Jin esnedi ve başını çevirerek yola baktı. Seul otobüsünün ne zaman geleceğini merak ediyordu.
Sandeul'un, dün gece Jeju adasından yarı donmuş halde döndüklerinde Pazar günlerini Seul'de geçirmeleri için neden bu ısrar ettiğini anlamıyordu.
Ayrıca, yarın okulları vardı ve dinlendirici bir Pazar günü yerine Sandeul, Seul'e gitmelerini çok etkili bir şekilde ifade ettiği gibi 'biraz yaşamalarını' istediğini de söylemişti.
Jin gözlerini devirdi, üşümüş ellerini ceketinin altından, koltuk altlarına sıkıştırırken titreyen bedenini iyice küçülttü.
Büyük beyaz kapüşonlu sweatine ve siyah deri ceketine rağmen soğuk hava cildine sızıyor ve zaman zaman titremesine neden oluyordu.
En kötüsü de Sandeul'un birkaç saat önce onsuz gitmesiydi. Çünkü Jin zamanında uyanamamıştı ve şimdi yalnız başına oraya gitmek zorundaydı.
Onu satmayı düşündü ve sadece arkadaşına gerçekten gelmek istemediğini söyleyen bir mesaj atmak istedi ama sonra Jin annesinden dolayı endişe duyduğunu söylediğinde Sandeul'un Ken'in partisini nasıl göz açıp kapayıncaya kadar bıraktığını hatırladı.
İşte bu ince düşüncesi yüzünden şu an kıçı donuyordu.
Gökyüzünü doldurmaya başlayan yıldızlara baktı, parlak mavi yerini yavaş yavaş lacivert bir gölgeye bırakırken, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında huzuru içinde hissetti.
Otobüs durağı Boseong ilçesinin iki bölümü arasında, şehir merkezinden yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüş mesafesindeydi. Etrafında tepeden ve ağaçlardan başka hiçbir şey yoktu.
Bazen terkedilmiş ve hatta ürkütücüydü, tıpkı şu an duraktaki tek kişi olduğunu anımsadığı gibi, ama asıl olan dünyaya en çok bağlı olduğunu hissettiği bu anda ürkütücü olmasını umursamadı.
"Şaka yapıyor olmalısın."
Jin'in gözleri, arkasından gelen alaycı sese döndü, ama o geceki adamlardan biri olacağını bilseydi asla dönüp bakmazdı.
Bunu yaptığında, kalbi birkaç saniye öncesinden daha hızlı kan pompalamaya başlamıştı.
Yine de tarafsız bir ses tonunu korurken kaygısını maskeledi: "Tekrar karşılaştık." dedi.
Adam homurdandı, gülümsemesi çirkindi ve ifadesi kararmıştı, "Kahretsin. İlk olarak, o canavarların doğal düzenine girmemelisin ve sonra küçük kardeşimin arkadaşlarının önünde bana yalancı deme hakkını nereden buldun? Gerçekten buna izin vereceğimi mi düşünüyorsun?"
Aslında kendisine doğru tükürürcesine konuşan adam fiziksel olarak onu yaralayacak hiçbir şey yapmıyordu. Yine de vcudu kaçmak istiyordu ama burada, arkasında tepeden başka bir şey yoktu.
Jin, adrenalinin damarlarından süzüldüğünü hissedebiliyordu ve yakında bir şeyler yapması gerektiğini de. Ancak hâlâ bir çıkış yolu düşünüyordu çünkü bu adamın olası herhangi bir kavgayı kazanacağından emindi.
Adam kendisine doğru ilerledikçe bir adım geri attı, kendisine yan yan bakarken ona zarar vereceğini parıldayan gözleriyle ayan beyan anlatıyordu.
"Bana bir şey yaparsan, bundan o kadar kolay kaçamazsın. Burası küçük bir kasaba, insanlar her şeyi konuşuyor," dedi Jin zorlayıcı bir şekilde, ama sesindeki hafif titreme onu ele vermişti. Bu, adamın surat ifadesine kendinden emin bir gülümseme eklemesine neden oldu.
"Bunun için iki kez düşmeyeceğim. Sonuçta, buradaki canavarı ilk başta canlı bırakmamı sağladım. Aynı hatayı iki kez yapmayacağım," dedi adam karanlık bir sesle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
without me. ✓
Fanfiction[tamamlandı] Güney Kore'nin yeşil çay başkenti olarak bilinen Boseong ilçesi, her zaman huzurlu ve sakin bir yerdi. Yaşıtlarının çoğunun sıkıcı olmasından dolayı yakındığı ilçede Jin, endişelenmeden yaşamayı seviyordu. Ancak, dağın tepesindeki orman...