*Aşka atılan çığlıkları kimse susturamaz. 🌠
Rüzgar: ne zaman?
Çoban Yıldızı: şimdi.
Çoban Yıldızı: Yeni Hayat Parkı'na gel.
Çoban Yıldızı: bekleyeceğim.
Rüzgar: geleceğim.
Rüzgar' la konuştuktan sonra hızlıca evden çıktım. Sadece üç haftam kaldı ve bunu gerçekten değerlendirmeliydim. Bozuk yürüyüşümle beraber renksiz sokaklardan geçip, süretlerle donatılmış suratsız insanların aralarından geçtim. Çıkmaz sokakları birleştiren parka geldiğimde Rüzgar geçen benim oturduğum salıncağın yanındaki salıncakta oturmuş sigara içiyordu. Yerdeki iki tane daha sigara izmariti vardı. Erken gelmişti. Fırsat bilerek yüzünün yan kısmını görebileceğim bir yere sessizce gidip aşina olduğum suratını ve sigarasını içişini izledim.
İnsanlar suratsızdı fakat Rüzgar farklıydı. Hiçbir surata sığmaz ama suratsız da kalmazdı.
Birkaç dakikadan sonra daha fazla bekletmek istemediğim için sakin adımlarla ona yaklaşırken "Çok fazla sigara içiyorsun." dedim gülümseyerek. Sigaradan son bir duman alıp hafifçe sırıtarak dumanı serbest bırakırken, dudaklarının arasından "Belki." dedi. Söylediği şeyle sırıtarak karşısına geçtim.
"Hazır mısın?" dedim. Kafasını bana doğru kaldırarak, "Her zaman." dedi. Salıncaktan kalktığı zaman son bir bakış atarak elimi uzattım. Tuttuğu zaman sırıttım ve koşmaya başladım. Önce çıkmaz sokaklar kaldı arkamızda sonra bize garip garip bakan insanlar.
Ne kadar koştuk bilmiyorum. Arada birbirimize bakıyorduk fakat hiç durmuyorduk. Koşmak, yaşadığımı hissettiriyordu. Rüzgar'la koşmak, uçmak gibiydi. Ne kanadım vardı ne de süper gücüm. Bunlara rağmen bana 17 yaşımda uçmayı öğretmişti.
Sonunda insanların unuttuğu fakat gördüğüm güzel yerlerden biri olan "Çığlık Kalesi' ne gelmiştik. Koşmaktan yorulduğumuz için ikimizde geldiğimiz gibi yere oturduk. Biraz soluklandıktan sonra kalenin eski taş merdivenlerinden yukarı çıkmaya başladık. Zaten kalenin çoğu yeri yıkılmıştı. Tek sağlam olan yeri de dar taştan bir oda ve odanın önündeki kafes misali demirlerle kaplı en fazla iki kişinin sığabileceği bir balkondu. Rüzgar etrafa bakarken muhtemelen geçen götürdüğüm yerin hikayesinden dolayı, "Buranın da var mı bir hikayesi?" diye sordu. Gülümseyerek "Hayır, maalesef buranın bir hikayesi yok, ama istersen senin için bir tane oluşturabilirim." dedim.
"Dinliyorum o halde." diyince birkaç saniye düşünüp anlatmaya başladım.
