ARAF-4

791 294 424
                                    


Herkese tekrardan merhabaaaa. Nasılsınız patates kızartmalarım? Ben çok iyiyim. Yorumlarınızı okudukça çok daha iyi oluyorum.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Media'da ağlayan bir Hazal var. İyi okumalar

***********************

Maktul Ali TAŞKIN...

Okuduğum yazı sonrasında görüşümün bulanıklaştığını hissediyordum. Başım dönmeye, midem bulanmaya başlamıştı. Sanki bir mikserin içinde gibiydim. Ne durdurabiliyorum ne de çıkabiliyordum. Çantama ulaşmaya çalışırken deri sandalyemin üstünden gürültülü bir şekilde düştüm. Düşerken koluma çarpan sürahide benimle aşağıya düşmüştü. Ortaya çıkan bu gürültülü seslerin ardından odanın kapısı çok hızlı bir şekilde açılmıştı. Kimin geldiğine bile bakamıyordum. Hareketlerimin üstüne zincir vurulmuş gibiydi. Boşluktaydım.

"Hazal Hanım iyi misiniz?" tepki vermediğimi gören June yanıma gelmişti. "Hazal Hanım beni duyuyor musunuz? Hazal Hanım, Hazal!!" kollarımdan tutulmuş şiddetli bir şekilde sarsılıyordum ama tepki veremiyordum. Galiba şoktaydım. Üzülmüş müydüm? Hayır. Sadece, kalbimin içindeki boşluk biraz daha büyümüş gibiydi. Ama...ama bu çok saçma değil mi? Hayatımı cehenneme çeviren adamın öldüğünü okumak neden kalbimi sızlatmıştı? Haksızlık değil miydi? Ben onun kalbinde bir yer edinemezken o, benim kalbimde acılarıyla yer edinmişti. İnci tanelerim hafifçe yanağımdan aşağıya düştü. Etrafımda bir şeyler oluyordu ama anlayamayacak kadar kafam doluydu.

Bir süre daha o halde kaldıktan sonra June'nun desteği ile yerden kalktım. "İyi misiniz Hazal Hanım?" June endişeli ve korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Bir şey yapmamdan korkuyor gibiydi. Korkmalı mıydı? Belki evet, belki hayır. June'nun sorusuna hiçbir şey söylemeden dosyayı alıp odadan çıktım. June'nun arkamdan seslenişlerini duyuyordum ama bir önemi yoktu benim için. Asansörü bırakıp merdivenlere yöneldim. Bu gökdelende birkaç kişi dışında kimse yürüyerek inmeyi tercih etmezdi. Merdivenleri hızlı inmeye çalıştıkça topuklu ayakkabılarım, canımı yakıyordu. Basamaklardan birine oturdum ve ayakkabılarımı çıkardım. Topukluları köşeye bıraktıktan sonra dosyayı yerden alıp aşağıya inmeye devam ettim. Uzun bir sürenin ardından zemin kata ulaşmıştım. Döner kapıdan tam çıkacakken korumalar önümü kesmişti.

"Efendim, Merve Hanım'ın kesin talimatı var. O gelmeden sizin bir yere gitmenize izin veremem." korumanın dediklerini onaylar birkaç mırıltı çıkardım. İç sesim bu duruma sinsice gülerek 'Senin iznini isteyen olmadı salak!' diyordu. Arkamı döndüm ve toplantı odalarından herhangi birine girdim. Şansıma toplantı yapılıyordu ama şu an pekte umurumda değildi. Onlara "İyi çalışmalar" diledikten sonra odanın boydan boya olan camını açtım ve yere atladım. İçeridekilere el salladıktan sonra koşmaya başladım. Yanımda dosyadan başka bir şey olmadığı için gideceğim yere koşmam gerekiyordu. Çok uzun bir süre koşmuştum ve en sonunda mekanıma gelmiştim. Uçuruma.

Uçurumun kenarına oturup ayağımı aşağıya sarkıttım. "İşte huzur," dedim sesli sesli. Burayı çok önceden keşfetmiştim ve tahminimce sadece ben geliyordum. Buraya ilk geldiğim zamana hatırlamıştım istemsizce. Klinikten çıktığım ilk gündü, Merve her ne kadar yanımda olsa da bir şekilde kaçmıştım yanından. Neden diye sormayın. Çünkü üç yıl boyunca hiç dışarıyı görmemiş ve yalnız bırakılmamıştım. İnsan ister istemez yalnız olmak istiyordu. Tabii o zamanlar Los Angeles'ı bilmediğim için kaybolmuştum ve boş boş yürürken bu uçurumu keşfetmiştim. Sabaha kadar oturup yıldızları izlemiştim. İşte o an üç yılın ardından ilk defa huzuru hissetmiştim. Sabah olunca da ana yolun kenarına oturup Merve'nin beni bulmasını beklemiştim. Kaç saat orada oturduğumu hatırlamıyorum ama en sonunda polisler beni bulup Merve'nin yanına götürmüşlerdi. Meğersem Merve polislere haber vermiş. Beni gördüğündeki hali ise dün gibi aklımdaydı. Yanıma gelip "Kendine bir şey yaptın sandım aptal," diye bağırıp sonrasında da deli gibi ağlamıştı.

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin