*Şu ana kadar ki en uzun ve en sevdiğim bölüm olmuş olabilir. Keyifli okumalar:)*
Henüz güneş dâhi doğmadan uyanmış, bu hayattaki amacımı ve yerimi sorguluyordum. Kırmızı ojelerle kaplı ayak parmaklarıma boş bakışlar atarak neden bu tatile gittiğimi düşünüyordum. Ah, cevap gayet basitti aslında. Lisa'yı o sarışına bırakamazdım. Lisa'ya ne hissediyordum bilmiyordum ama tek istediğim onun etrafında dolanan kimsenin olmamasıydı.
İlk defa bir yere gitmeden önceki gece çantamı ve kıyafetlerimi ayarlamıştım. Gece uyuyamadığım için duş işini halletmiştim hatta saçlarım hâlâ nemli sayılırdı. Önce banyoya gidip dişlerimi fırçaladım ve ardından diş fırçamı da çantama attım. Daha sonra sandalyemin üzerinde duran kıyafetleri üzerime geçirdim. Üstüme siyah ince askılı bir badi ve onun üzerine de kırmızı geçişleri olan siyah bir oduncu gömleği giydikten sonra altıma siyah, ince bir tayt geçirmiştim. Biraz şehrin dışına çıkabileceğimizi düşünüp ayaklarıma nispeten kalın çoraplar geçirdim ve çok düşünmeden yeni aldığım spor ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı sadece tarayıp bıraktıktan sonra boynuma ve bileklerime biraz parfüm sıkmayı ihmal etmedim. Kafama siyah bir bere geçirip kulağıma ufak siyah küpeler taktım. Çantamı son kez kontrol edip taksi çağırdım ve montumu üzerime geçirip beklemeye başladım. Taksi kısa süre içerisinde gelmişti. Hemen çantamı arka koltuğa atıp ön tarafa oturmuştum bile.
Okulun önüne geldiğimde Lisa’yı çoktan insanlarla sohbet ederken bulmuştum. Siyah bir eşofman takımı giymişti ve kafasında benimkine benzer bir bere vardı. Sabah saatleri olduğu için hava bir tık daha soğuktu ve sanırım bu sebepten kapüşonunu da kafasına geçirmişti. Lisa'ya o kadar odaklanmıştım ki yanındaki sarışını görmemiştim bile. Onların bu mutluluk timsali halleri karşısında midem bulanırken elim çantama gitti. Biraz su içtikten sonra otobüste midemin bulanmaması için ağzıma bir hap attım. Etrafıma biraz bakındıktan sonra yaklaşık yirmi kişi olduğumuzu fark ettim. Pek tanıdık kimseyi görememiştim, zaten Seulgi ve Sooyoung'un olmayışı da moralimi yerle bir etmeye yetiyordu.
“Jennie, kedi gibi saklanmışsın arkaya.” Kafamı çevirdiğimde bunun eski sınıf arkadaşım Hanbin olduğunu gördüm.
“Ah, Hanbin... Nasılsın?” Ona samimi bir sarılma verdikten sonra arsız bir şekilde koluna girdim.
“Hayırsızsın Jennie Kim, şimdi de nasıl olduğumu mu soruyorsun?” Haklıydı aslında ama telefonumu değiştirdikten sonra herkesin numarasını kaybetmiştim. Hanbin sınıfta en sevdiğim arkadaşlarımdan biriydi. Pek çok kez Lisa ile bana arka çıkmıştı ve hep yanımızda olmuştu.
“Haklısın Hanbin, ben cezama razıyım.” Onunla gülüşürken görevlilerin otobüse binmemiz için bizi çağırdığını gördüm. Hanbin’le kol kola koşarak otobüse bindik ve herkesi geçtiğimiz için gülüşmeye başladık. Otobüsün bir tarafı tek kişilik, diğer tarafı ise çift kişilik koltuklardan oluşuyordu. Arka tarafta ise dört kişilik uzun bir koltuk vardı. Kişi sayımıza göre biraz büyük bir otobüstü ama sanıyorum ki insanların rahat yolculuk etmesi için böyle seçilmişti. Hanbin'le en arkanın iki önündeki çift kişilik koltuğa kurulmuştuk bile. Bizim arkamızdan giren Sana ve onun mükemmel(!) arkadaş grubuna burun kıvırıp ayağa kalktım. Büyük çantamı üst taraftaki bölmeye attım. Bu sırada içeri Lisa girmişti. Çantayla işim biter bitmez hemen cam kenarına geçip oturdum. Lisa biraz ilerleyip bana baktı ve daha sonra yanımda Hanbin'i görünce tek kaşı havaya kalktı. Lisa’nın biz çıkarken Hanbin'i kıskandığı aklıma gelince neden böyle bir tavır takındığını anlamıştım. Lisa daha da ilerledi ve arka koltukta oturan Sana ve grubunun yanına oturdu. Aramızda bir soğuk savaş olduğunu hissediyordum ve bunun açık bir savaşa dönmemesi için dua ediyordum.
