Motorun uğultusu, gecenin karanlığı, geçmişin yükü ve kafamın içinde dönüp duran sorular? Ah ne çok cevapsız soru...Son anda fark edip durduğum kırmızı! Gözümün önüne düşen geçmişin, şimdi ile kopardığı ipleri.
En azından, son anda da olsa durmuştum. Vitesi boşa alıp, sol ayağımla motora yerden destek verip, saatime baktım, 23.30 bu saatte burada ne işim vardı?
Gittiğim yer neden doğru gelmiyordu? Gerçi anne karnına düştüğü günden bugüne, yanlışın içinde olan ben, neyi sorguluyordum...
Duyduğum şey korna sesiydi, evet geçmişten kopup, şimdiki anda panikle, sağ elimin altındaki gazı kökledim. Neredeyse o filmlerdeki sahneyi yaşıyordum, tek eksik yönetmen, yardımcıları ve dublör olmalıydı. Ne yazık ki, film değildi ve motorun üstündeki bendim, sağımda son hızla yaklaşmakta olan ışık huzmesini, 2 saniye kadar görebilmiştim. Gözlerimi kısıp elimin altındaki gaza, daha fazla yüklendim, ama tam arka lastiğimden almıştım darbeyi!
Sürüklenme sanki altımdaki bir kızakla, son sürat gidiyormuş hissi veriyordu. Kaskımın içindeki uğultu... Hayatım film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden, anlatılan şeyleri yaşayınca daha iyi anlıyormuş insan. Sonrası mı? Karanlık...
.......
Çok fazla karanlık, bir süre etrafın netleşmesini bekledim, ama yok! Işık... ışığı açmam gerek, neredeyim? Bir mum da, bulsam olur.
Zifiri karanlıktayım.
Buralarda, bir yerlerde pencere yok mu?
'Nefes alamıyorum! Kimse yok mu? Fobim var benim. Çıkarın beni buradan!' sesimi duyurmak için bağırıyorum...
Pencereden içeriye düşen ayın ışığı bile yeter, ama yok. Pencere yok! Elimle yattığım yeri yokluyorum, sert bir tahtanın üzerindeyim. Elimi kaldırıp yukarıya uzattığımda, aynı tahta parçasından üzerimde de var. Lanet olsun! Hayır hayır olamaz, bir kutunun içindeyim. Ayağımı kaldırıp tekme atmalıyım, yapamıyorum...
Hayır olamaz!
Bu kutu değil, bir tabut! Ölmüş olduğunu nasıl anlar insan, ölmüş olabilir miyim?
'Çıkarın beni buradan ölmedim, lütfen karanlık... Karanlıkta kalamam, nef...nefes alamıyorum.' kimse duymuyor beni...
Neden?
Gözlerimi açmak istemiyorum, ne oldu uyudum mu?
Yine aynı yerde miyim? En son bir tabutun içindeydim.
Düşünmek istemiyorum. Öldükten sonra burada yaşayıp uyuyup, uyanıyor muyuz?
Hani cennet vardı. Ağaçlar, akan sular, güneş, ay... Hiçbiri yok.
Cehennemde miyim? Yoksa, cezam burada kalmak mı? Hayır cehennem ateş...! Ateşe atın beni bir şey hissetmek istiyorum! Burası çok karanlık, soğuk, üşüyorum.
Hani cennete, cehenneme inanmıyordum! 'Asya kendine gel, şarkı söyle buradan çıkacağız, korkma...' iç sesim kendime gelmemi söylediyse bile, yapamıyorum.
......
Tekrar uyanıyorum, bu uyanmak değil ki! Yine aynı yere uyanmak istemiyorum.
Ölmek böyle olmamalı. Melekler nerede, sorguya çekin beni, bir şey söyleyin. Ben ölmekten korkmuyorum. Neden beni buraya bıraktınız!
Atın beni cennetinizin bir köşesine, ya da cehennemin dibine! ama burada kalamam, Araf'tayım! Öldüysem bilincimide alın, lütfen neredeyim?
Tekrar karanlıkta ayaklarımı kaldırıp tekme atıyorum. Tahtanın çıkardığı, gümbürtü, kulaklarıma doluyor. Sıkıca gözlerimi yumuyorum.
