Giydiğim elbisenin yeterince güzel olup olmadığına karar veremediğim için tekrar aynanın karşısına geçerek öbür seçenekleri tarttım.
"Şu kırmızı olanı tekrar mı denesem?" Bahsettiğim elbiseye baktıktan sonra suratını ekşiten tasarımcıma döndüm. Başını sallayarak kırmızı elbiseyi giyinme odamın zeminine gönderdi.
"Hayır, hayır. Şampanya rengi ipek elbise daha güzel oldu. Şampanya rengi olanı dene." Üzerimdeki siyah elbiseyi sıyırarak tasarımcımın yardımıyla şampanya renkli elbiseyi üzerime geçirdim. Bronz tenimin üzerinde şampanya rengi mini elbise çok güzel durmuştu. Aynaya tekrar baktım.
"Evet bu güzel. Bununla gideceğim. Takılarımı getir."
Takı çekmecesini açarak üç tane Cartier bileziği ve bir saati getirdi. Gümüş renkli, elmaslarla kaplı bilezikleri bileğime takmama yardım ettikten sonra öbür bileğimi uzatarak saati takmasını izledim. Yılan gibi kıvrılarak koluma dolanan saat zarifti.
Elmas küpeler ve sade bir kolye taktıktan sonra hazır sayılırdım. İnce topuklu ayakkabılarımı da ayağıma geçirip çantamı aldıktan sonra tekrar aynadan kendime baktım. Brezilya fönüyle düzleştirilmiş kısa, siyah saçlarım güzel duruyordu. Sade sayılabilecek makyajım ve kıyafetim birbirini tamamlıyor, akşam yemeği için mükemmel bir görüntü oluşturuyordu. Beni izleyen tasarımcıma dönerek gülümsedim.
"Sağol Kağan. Gidebilirsin." Kağan beni iyice süzerek bir eksiğimin kalmadığına emin olduktan sonra hangi ceketi giymem gerektiğini söyleyerek giyinme odasından çıktı.
Saat sekiz buçuk için boğaz kenarındaki bir otelin lokantasına üç kişilik rezervasyon yaptırmıştım. Saat şuan 19.28 di. Kağan'ın giymemi söylediği ceketi üzerime geçirerek odadan çıktım. Garajdaki en pahalı arabanın anahtarını alarak kimseye görünmeden evden çıktım.
Geçen sefer İzel'i eve bıraktığım için adresi aşağı yukarı hatırlıyordum. Garaja indiğimde arabalarla dolu garajın kendine has benzin kokusu ciğerlerimi doldurdu. Geçen sene babamın aldığı ama neredeyse hiç kullanmadığı beyaz Rolls Royce'un kilidini açarak sürücü koltuğuna kuruldum. Hala daha yeni araba gibi kokuyordu. Çantamı yanımdaki koltuğa koyarak arabayı çalıştırdım.
.
.
.
Saat 20.03 te İzel'lerin evinin bulunduğuna neredeyse emin olduğum sokağa giriş yaptım. Yolun ortasında durarak apartmanların hangisinin ona ait olduğunu anlamaya çalıştım. Sokağın kenarındaki parkta çekirdek çitleyen gençler arabaya garip bir şekilde bakmaya başladılar.
Onlara sorabileceğimi hissederek arabadan indim. Kış olduğu için erken kararmış havada parka ilerleyerek çekirdek çitleyen gençlere yaklaştım. Benim arabadan inip onlara doğru ilerlediğimi gören bir tanesi hızla kalkarak eşofmanının üzerindeki çekirdek kabuklarını silkeledi ve arkadaşlarını dürttü. Arkadaşlarının bakışları da arabadan bana kaydığında çoktan yanlarına varmıştım.
İçlerinden bir tanesi rahatsız edici bir şekilde ıslık çalarak beni süzdü. Olay çıkartmak istemediğim için onu görmezden gelerek şirin olduğuna inandığım bir gülümsemeyle konuştum.
"Selam millet! İzel'in nerede oturduğunu biliyor musunuz acaba?" Beni ilk gören çocuk elini uzatarak kendini tanıttı.
"Evet şu pembeli beyazlı apartman. Bu arada ben Umut. Tanıştığımıza memnun oldum."
Tutmam için uzattığı elini görmezden gelerek bahsettiği apartmana baktım. O sırada apartmanın kapısı açılarak içinden İzel ve Ezel olduğunu tahmin ettiğim iki kişi çıktı. Çocuk, havada kalan elini tutmayacağımı anlayınca başı kaşınmış gibi yaparak elini başına götürdü. Arkadaşları çocuğun elini tutmamamla ilgili çocukla dalga geçmeye başladılar. Umut'un yüzü utandığı için kızarmaya başlayınca ona dönerek gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE
General FictionKitabı ilk bölüme göre yargılamayın lütfen. İlk bölümden sonrasını seveceğinize inanıyorum. Babaannem ve dedem ellerindeki silahlarla kimin yaşayıp kimin öleceğine karar vererek tanrıcılık oynarken kimse bana onların da bir tanrısı olabileceğini s...