...
Henüz sabah olduğu için kimse ayılamamıştı ve bu yüzden yolculuğumuz sessiz geçmişti. Sadece bir ara Lisa'nın Sana'nın yanından kalkıp bizim hizamızda olan tekli koltuğa oturduğunu görmüştüm. Anlaşılan kızlar geveze olmalıydılar çünkü Lisa kulaklığını takıp şakaklarını okşamaya başlamıştı.
Hepimiz sırayla otobüsten indiğimizde Lisa tek görünüyordu. Ben ise hala Hanbin'in yanındaydım, onunla sohbet etmeyi özlemiştim.
“Peki ya kantinde okulun gözde çocuğu Kang Daniel ile kavga etmeni hatırlıyor musun? Boyun yetmiyor diye sandalyeye çıkıp kafa tutmuştun çocuğa.” Bunu hatırlayınca gülmekten kendimi alamadım hatta o kadar çok güldüm ki karnıma ağrılar girmeye başlamıştı.
“O zaman daha birinci sınıftık Hanbin. Böyle şeyler yaşanmış olabilir.” İkimizin de gülmekten gözünden yaş gelmişti. Biz hala kıkırdarken Sana bizi etrafına toplayıp konuşmaya başladı.
“Şimdi resepsiyona gideceğiz ve yarım saat sonra da kahvaltı için ön bahçede buluşacağız. Hepinize iyi eğlenceler dilerim.” Sana'yı takip ederek resepsiyona gittik ve hepimize üzerinde oda numaramızın yazılı olduğu kartlar verildi. Burası aşırı şirin ve otantik bir yerdi. Yeşillik bir alanın ortasında ufak evler vardı ve bunların her biri birer odaydı. Tüm odaların kapısı ise birbirine bakıyordu ve ortadan küçük bir dere akıyordu. Derenin üzerinde tahta ve halatlardan oluşan bir köprü vardı. Köprünün iki tarafında ise bizim minik evlere benzeyen odalarımız konumlanmıştı. Ben ve Hanbin aynı tarafta kalıyorduk ama yürürken Lisa'yı göremediğim için köprünün diğer tarafında kaldığını düşünüyordum. Hanbin ile aramızda sadece iki oda vardı. Beni yol üzerindeki odama bırakıp kendi odasına gitti ve bana el sallamayı da ihmal etmedi. Kartı okutup odama girdim ve çantamı yatağın üzerine bıraktım. Banyoda işlerimi hallettikten sonra biraz makyaj yapmaya karar verdim ve çantama sıkıştırdığım ufak makyaj çantamı elime aldım. Yüzüm bir nebze olsun renklendiğinde çantamı banyoda bırakıp üzerime daha kalın bir şeyler giydim. Boğazlı kazak ve dar yüksek bel pantolon kombinimi bilek hizasında biten su geçirmeyen botlarımla tamamladım. Üzerime uzun kabanımı geçirip kafama yine aynı şapkayı taktım. Tamamen hazır hissettiğimde kendimi bu muhteşem yerin doğasına bıraktım.
Hanbin ile tekrar buluşup kahvaltının verileceği yere doğru yürümeye başladık. Bu sefer kol kola girmemiştik, Hanbin sağ kolunu benim omzumun üzerine atmıştı fakat bu sırada ona bakan kızlara da göz kırpmayı ihmal etmiyordu.
“Playboy Hanbin geri döndü.” diyerek alaya aldım onu. O ise beni umursamayarak kafamı kolunun arasına alıp aşağı eğdi.
“Bırak beni! Seni cidden öldürürüm Hanbin. Saçımı bozuyorsun şu an.” Hanbin gülerek beni bıraktığında ona ölümcül bakışlarımı fırlatıp bozulan saçlarımı düzelttim. Nihayet ön bahçeye geldiğimizde bu yere cidden aşık olduğumu fark ettim. Fil dişi rengindeki verandaya uzun bir masa atılmıştı. Sandalye koymak yerine bankları birleştirmişlerdi ve böylece geniş bir oturma alanı yaratılmıştı. Hanbin ile masanın orta kısımlarında bir yere oturmuştuk ve arkamıza mermerden yapılmış olan güzel süs havuzunu almıştık. Masaların ortasında ufak barbekü alanları bulunuyordu ve etrafta pek çok meze vardı. Diğerlerinin gelmesini beklerken Hanbin'e fotoğrafımı çekmesini söylemiştim. Birkaç pozdan sonra beceremediğini anlayıp sıkıntıyla nefesimi dışarı üfledim. Aslında karşımda beni çekebilecek bir kız vardı ama Sana'nın arkadaşı olduğu için bu ihtimali elemiştim. Telefonumla ilgilenmeye başladığım sıra Hanbin'in karşısına birinin oturduğunu fark ettim ama umursamadım. Bu sırada Hanbin’in koluma vurmasıyla kafamı kaldırmam gerektiğini anladım, Lisa gelmişti.
“Nasılsınız bakalım?” dedi Lisa. Beni uzun zaman sonra ilk kez fark etmiş gibiydi çünkü beni resmen yok sayıyordu. Bu sinir bozucu tavrına karşılık, yüzüme en az onun kadar alaycı bir gülümseme takınıp cevap verdim.
“Çok iyiyiz Lisa. Buranın havası harika. Bayıldık, değil mi Hanbin?” Hanbin kafa sallanmakla yetinmişti. Lisa biraz bozulur gibi olmuştu ama umurumda bile değildi. O sırada içecek ve et servisi yapıldı. Zaten aç olduğum için herkese afiyet olsun deyip yemeye başladım. Birkaç lokmadan sonra Lisa'nın hiç yemediğini fark ettim, sadece önündeki soğuk çayla oyalanıyordu.
“Siz ne zaman ayrıldınız?” dedi Hanbin kulağıma fısıldayarak.
“Uzun zaman önce.” Lisa bizi duymuyordu ama şu an bize baktığına yemin edebilirdim. Herkes aralarında sohbet ederken Lisa'nın hiç katılmıyor olması içimi burkmuştu. Bu tatile gelmesi için ısrar eden Sana bile Lisa ile ilgilenmiyor gibi görünüyordu.
Kahvaltı bittiğinde hepimiz süs havuzunun etrafına konumlandık ve kahvelerimizi içmeye başladık. Akşam ateşin etrafında toplanmak üzere sözleşip odalarımıza çekildik.
...
Biraz kitap okuduktan sonra sıkıldığımı hissedip Hanbin'e odama gelmesi için mesaj attım. Seulgi ve Sooyoung olmadan tatilin tadı çıkmıyordu. Yaklaşık beş dakika sonra odamın kapısı çaldı ve Hanbin elinde gitarıyla içeri girdi.
“Vay, demek gitarını getirdin.” dedim koyu mavi gitarı elime alırken.
“Ateş yakacağız kızım, gitarsız olur mu hiç?” Yatağımın üstüne oturup gitarının akorunu yaptı. Ben de o sırada odadaki ikramlıkları yatağın üzerine koymuştum. Hanbin bir tane kurabiyeyi ağzına attıktan sonra konuşmaya başladı.
“Lisa ile ayrılmanıza üzüldüm.” Çileği ağzıma atmadan önce duraksadım ve derin bir nefes aldım.
“Benim kadar üzülemezsin.” deyip buruk bir şekilde gülümsedim. Çileği ağzımda dolandırıp durdum.
“Tamam ya, hemen suratını asma. Bak şimdi, ne yapacağız?” Eline telefonunu alıp hareketli bir deep house türü şarkı açtı. Gitarı yatağıma bırakıp ellerini uzattı. Ben tutar tutmaz ayağa kaldırıp dans etmeye başladı. Ben aptalca dans figürlerimize gülerken bu gürültünün içinde kapının çaldığını duydum. Hanbin'e şarkıyı kapatmasını söyledim, o sırada kapı tekrar çaldı. Ben kapıyı açmaya giderken Hanbin kendini yorgunlukla yatağa attı.
“Lisa...” dedim ve yutkundum.
“Kim gelmiş Jennie?” Lisa, Hanbin’in sesini duyunca yine o alaycı tavrına büründü.
“Bir şey mi oldu Lisa?” dedim Hanbin’e cevap vermeyerek. Lalisa Manoban yine korkutucu imajının altına sığınmıştı. Hep bunu yapıyordu, bana açık olamıyordu.
“Akşam için seni almaya gelmiştim ama sanırım Hanbin ile geleceksin. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın.” Arkasından seslenmeme rağmen beni duymamıştı. Kapıyı hızla kapattım ve üzerimi giyinip dışarı çıktım ama çoktan ortadan kaybolmuştu. Daha sonra Hanbin'i de alarak ateşin yakılacağı yere gittim. Yine harika ve nostaljik bir ortam vardı. Köprünün iki yanı ufak lambalarla süslenmişti, ateşin etrafındaki taşlar bile muazzam görünüyordu. Amerikan filmlerindeki gibi ateşin üzerinde şekerleme kızartanlara bakıp gülümsedim. Yere serilen pek çok otantik desenli halıdan birine oturdum. Hanbin gitarını yan tarafa bırakıp şekerleme yemeye gitmişti. Yine herkes kendi halinde takılırken gözüm Lisa'yı arıyordu. Etrafı biraz taradıktan sonra köprünün ayağında sigara içtiğini gördüm. Sigaradan son nefesini alıp biten sigarayı dereye attı ve yanımıza geldi. Aramızda birkaç insan vardı, Sana ve grubuyla oturmayı tercih etmişti. Lisa'nın da gelmesiyle Sana'nın uzun zamandır duymadığım tiz sesini işittim.
“Hadi ama Lisa. Dans kulübünden tek sen varsın. Biraz eğlenmek bizim de hakkımız." Herkes dans etmesi için Lisa'yı cesaretlendirmeye çalışıyordu ama Lisa aşırı keyifsizdi ve kızların ısrarlarına rağmen dans etmiyordu.
“Jennie Kim, müzik kulübünün keyfi nasıl?” Sana'ya gülümseyerek cevap verdim.
“Biz hazırız.” dedim Hanbin'e bakarak. Hanbin gitarını kılıfından çıkarırken kulağına eğilip söylemek istediğim şarkıyı mırıldandım. Kafasını tamamdır anlamında sallayıp çalmaya başladı."Aman tanrım nasıl parladığını görüyorum" diyorlar
Ellerini benim ellerimin içine koy, canım
Geçerken beni öldürdüğünü biliyorsun
Ve şimdi seni bir kez daha dans ederken görmek için yalvarırımOoh, seni görüyorum, görüyorum, seni her zaman görüyorum
Ve aman, ben, ben senin tarzını seviyorum
Sen, beni zorluyorsun, zorluyorsun, beni ağlamaya zorluyorsun
Ve şimdi seni bir kez daha dans ederken görmek için yalvarırımYani onlar der ki
Benim için dans et, benim için dans et, benim için dans et
Daha önce senin yaptıklarının yapan başka birini görmemiştim
Onlar der ki
Benim için hareket et, benim için hareket et, benim için hareket et,
Ve bitirdiğinde, sana tekrar yaptıracağımŞarkının sonuna geldiğimizde herkesin bizi alkışladığını duydum. Ağız dolusu gülümserken gözlerim yeniden Lisa'ya kaydı. Ateşin yarattığı kızıllık, parlak siyah gözlerinin üzerine düşmüştü. Ellerini kırdığı dizlerinin önünde birleştirmiş ve kafasını yana eğmişti. Herkes alkışlarken o hala beni izliyordu.
“O halde herkes ayağa!” Hanbin söylediğimiz şarkının orijinalini açarak sesi hoparlöre vermişti. Herkes aynı anda ayağa kalkıp ortada birleşmişti. Tam ayağa kalktığım sırada belimde bir çift el hissettim. Arkamı döndüğümde Lisa'nın güzel bebeksi suratıyla karşılaştım. Alnını alnıma koyup nefeslendi.
“Bu dans sadece senin için...” Lisa hızla yanımdan ayrılıp ortaya toplanan grubu dağıttı. Herkes çember olmuş Lisa'yı izliyordu. Şarkı değişir değişmez kalabalığın içinden beni çıkardı ve ellerimden tutarak dans etmeye başladı. Herkes bizden cesaret alıp ateşin etrafında dans ederken kahkahalarımı gizleyemiyordum. Lisa bir anlığına durdu ve elini kalbinin üzerine koydu.