"Çok çok eski zamanlarda aşık olmaması gereken birine aşık olan bir prenses varmış. Babası, bu aşkı onaylamadığı için kızının aşık olduğu adamı ülkesinden sürmüş ve gelirse onu bulduğu yerde idam ettireceğini söylemiş. Kızı bunu öğrenince çıldırmış ve babasına isyan etmiş. Babası da zavallı kızını içinde bulunduğumuz bu küçücük odaya tıkmış ve kaçmaması içinde balkonuna demirden bir kafes yapmış. Prenses kimseyle konuşmuyor ve aşk acısından tek bir lokma bile yemiyormuş. Prenses bu odada kaldığı müddetçe küçücük kafese benzeyen bu balkonda sevgilisinin ismini ve ne kadar acı çektiğini belirten çığlıklar atıyormuş. Öyle ki, her gece köy halkı zavallı prensesin çığlık seslerini duyar ve içten içe ona üzülürmüş. Ama prenses çığlık attıkça ve bağırdıkça acısının çok azda olsa dindiğini ve belki bir gün aşık olduğu adamın onun seslerini duyup, onu unutmadığını anlayacağına inanırmış. Fakat bir gün çığlık sesleri dinmiş. Ne halk duyuyormuş ne de kaledeki insanlar. Prensesi kontrol etmeye gittiklerinde prensesin üzüntüden ve bir şey yememekten öldüğünü görmüşler. Bu haber tüm halkı ve kaledeki insanları derinden etkilemiş. Babası hayatı boyunca vicdan azabı çekeceğini bildiği için kızının ölümünden birkaç gün sonra kendini öldürmüş. O günden bu güne buranın adı "Çığlık Kale'si" olarak kalmış. Ve bir söylentiye göre bağzı geceler hala bu balkondan çığlık sesleri geldiğini duyan insanlar oluyormuş."
Bu hikayeyi anlatırken ne kadar doğru olmadığını bilsemde, gerçek hissettirmişti. Sanki gerçekten bir prenses burada tutsak kalmıştı. Rüzgara baktığımda bir yere dalmış bir şekilde duruyordu. Birkaç dakika noyunca derin bir sessizlik hakim oldu aramızda. Sonra aklıma gelen fikirle çöktüğüm yerden ayağa fırladım.
"Hadi, bizde bağıralım." dedim. Rüzgar bana anlamsız bakışlar atarken kolundan tutup onu balkona çektim.
"Hadi, içinden ne geçiyorsa bağır. Çığlık at, bir şeyler söyle!" Hala bir tepki vermediğini görünce ben bağırdım.
"HER ŞEY BÖYLE BİTMESİN!!" Ardımdan Rüzgar bağırdı.
"BİTMESİN!" daha sonra bağırdık. İçimizden ne geçiyorsa bizden geçtiği kadar boş kayalara aşıladık. Bağırdık, daha çok bağırdık. Bağırdıkça azda olsa rahatladığımı hissediyordum. Bağırmaktan yorgun düşünce biraz oturduk. Bir sigara yaktım ve yerden sivri bir taş alıp duvara hiçbir zaman düzgün çizemediğim yamuk bir yıldız ve 'Aşka atılan çığlıkları kimse susturamaz.' yazdım. İşim bitince taşı yere atıp ellerimi silkeledim.
Oturduğumuz yerden kalkıp yavaş yavaş yürüyerek yolumuzun ayrıldığı yere kadar geldik. Yolda kulaklığımın tekini Rüzgar, diğer eşini de ben takmıştım. Kaç şarkı geçti bilmiyorum ama dinlediğim hiçbir şarkının sözleri daha önce bu kadar anlamlı gelmemişti. Yol ayrımına gelince artık ayrılmamız gerekiyordu.
"Güzel bir gündü." dedi. Kafamı sallayıp, "Güzeldi." dedim. "Evine bırakayım desem kabul edecek misin?" diyince gülümseyerek kafamı hafifçe sağa sola salladım. Zaten hava hala aydınlıktı.
"Görüşürüz o halde." dedi.
"Görüşeceğiz." dedim ve kendi yollarımıza ayrıldık.
Bu 'Çığlık Kalesi' hikayesi sizce nasıldı?
Bölüm benim içime sindi. Umarım siz de beğenmişsinizdir.
Kendinize iyi bakın ya da bakmayın bu kimsenin umrunda değil bunu da unutmayın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anlamlar katmayın
Teen Fictionanlamların anlamını yitirdiği bu öyküde, kendinize anlamlar çıkarmanız dileği ile, *Hikayeden etkilenebilme olasılığınız vardır. *Not : Bu hikayede fiziksel bir özellik belirtilmemeye çalışılmıştır. Bu karakterler sizin hayal gücünüzün sınırlarına...