bölüm; on sekiz | "kaybolmuş ruhlar ve kanadı kırık martılar"

84 28 171
                                    

Ben bu bölümü gereksizce çok sevdim. Umarım siz de seversiniz.

Keyifli okumalar.❤

×

Anılar zihnime doluşuyordu. Hepsi sıkış tıkış bir durumda olmalarına rağmen, sanki zihnimde daha fazla yer varmışçasına bir yenileri daha ekleniyordu aralarına. Kontrol edemiyordum. Ben zaten hiçbir şeyi kontrol edemiyordum ki. Kendimle, bedenimle ve zihnimle ilgili olan hiçbir şeyi kontrol edemiyordum. Sanki bedenim beni yönetiyordu. Oysa tam tersi olması gerekmez miydi?

Öyle olması gerekirdi.

Peki ya neden öyle değildi?
Bilmiyordum.

Tek bildiğim şey, artık bundan yorulmuş olduğumdu. İstemiyordum. Kendi elimde olmayan, benim kontrolüm dışında gerçekleşen hiçbir şeyi istemiyordum. Yalnızca bedenimi yönetmek istiyordum. Bu herkesin yaptığı, hatta onlar için çocuk oyuncağı olan bir durumdu. Ama ben bunu bile başaramıyor, yapabilmek için elimden gelen her şeyi yapmaya hazır bir şekilde duruyordum.

Belki de olay buydu? Duruyor olmamdı. Durmamalı mıydım? Durmayıp ne yapacaktım? Ne için harekete geçecektim? Zihnimi ve bedenimi yönetebilmek için mi? Daha önce defalarca kez yapmıştım oysaki. Durmamış, çabalamıştım. Karşılığını alıp almadığım ise düpedüz ortadaydı. Yapamıyordum. Bu lanet olası eylemi, hayata geçiremiyordum.

Hafifçe yutkunarak ince örtümü üzerimden attım. Yavaş hareketlerle yattığım yerde doğruldum, gözlerimi odada gezdirdim. Babam gittiğinden beri uzanıyor, asla uyuyamıyordum. Güneş doğuyor, ışıkları perdelerden içeri sızıyordu. Elimle saçlarımı karıştırdım ve ayaklarımı, doğan güneşten dolayı ısınan zemine yerleştirdim. Su içmek istiyordum, üstelik acıkmıştım da. Mutfağa gitmek için ayağa kalktım ve uyuşmuş bacaklarımdan dolayı hafifçe sekerek odanın kapısını açtım. Odamdan çıkıp mutfağa ilerliyordum ki, mutfağın yanındaki oturma odasında konuşan annemin sesini duydum.

"Bilmiyorum," diye mırıldandı. Kendimi tutamayarak onu dinlemek için kapıya yaklaştım. Beyaz kapı, hafifçe aralıktı. Annem tırnaklarını yiyor ve kulağına yasladığı telefonuyla konuşuyordu. "İyi olduğunu düşünmüyorum."

Kaşlarım çatıldı. Bahsettiği şey neydi? Kimi, kime anlatıyordu?

"Eminim," dedi sessizce. Sesi titriyordu ve gözünden birkaç damla yaş düşmüştü. Tanrı aşkına, neler oluyordu?

"Evet, evet. İlaçlarını da almıyor." Elim kapının pervazında takılı kaldı, nefesim kesilir gibi oldu. Benden bahsediyordu. Benden.

Tanrım, lütfen, lütfen.

Lütfen aklımdan geçen olmasın. Orası ıssız. Orası soğuk. İzbe ve terk edilmiş.

İstemiyorum.

Ruhumdan kalan birkaç damlayı, o
parmaklıkların arasına tıkmak istemiyorum.

Orası unutulmuşların şehri, Tanrım. O şehre gitmek istemiyorum.

