|1.KISIM|
1.BÖLÜM: OKYANUS VE YELKENLİ
7 Mart 2013.
-Kerim Erginsoy.
Onu ilk gördüğüm günü dün gibi hatırlıyorum. Etrafta uzaklaşan güneşin arkaya bıraktığı kızıllık, üzerimde kısa bacaklarımın yarısına kadar uzanmış kalın bir palto vardı. Ellerim ceplerimde öfkeli öfkeli yürürken soğuktan kızarmış yüzüme hoşnutsuz bir asıklık dolaşıyordu. Evden kaçtığımda sığındığım ve üzerinde en az elli yılın izini taşıyan, çoğu şeyi tahtadan, kırık dökük de olsa iç ısıtan o parka yürüyordum. Öfkeliydim, öyle öfkeliydim ki ağladığımı akmış o koca burnumu çekmem gerekmedikçe fark etmeyecektim.
Çocuklarının ruhlarını anlamaya çalışmayan birçok anne babadan birinin oğluydum ve sinirlenip üzülüp en çok da kırılıp ağladığım zamanlarda o parka hüzünle gelir, anı kokan salıncağa oturur, sessiz ve yavaşça sallanırdım. Bazen de neşenin yüzüme çizdiği kıvrımlar altında mutlu mutlu hoplaya zıplaya gelir, o zamanlarda salıncakta sallanmak yerine parkta koştura koştura oynardım.
Akşam üstü olduğunda ve şehre denizin kokusunu yavaş esintisiyle yayan o hoş rüzgârlar çıkmaya başladığında eski parkın yanındaki dört uzun sokak lambası yanardı. Hüznümü ona anlattığım salıncak o saatlerde hep boş olur, evlerinde yemeğe oturmak üzere olan aile efradlarının yokluğu sayesinde sessizlik içinde yeller eserdi. Ama o akşam üstünde yürüdüğüm salıncakta başka biri vardı. Üzerinde kirlenmişbeyaz bir elbise olan, simsiyah saçları iki yanında örülü; koyu, hava karardıkça rengi değişen deniz gibi koyu olan masmavi gözleri yaş akıtan, dünyalar güzeli bir kız vardı. O da aynı benim gibi en fazla yedi yaşlarındaydı.
Önce gözlerimdeki yaşları ağır paltomun kollarına silmiştim, sonra da burnumu yeniden çekip onun yanına ilerlemiştim. Kucağındaki gözlerini kaldırmış, gözlerime bakmıştı. Sadece ufacık bir çocuktum ama o gözler daha ilk anda kalbimi sıkıştırmıştı çünkü o kadar güzellerdi ki mavileri, aklımdan geçen şey deniz görse kendinden utanır olmuştu.
Üzerine sayfalar dolusu yazılar yazılası gözleri gözlerimde biraz oyalandı, sonra da kibar elleriyle yanaklarını kuruladı ve ellerini yeniden beyaz tüllü kirlenmiş elbisesinin kucağında birleştirdi. Elbisesi gibi beyaz bir sandalet taşıyan topraklı ayakları sarkıyor, yere değmiyordu.
Ona durduğum yerde baktım, sonra da yavaş yavaş yürüyüp yanındaki diğer salıncağa oturdum. O sallanmıyordu, ben de sallanmadım. O bana değil kucağına bakıyordu, ben de öyle yapmaya çalıştım. Ama yapamadım. O kadar güzeldi ki ona bakmazsam ayıp olur sanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZİHNİN ENKAZI
RomansaSevmek panzehirken hudutsuzca sevmek zehirdi. Lakin bunu fark ettiğimde iş işten çoktan geçmişti.