CEZAEVİ MEKTUP OKUMA KOMİSYONUNA MEKTUP

352 16 2
                                    

Sevgili komisyon! Size bu satırları F TİPİ bir hücreden yazıyorum. "Niye?" Diye sorucak olursanız,tutukluyuz da o yüzden! "Onu biliyoruz da, bize niye yazıyorsun kardeşim, zaten senin mektupları okumaktan gözümüz çıktı!" Diyorsanız, evet işte tam da bu konuda yazıyorum. Yahu,Allahaşkına arkadaşlar, siz nasıl bir meslek seçmişsiniz kendinize? Milletin mektuplarını okumak da nedir? Kim bilir belki bunun için size bi de para veriyorlardır (veriyorlarmış , ayda 2060 tl. Harca harca bitmez!?) ama konumuz bu değil. Gerçi konumuz nedir onu da tam bilmiyorum.
(Son cümleler İlhami Algör hikayelerinden (ç) alıntıdır diyerek üstünü karalamazsınız umarım.

Dikkatinizi yeterince dağıttıysam mevzuya giriyorum. Dışarıdakiler (daha doğrusu kendini dışarıda zanneden arkadaşlar), benden son bir öykü daha istiyorlar. Ben de dedim ki ben tutuklandığımdan beri mektup okuma komisyonu bunalıma girdi. Artık uzun yazılar, mektuplar yazmayayım diyorum. Benim yüzümden karın tokluğuna, " köle gibi," çalışıyorlar. Ayrıca ben edebiyatçı falan değilim diyorum. Gerçi insan sanatçı bir anneyle edebiyatçı bir babanın olduğu evde büyüyünce ister istemez bir şeyler birikmiyor da değil.

Şöyle ki: küçüklüğümde sabahları hep annenin çaldığı piyanonun sesiyle uyanırdık. Evimiz iki odalıydı, bütün kardeşler bir odada uyurduk. Annemin piyanosu da aynı odadaydı. Canım annem her sabah üşenmeden piyanosunun başına geçer, tıngır mıngır çalardı. O sesler inanın hala kulağımda çınlıyor. Sonra biz büyünce anam, "lan sen salak mısın oğlum," dedi, "ne piyanosu,: bildiğin dikiş makinası bu, eve ek gelir olsun diye dikiş diliyorum ben." Ama olsun, sonuçta biz piyano niyetine dinlemişiz, değil mi? Sevgili komisyon, Allah sizinkileri de bağışlasın, çocuklarınızın iyi bir müzik kulağına sahip olmasını istiyorsanız , şarkı değil de ritim dinleterek büyütün onları.

Bakın Arif Sağ'ın sayılı virtüözlerden biri olmasında köylerindeki değirmenin şakşakısı büyük pay sahibidir. Benim babam da hep şiir gibi konuşurdu. Ne güzel konuşurdu öyle. Biraz büyüyünce bunların şiir de küfür olduğunu anladık. Küfürbaz ve esprili bir adamdı babam, halen de öyle. Ama bazı insanlar vardı ya hani, küfür ağızlarına yakışır, kaba durmaz. Öyledir benim babam, şiir gibi küfreder. Bi defasında daireden bir arkadaşıyla küfürsüz konuşunca arkadaşı alınmıştı.

" Hayrola Tahir abi yanlış mı yaptık?," Demişti, babam da, "ne yanlış yapacaksın lan, şerefsiz!" Demişti de arkadaşı rahatlamıştı. Benim ilkokula başlayıncaya kadar kültürel altyapım da böyle böyle oluşmuştu neticede. İlkokulu DİYARBAKIR'DA, yeni İlkokulu'nda okudum. Çalışkan, başarılı,hatta çok başarılı bir öğrenciydim. Ama en birinci değildim. Çünkü o kişi Bahir'di. Bahir, sınıfın en çalışkanı,en başarılısıydı. Sınıf birincisiydi, ben ise ikinci. Tertemiz, düzenli, elyazısı ince gibi, uslu bir çocuktu. Bendeyse biraz biraz vardı.

Okulda benim çok arkadaşım vardı, Bahir'inse bir tane, o da bendim. Bahir'ler başka bir şehirden gelip DİYARBAKIR'A yerleşmişlerdi, öyle hatırlıyorum en azından. Kimse dokunamazdı O'na, çünkü ben vardım. İlkokulda küçük çaplı , belalı bir "çetenin" başkanı gibi bir şeydim (o tarihte eşbaşkanlık yoktu) . Gerçi, "cetemizin" çok da belalı olmadığı kısa sürede anlaşıldı, bizden belalıları vardı ya neyse...

SEHERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin