölümü yedeklemeyi bekledim... umarım keyif alırsınız, burada olduğunuz için teşekkür ederim :)



twinge • jenlisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin