1- Ağaç Zamanı

191 6 0
                                    

"Ağaç zamanı diye bir şey vardır, bilir misin?

İnsanlar ömrü ağaçla ölçerlerdi eskiden; çocukları doğduğunda onlar için diktikleri ağaçlar olurdu. İnsanlarla ağaçlar kardeş büyürlerdi. Ağacın ruhu sahibini korurdu. Onlar hakkında bilinmesi gereken iki şey vardır derler. İlkini unuttum, ikincisiyse... Galiba ikincisini de unuttum.

Nedense ağacımı değil kabuğumu hatırlıyorum şimdi. Dün gibi gözümün önünde. Onca şeyi unutuyor da insan, bazı şeyler hep dün olarak duruyor insanın içinde.

Ağaçların dünleri kim bilir ne kadar yakın gelir birbirine. Biz kendimizde neyin kabuk bağladığını bile artık hatırlamazken."

Yine bir Murathan Mungan kitabının dizelerinde kendimi bulmuş, okuduklarımın ağırlığıyla kitabı kapatıp, masanın üzerine geri koymuştum.

Kafamın içinde "Onca şeyi unutuyor da insan, bazı şeyler hep dün olarak duruyor insanın içinde." cümlesi dönüp dönüp duruyordu. Hiç unutamadığım şeyler birer birer gözlerimin önünden aktı geçti yine.

Yaşadıklarım benden yıllarımı almıştı. Ama bana hiçbirini unutturmamıştı. İyi şeyleri bile unutuyordu insan ama kötü şeyleri unutamıyordu.

11 yıl geçti bak. 11 yılın gitti Bade. Niye hâlâ unutamadın? Unutamadın çünkü sen hâlâ 11 yıl önce neyden kaçtıysan oradasın. Kaçmaya çalıştığın, unutmaya çalıştığın o yerde sıkışıp kaldın.

Sol kolumu kaldırıp saate baktım. Saat 03:20'ydi. Hastaları kontrole gitmem gerekiyordu.

Odamdan çıkıp Barış'ın kaldığı dinlenme odasına yürüdüm yavaşça. Kapıyı çaldım ve başımı kapıdan içeriye doğru uzattım. Uyumuyor olduğunu görünce kapıyı tamamen araladım. O da hemen toparlanmıştı.

"Barış, uyuyabildin mi?"

"Bana yetecek kadar uykumu aldım hocam."

"İyi bakalım. Hadi gel de hastaları kontrol edelim birlikte." dedim ve arkamı dönüp odadan çıktım. Ben önden yürürken Barış da hemen peşimdeydi.

Sırayla hasta kontrollerini yaptıktan sonra son bir hastam kalmıştı. Odanın önüne geldiğimizde hafifçe kapıyı tıklatıp, açtım.

"Merhaba." diye konuşmaya başlamış ve aynı zamanda hastaya doğru yürüyerek yanına ulaşmıştım. "Nasılsınız bakalım?" diye önce anneye sonra da küçüğe bakarak sorumu ikisinede yöneltmiş oldum.
Karşımda suratı asık 4 yaşında erkek bir çocuk vardı. Ve tabii ona hüzünle bakan annesi. Anne beni görünce rahatlamış bir şekilde gülümsedi bana.

"Doktor Hanım, iyi ki geldiniz." dedi.

"Bir sorun mu var?" dedikten sonra küçük Mert'e bakıp tekrar annesine döndüm. Mert o sırada öksürmeye başlayınca annesi hemen yatağın yanında ki suyu alıp kapağını açtı hızlıca. Yavaşça içirdi oğluna suyu.

"Mert tutturdu ben burada kalmak istemiyorum diye. Oğlum hastasın diyorum, iyileşmeden gidemeyiz evimize diyorum ama laf anlatamıyorum. Siz konuşursanız belki sizi dinler." dedikten sonra oğlunun yatağından kalkıp kenara geçti. Mert'in yüzüne baktım bir süre. Ağır bir zatürre atlatmıştı Mert. Beş gündür de burada yapılıyordu tedavisi. Bu süre zarfında sürekli hava verilmişti. Düşmeyen ateşi ve halsizliği vardı.

"Mertciğim," yatağının yanına oturdum yavaşça. Elimle gözünü kapatan saçını kenara çektim. Benimle konuşmak istemese de biraz dikkatini çekebilmiştim. "Nasılsın?"

"İyi değilim." dedi bana kısa bir bakış attı ve başını tekrar diğer tarafa çevirdi.

"Hıım anladım. Biraz konuşmak ister misin peki?" dediğimde dudağını bükerek baktı.

SaudadeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin