Huzursuz bir uykudan gözlerimi araladığımda başımı yan tarafa çevirip Elfaz'a baktım. Sarıya çalan kumral saçları alnına düşmüş, dudakları hafifçe aralanmış, sağ kolu başının altına gelecek şekilde yan tarafı üzerinde uyurken bu görüntüsü küçük bir çocuğu anımsatmıştı bana. İlk karşılaştığımız an ki hali gözümde canlanınca hafifçe tebessüm etmekten kendimi alamadım. Bakışlarımı tavana çevirirken o günü düşündüm. Henüz dokuz veya on yaşlarındaydım sanırım. Elfaz ise en fazla on iki yaşında. O devasa ve bir o kadar da ihtişamlı olmasına rağmen bana kocaman bir canavar gibi gelen arabadan bir çöp misali yetimler şehrine atılırken, gözlerim dolmuştu. Ne yere kapaklandığım sırada soyularak kanayan dizim, ne de başımı sertçe yere çarpışım. Hiç biri değildi beni ağlatan. Kollarımın karşı gelemeyecek kadar güçsüz ve bedenimin bu kadar küçük olmasıydı. Onlara karşı koyamamaktı. Bir çocuğun sevgiyi öğreneceği yaşta nefreti öğrenmiş olmasıydı. Tekerlemeleri ezberlemek yerine kendisine edilen küfürlerin manalarını anlamasıydı...
Devasa canavar önce yavaş bir şekilde daha sonra büyük bir hızla arkasına bile bakmadan uzaklaştığında yırtık elbisemin kolu ile gözlerimi silip başımı dizlerime koyduğumu hatırlıyordum. Birde arkamdan yavaşça gelerek hiç bir şey söylemeden küçücük kolları ile beceriksizce sarılmaya çalışan Elfaz'ı. Başımı dizlerimden kaldırıp şaşkınca yüzüne baktığımda;
"Üzülme" demişti. "Beni de böyle attılar. Beni de sevmediler. Ben de onları sevmedim ama. Sende sevme. Sevmezsen üzülmezsin." Hiç bir şey söylemeden kollarımı boynuna sardığımda ne kadar sarılabiliyorsam o kadar sıkıca sarılmıştım ona. Daha sonrasında duvarları kısmen yıkılmış, pencere ve kapı namına hiç bir şey olamayan baraka misali bir eve getirmişti beni. Her gün etrafta ki komşular sırayla birer parça ekmek bırakırdı kapımıza. Hiç birinin bize bakacak durumu yoktu çünkü. Bu bile çok büyük bir şeydi. Neredeyse her gün üzerine çıkarak bacaklarımızı sallandırdığımız bir taş vardı. Yine bir gün orada otururken uzaklardaki kocaman şehre bakıp;
" Ailem olmasının nasıl olduğunu merak ediyorum" demişti bana;
" Bir anne nasıl sever ki? Acaba babalar da seviyor mudur? Onlar biraz büyük ve korkutucu görünüyor bence."
"Bilmem" diyerek bakışlarımı ellerime çevirip ayaklarımı sallandırmayı bırakmıştım. Elfaz kolunu uzatıp elimi tuttuğunda bakışlarımı ona çevirdim;
"Yine üzüldün ki sen" dedi. Biraz düşündükten sonra hevesle ve bir çocuk masumiyetiyle hayatım boyunca hiç unutamayacağım o cümleyi kurdu;
"Ben sana baba olurum. Anne olmayı beceremem ama baba olabilirim." Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle;
"O zaman bende sana anne olurum" demiştim,
" Sen benim babam olursun, bende senin annen olurum..."
Elfaz'ı uyandırmamaya çalışarak yavaşça yataktan kalkıp banyoya doğru yürüdüm. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki görüntüme bakarken derin bir nefes koyverdim dudaklarımın arasından. İçimdeki huzursuzluk hala geçmemiş olmasına rağmen geçecek gibi de görünmüyordu. Sahi neydi bu kadar içimi sıkan şey? Hiç bir şey yoktu ki ortada. Neden sanki bir sevdiğimi kaybetmiş gibi hissediyordum? Neden ölümün buz gibi nefesini ensemde hissediyordum?
Gözlerimi aynadan çekip mutfağa doğru yürürken bu halimi Elfaz'ın fark etmemesi için yüz ifademi düzeltmeye çalıştım. Gereksiz yere canını sıkmak istemiyordum. Bugün mutlu olmalıydım. Güzel bir kahvaltıyı kendi ellerim ile hazırlayıp Elpida'nın önünde ailecek mutlu bir kahvaltı yapmalıydık. Masayı güzel bir şekilde hazırlayıp Elfaz'ın yanına gittiğimde hala uyuyor olduğunu görünce koşarak yatağın üzerine atladım. Elfaz korku ile sıçrayıp yastığı alarak savunma pozisyonu alınca karnıma ağrılar girecek kadar uzun bir şekilde kahkaha attım. Ne olduğunun farkına varıp;

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ElPİDA- TAMAMLANDI
Научная фантастикаBazen mutluluk bir makinenin kabloları arasında saklıdır... Yetimler şehrine atılan iki çocuk büyüyünce tüm şehrin koruyucuları olurlar... Erva adında bir kız tuhaf halüsinasyonlar görmeye başlar ve tüm hayatı alt üst olur... Erva'nın yolu eninde so...