"İlk başta bu fikre karşıydım, hâlâ da öyleyim fakat onun için en iyi ve uygun yer orası. Dün ortadan kayboldu, saatlerce hem de. Olmayan şeyleri görüyor, duyuyor. Sadece arkadaşları da değil. Artık bunlarla sınırlı kalmıyor," diye fısıldadı ve etrafta biri olup olmadığını kontrol eder gibi etrafına baktı. Hemen yanımdaki duvara yaslanıp kendimi sakladım. O da konuşmaya devam etti. "O, akıl hastanesine gitmeli."

Tanrım, sana, lütfenlerimle inşaalı, temeli sağlam olmayan bir kule yaptım.

Sense o kuleyi acımadan yıktın.

Yine ortada bir harabe var; yıkılmış kuleler, kaybolmuş ruhlar var. Ben, yıkılmış kulelerin altında, kaybolmuş ruhların yanındayım.

Ya da boş ver. Önemi yok. Ben hiçbir yerdeyim.

Geriye doğru attığım adımlar, kapıyı buldu. Kapıyı açtım, koştum.

Sen şahitsin ki en iyi yaptığım şey budur; kaçmak.

Yine kaçtım.

Tüm gerçeklerden.
Kaybolmuş ruhlardan.
Altında kaldığım moloz yığınlarından.
Gökte yağan yağmurdan.
Bulutların ardından gülümseyen güneşten.

Kaçtım.

Unutulmamak için.

O şehirde, sahipsiz kalmamak için.

Beni unutmalarını istemediğim için.

Ama bilirsin, Tanrım. Ben zaten hep unutulurum. Ben hep üzülürüm. Ben acı çekerim. Ben gülümserim. Maskelerimi takar, sevmediğim sıcak güneşe gülümserim. Çünkü maskelerim olduğu zaman, ben aslında ben değilim.

Kaçtım, Tanrım. Gördün. Ciğerlerim patlayacak, kalbim göğüs kafesime sığmayacak sandım. Yine ciğerlerim patlamadı. Kalbim, göğüs kafesimden taşmadı.

Ruhumun aksine.

Biliyorsun, Tanrım; Benim ruhum da kaybolmuş ruhlardan.

Ruhumun kaçtığı yeri bulmak istedim. Onu bulmak, içime sokmak istedim. Senin yerin burası, demek istedim ona. Lütfen orada kal ve bana göz kulak ol. Çünkü ben artık kendime sahip çıkamıyorum.

Diyemedim.

Çünkü bulamadım onu.

Kaybolmuş ruhlar ve kanadı kırık martılar;
Onlar hiçbir zaman bulunamadılar.

Onlar da kaçtılar.

Yadırgamadım. Benim yaptığımı yapmışlardı çünkü. Ben de adımlarımı takip ettim. Beni, oraya götürdüler. Bir deli olduğumu iddia eden çocuğun evine. Onun evinin önüne.

Ayaklarımın neden buraya geldiğini umursamadım. Merdivene oturdum. Belki beş dakika geçti, belki beş saat... Bilmiyordum. Saatlerce orada oturdum sanırım. Çocuğa da sinirlendim. Evinin önünde bunca zaman oturan birini nasıl olur da fark etmezdi? Onu da suçlamak istemedim. Yine aptallık ettim. Çünkü başkalarını değil, kendimi suçlamak benim için en büyük günahtı.

Ben, bugün defalarca kez en büyük günahı işledim.

Kalktım ve yine adımlarımı kendi evime yönlendirdim. Yine aynı yere dönmek zorundaydım. Başka yerim yoktu gidecek zaten. O sırada arkamdan bir ses duydum. Kapı açıldı sanki, sonra ise o ses kulaklarıma doldu.

"Hey, benim için gelmişken beni görmeden nereye gidiyorsun?"

×

Selaaam

Nasılsınız?

Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz?

Sahiden shipiniz tutacak mı?

Sizi seviyorum❤

SEVİNÇLER VE SEVİLMEYİŞLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin