*Duygusal bir kadınım, geri geri gider her adımım. Daha önce böyle bir adamın peşinden hiç koşmadım.
Çoban Yıldızı: benimle seni ilk gece götürdüğüm tepeye gelir misin?
Rüzgar: en erken iki saate gelebilirim.
Çoban Yıldızı: sorun değil.
Çoban Yıldızı: biliyorsun,
Çoban Yıldızı: beklerim.
Rüzgar: pekala.
Yarım saat sonra ayakkabılarımı ayağıma geçirip evimden çıktım. Kulaklıklarımı kulağıma taktım ve sallana sallana yürümeye başladım.
(Şarkı medyada mevcut dilerseniz açın. Dolu kadehi ters tut~Belki)
Son 17 günümüz kalmıştı. Ne tuhaf, birinizi hayatınızin içine almanız için sadece bir ayınız var. Bir aydan sonra bir hiçte olabilirsiniz, her şeyde. Ama ben bir aydan sonra ne olacağımı gayet iyi biliyordum.
Yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşten sonra tepeye varabilmiştim. Bankı gördüğümde kendimi resmen üzerine attım. Saat 11.24 olduğu için doğal olarak hava karanlıktı. Bu tepeden sanki tüm şehri görebiliyordum. Acelesi olan telaşlı insanların arabalarını hızla sürmelerini, insanların kafaları önde bir şekilde birbirlerine çarparak yürümeleri, düşüncelerden uzun binaların sarı ve beyaz ışıkları dahil her şeyi görebiliyordum. Neden bilmem, geceleri uzun binaların bize gösterdikleri loş ışıklı manzaraları seviyordum. Bütün gürültü ve telaş aşağıdaydı. Bu küçük tepede hiçbir hareketlilik yoktu. Bütün telaştan sıyrılıp buraya gelmişti adeta. Yorgundu bu tepe, çok yorgundu. Toprağının her karışında bir yaşanmışlık vardı. Bu bankta bile onlarca isim kazılıydı. Kalpler içindeki küçük isimlerle doluydu. Kim bilir kaç sohpet dinlemişti bu tepe. Kim bilir kaç tane hikaye biliyordur da anlatamıyordur kimseye.
Bir sigara yaktım. Bir şarkı açtım. Ve sadece manzarayı seyrettim. Bir sigara, bir şarkı daha derken üzerimden kaç şarkı geçti anlamadım. Kaçıncısı olduğunu bilmediğim sigaranında son demlerindeydim şimdi. Yanıma biri oturdu. Siyahların içinde geceyle bütünleşmişti adeta. Sözleşmiş gibiydi gece ile. Sigaramı söndürüp Rüzgar'a baktım. O da manzaraya bakıyordu. Ama bilmiyordu ki burada o varken anlam ifade etmeyen betonlara bakmak ayıp olurdu. Hayatımda gördüğüm en güzel manzaraydı O. Şüphesiz ki o bundan habersizdi.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordum. Birkaç saniye süren sessizlikten sonra, "Bilmiyorum." dedi. Derin bir nefes alıp "Belirsizlik insanı öldürür." dedim. Cevap vermek yerine usulca kafasını salladı.
"Sen nasıl hissediyorsun?" ye sordu. Düşündüm biraz. Nasıl hissediyordum? Nasıl hissetmeliydim? Bir şey mi hissetmeliydim?"Bilmiyorum."
Sedef Sebütekin~Kayboluyorum şarkısı sessizce çalıyordu.
"Dizine yatabilir miyim?" diye sordum. Onay verircesine kafasını salladı. Dizine yatıp ayaklarımı kendime çekerek bankta sabitledim.
"Ne tuhafmış." dedim.
"Ne?"
"Birinin dizinde yatmak. Daha önce kimsenin dizinde yatmadım. Ama anlıyorum sanırım neden bu kadar çok sevildiğini. O kadar huzurlu ki Rüzgar, kıyamet kopsa şuan umrumda bile olmaz."
Bir ses ya da bir cevap gelmedi. Bir şey kaybetmeyeceğimi düşünerek " Saçlarımı da okşar mısın? Küçükken babam bir kez iğrenerek de olsa hayatımda bir kez saçlarımı okşamıştı. Fakat pek hatırlamıyorum çok küçüktüm o zamanlar. Babama dair tam hatırlayamasam da tek anım bu. Saçımı okşamıştı birkaç saniye. Sonra da.." devamını getiremedim. Ben bunları söyler söylemez yavaşça saçlarıma dokunan uzun fakat yumuşacık parmakları hissettim. İncitmekten korkarmış gibi yavaş yavaş okşuyordu saçlarımı. O kadar güzel bir histi ki lugatımda buna eş değer bir kelimem bile yok. Bu sıradan bir dokunuş olabilirdi sizin için. Önemli olan dokunuş değil, kimin dokunduğudur. Saçlarımı Rüzgar okşuyordu. Nasıl bir şey olduğubu anlayabiliyor musunuz? Saçıma her dokunduğunda daha çok hafifliyordum. Tüm yüküm gidiyor gibiydi. Her dokunuşta nefes alıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anlamlar katmayın
Teen Fictionanlamların anlamını yitirdiği bu öyküde, kendinize anlamlar çıkarmanız dileği ile, *Hikayeden etkilenebilme olasılığınız vardır. *Not : Bu hikayede fiziksel bir özellik belirtilmemeye çalışılmıştır. Bu karakterler sizin hayal gücünüzün sınırlarına...