Açılıyor içinde olduğum kutu! Hayır değil, üzerime düşen toprak parçalarının arasından çıkmaya çabalıyorum, bu inanılmaz gerçekten bir tabut!
Her yerim uyuşmuş... Evet ayın ışığı vuruyor nihayet yüzüme. Nefes almaya başlıyorum. Zor bela çıkıyorum tabutumun içinden. Gözlerim, ay ışığının izlerinde, etrafı inceliyorum. Her yer ağaç, kocaman bir ormanın içindeyim. Burnuma tazelik, çam ve toprak kokusu doluyor. Derin derin nefes alıp, yavaşça yürümeye başlıyorum. Gördüklerim bana aklımın bir oyunu olmalı, her yerdeler!
Beyaz mezar taşları iyice netleşiyor. İstemsizce bazılarının üzerindeki yazıları okuyorum.
Hepsinde bir ölüm tarihi ve doğum tarihi var, bazılarında yok. Bazılarının üzerinde isim yazmıyor. Korkum merakımdan fazlada olsa, dönüp çıktığım yere bakıyorum. Belki bir şeyler yazıyordur.
O da ne? Bir mezar taşım bile yok. İçimi bir ürperti sarıyor, korkum vücudumda kalan son can damlasını da alıp gitmeden... Çıkmalıyım buradan. İçimdeki ses konuşuyor.
'Arkana bakma, bakma arkana, ay ışığının bıraktığı izleri takip et...' yürüyorum...
Hâlâ kaslarım açılmadı, susadım, ama nefes alabiliyorum. İleride derme çatma bir ev, ışığı yok, su içebilirim ve birazda ısınabilirim diye, kapısını açıp giriyorum. Bir oda, bir göz ev, odanın içinde yerde bir yatak, soba yanmıyor, en az dışarısı kadar soğuk! Ayın ışığı vuruyor pencereden içeriye. Bir kadın, 4 yaşlarındaki bir kız çocuğuna, sıkıca sarılıp, yorganın içinde yatıyor. Beni görmüyorlar ama ben onları görüyorum.
"Üşüyorum anne" diyor kız çocuğu, kadın kızının saçlarını kokluyor, daha sıkı sarılıyor. "Birazdan ısınırsın bak sıkıca örttüm üzerimizi" derken, gözlerinden yaşlar akıyor.
Etrafa bakıyorum, odun kömür yakacak bir şey arıyor gözlerim. Yok! Kadının çaresizliğini anlıyorum.
İçim acıyor, yanmak yakmak istiyorum!
"Anne keşke biraz ışık yaksan, karanlığı sevmiyorum. Bazen rüyamda öcüler görüyorum. Uyanınca ışık olursa korkmuyorum" diyor çocuk.
"Öcüler diye bir şey yok kızım, ben varım yanında. Elektrik faturasını yatırmayı unutmuşum. O yüzden gece lambasını takamayacağım. Yarın elektriğimiz gelince takarız. Hem bak pencereden ay ışığı, her yeri aydınlatıyor." Ağlamadan konuşmaya çalışmak için dişlerini sıkıyor kadın.
"Tüpümüz de elektrikten dolayı mı yok anne? O yüzden mi çorbayı soğuk yedik? diye soruyor çocuk.
Kadın sessizce, ağlıyor. Çocuk sarılıyor annesine, güven kokuyor belli ki, birazdan uykuya dalıyor...
Kadın ağlıyor, sarılıyor, saçlarını okşuyor çocuğun. Bir anda ısınıyorum, uzanıyorum kadının yanına görmüyor beni!
Saçlarını okşuyorum. Ağlıyor, "ağlama" diyorum. Duymuyor beni.
"Anne duy beni, karanlıktan korkmuyorum artık. Ay ışığıyla geldim, bir tabuttan çıkıp yanına, hem öcüler diye bir şey yokmuş, insanlar varmış öcü gibi..." duymuyor...!
Kokusu, göz yaşlarıma karışıyor...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bİ İZ
General FictionBiz, yine zifiri karanlığın ortasında oturup dertleşiyorduk. Biz kim? dersen, içimde ki benlerin toplamı...Biz ediyorduk. Çoktu çünkü, 3 tü, 5 ti, bazen daha da çok. Hep savaş alanı, kan kaybından ölen, arkasından bıçaklanan, soldan güçlü bir kroşe...