“Jennie, ben...” Lisa'nın gözlerinin kapandığını fark ettiğimde onu tutmak için hızlı bir atak yaptım.
“Lisa!” Bağırmamla beraber herkes başımıza toplanmıştı. Kalbini tuttuğu elinin üzerine elimi koydum.
“Kalbim... Bir anda oldu.” Nefes nefese konuşuyordu. Nabzına baktığımda hızlandığını fark ettim. Yaklaşık bir dakika sonra kendini doğrultup ayağa kalktı.
“Uzun zamandır dans etmiyordum. Bir anlık bir şeydi ama dinlensem iyi olacak.” dedi üzerini silkeleyerek. Lisa'nın daha önce de kalbi ile ilgili rahatsızlıkları olmuştu ama kontrole gittiğimizde doktor gayet iyi olduğunu söylemişti. Arada kalbinin de iyi olmadığı zamanlar oluyordu ve sanırım yine öyle bir zamandaydık. Lisa'nın koluna girerek onu kendi odama yönlendirdim.
“Ben ona bakacağım, lütfen eğlencenizi bölmeyin.” Herkes anlayışla karşılamıştı. Lisa'nın odası tahmin ettiğim gibi köprünün diğer tarafındaydı ama şu an oraya gitmesine imkan yoktu. Onu kendi odama sokup yatağa yatırdım.
“Jennie, gerçekten gerek yok. Ben odama gidebilirim.” Onu dinlemeyip ayakkabıları ile montunu çıkarttım ve üstünü örttüm.
“Sen bayılırken kendini görmediğin için bu kadar rahat konuşuyorsun.” Bir bardak su doldurup eline tutuşturdum. Lisa suyu kafasına dikip bardağı yanındaki etajere bıraktı. Çantamın içinden geceliğimi alıp banyoya gittim ve üzerimi değiştirdim. Dişlerimi fırçaladıktan sonra tekrar Lisa'nın yanına geldim.
“Daha iyi misin?” Usulca kafasını salladı.
“Daha da iyi olmak istiyorum.” dedi yorganı kaldırarak. Kaşlarıyla yanına uzanmamı işaret ediyordu.
“Emin misin?” dedim çekinerek. Onun ne düşündüğünü veya ne yaptığını kestirmek çoğu zaman beni zorluyordu. Lisa öngörülemez biriydi.
“Seni yemem Jennie.” Bu ince gecelikle şimdiden üşümeye başlamıştım. Başka bir seçeneğimin olmadığını anladığımda usulca yanına kıvrıldım.
“Teşekkür ederim Jennie.” Çenesini alnıma yaslamış ve kollarını bana sarmıştı.
“Ne için?”
“Hayatıma anlam katmaktan öte hayatımın anlamı olduğun için.” Başımı yukarı kaldırıp ıslanan gözlerimle Lisa'ya baktım.
“Hayatının anlamını kaybetme o zaman.” Yerimde hafifçe doğrulup Lisa'nın gözlerinin içine baktım. Daha sonra yavaşça üzerine eğildim ve baldan farksız dolgun dudaklarına bir öpücük kondurdum.
“Emin misin?” dedi şaşırmış bir şekilde. Hızla kafamı sallayıp tekrar öptüm. Bu sefer beni bırakmadı ve ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Yılların özlemiyle birbirine aç dudaklar, tutkunun da verdiği etkiyle derin bir samimiyete girdi. Öpüşürken Lisa'nın üzerine çıktığımı bile fark etmemiştim. En sonunda üzerine uzanarak ona sarıldım. Lisa da kollarını sırtımda birleştirip saçlarımı öptü. Bütün gece güzel kalbinin çaldığı şarkıyı dinleyerek huzurlu bir uykuya daldım.Yarın bölüm atacağım deyip atmamam rezaleti... Çalıştığım için yorgunluktan uyumuşum hemen :( Neyseki bölüm uzun telafi ettiğimi düşünüyorum. Uyanır uyanmaz attım valla. Yorumlarınızı merak ediyorum çünkü kilit bölümlerden biriydi gerçekten :))))))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
twinge • jenlisa
FanfictionLisa büyük bir hata yaptı. Jennie onu affetmek istedi. Evrenin ise onlar için büyük bir sürprizi vardı. başlangıç•05.04.2020• bitiş•30.05.2020•