Fırat güzel bir restoranda dört kişilik yer ayırtmıştı bize. Yemek esnasında dikkatim sürekli Yağız ve Şirin'e gidiyordu. Gözlerim dalıyor ve sohbetten uzaklaşıyordum. Ta ki ismim söylenene kadar. Bunu bu akşam birden fazla kere yaşamıştık. Masadakiler durumu anlasa da bunu yorgun olmama veriyordu.
"Herman ailesiyle buraya gelmeyi düşünmüyor mu hâlâ?" diye bir soru yöneltti Fırat bana. Masadaki bakışlar da bu sayede tekrar üzerime toplanmıştı.
"Söylediğine göre bir ay sonra gelecekler. Elizabeth ve Anna çok istiyorlar." dedim.
"Ne yani Herman istemiyor mu?" dedi Berna yalancı bir sinirle.
"İstemez olur mu? O da istiyor da pek boş zamanı yok şu an için. Elizabeth ve Anna daha bir heyecanlı bu konuda."
"E gelselerdi keşke seninle."
"Ben de söyledim aslında. Herman, onlarsız yapamayacağını söyledi." dedim gülerek. Berna da benimle birlikte gülmüştü.
"Bu duyduklarım, Herman'ın geçmişini hatırlatıyor bana ister istemez." dedi Berna.
"Nasıldı ki?" merakla baktı sevgilisine Fırat.
"Emin ol şimdikinden çok başkaydı. İnanılmaz bir adamdı. Yapmadığı çapkınlık yoktu. Şimdi aile babası olması beni çok mutlu ediyor ama hâlâ daha şaşıyorum. Bizzat kendi gözlerimle şahit oldum ben yaptıklarına. Ama aşk böyle bir şey işte." derken gülümseyerek Fırat'ın gözlerinin içine bakıyordu.
"Sen de benim aşkımsın." dedi Fırat sevgiyle karşılık vererek. Gülerek onlara baktım daha sonra da sessizce beni izleyen Önder'e çevirdim bakışlarımı. Yüzünde ki gülümseyen üzgün ifadeyi gördüğümde hemen telefonumu alarak onunla oyalanmaya başladım. Ne yaptığımı bilmeden bir şeyler karıştırdım telefonda.
"Önder sen de gidiyor musun Rusya'ya?"
"Yok ben buradayım. Şirketteyim."
"Tüh ya. Gitseydin keşke sen de. Benim için ajanlık yapardın."
"Ne yani sen bana güvenmiyor musun şimdi?" derken gerçekten alınmış gibi bir hali vardı Fırat'ın.
Bu arada telefonu elimden bırakıp tekrardan konuşanlara odaklanmıştım. Berna'nın sözleriyle gerçekten gülen Önder'i gördüğümde mutlu bile olmuştum.
"Aşkım ben sana değil, rus kızlarına güvenmiyorum."
"İnanamıyorum sana gerçekten. Sen varken benim gözüm onları görür mü sence? Sen söyle Bade, görür müyüm?"
"Görmezsin, benim sana güvenim tam."
"Bak gördün mü? Bade bile söyledi işte. Gerçekten kalbim kırıldı şu an." dediğinde küçük bir çocuk misali üzgünce başını Berna'nın aksi yönüne çevirdi. Berna ise sevgilisinin gönlünü almak üzere ona doğru bir hamle yaptığında onları kendi haline bırakmayı tercih etmiştim.
"Hastaneye hemen başlayacak mısın?" diye bir soru geldi Önder'den.
"Yarın akşamdan başlıyorum."
"Biraz daha dinlenseydin keşke." dedi gözlerimin içine bakarken. Göz göze durmaktan pek kaçınmazdım fakat Önder'in bakışları istemsizce gözlerimi kaçırmama sebep oluyordu. Normal bir sohbetin içindeyken dahi derin derin bakardı gözlerime.
"17 gün izin yaptım. Bu da bana yetti açıkçası. İşimi özledim." dedim ve önümdeki sudan bir yudum suyu içtim.
"Mesleğini seviyorsun." dedi. Mesleğimi seviyor muydum gerçekten? Bu benim içimde hep tartıştığım fakat sonuç bulamadığım bir konuydu.
Çocukları sevmem bu mesleği sevdiğim anlamına gelir miydi? Hasta çocukları görmek hâlâ alışabildiğim bir şey değildi. Elimde olsa bu mesleği tekrardan seçmezdim mesela. Bu yüzden mesleğimi çok da sevdiğimi düşünmüyordum çoğu zaman.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saudade
Romance"Nasılsın?" dedi Yağız. "İyiyim." dedikten sonra yutkunup kısa bir süre bekledikten sonra devam ettim. "Sen nasılsın?" "İyi olamıyorum." dedi soğuk sesiyle. "Bir şey mi oldu?" dedim yan dönüp ona bakarken. Yere bakan gözleri bana çevrildi bir and...