bölüm; on yedi | "yıldızlar ve umutlar"

83 26 112
                                    

28.07.2012,

Küçük kız, yattığı çimenlerde heyecanla hareketlendi ve yüzündeki gülümsemeyi daha da büyüterek, arkadaki dökülen birkaç dişini yerini alan boşluğu meydana çıkardı. Kafasını yavaş bir şekilde babasına çevirdi ve sanki mümkün olabilirmiş gibi daha da sırıttı. Babasıyla evlerinin bahçesine çıkmıştı, ertesi gün olacaklardan habersizce gülümsüyor, babasına sık sık sarılıyordu. İkisi birlikte boylu boyunca çimenlere uzanmış, aydınlık ve bol yıldızlı gökyüzünün muhteşem manzarasının etkisi altında kalmışlardı. Maria, sürekli olarak gülümsüyordu ama içinde onu huzursuz eden bir şeyler vardı, bunun da farkındaydı. O hissi geçiştirmeye çalışıyor, başka bir deyişle duymazdan ve görmezden geliyordu. Yoksa kurtuluşu olmayan bir bataklığa saplanabilirdi, bunun olmasını istemiyordu.

"Biliyor musun," diye mırıldandı, dudakları yırtılacak gibi görünmesine rağmen gülümsemesini sürdürürken. "O sesler bir tek senin yanında susuyor, baba. Sen yanımdayken, sanki bir anda ortalıktan kavboluveriyorlar." Bu büyük bir gelişmeydi. Katlanılmaz olan, arkadaşları olarak gördüğü ama aslında onun kötülüğünü isteyen seslerin kesilmesi, onu mutlu ediyordu bir hâyli.

Babası, kızının söyledikleri üzerine yattığı yerde hafifçe kımıldadı. Sanki altında ezilen çimenler, birer iğneye dönüşmüştü ve sırtını deliyorlardı. Yavaş olma gereksinimi duymadan, haince sırtına saplanıyorlardı ve ondan akan damlalar iğnelere bulaşıyordu. Kan, yere damlıyor, orada hâmiyetini kuruyordu. Ama  iğneler usanmıyordu, bıkmadan bu işlemi tekrarlıyor, adamın ertesi sabah yapacağı şeyi defalarca kez düşünmeye itiyorlardı.

Fakat bunu yapmak istemiyordu.

Düşünmek demek, kararsızlık demekti. Kararsızlık demek, vicdan azabı ve pişmanlık demekti. Bu iki hissi, en ücra köşesinde hissetme tarihini erkene almak gibi bir niyeti yoktu.

"Onlar," diye mırıldandı, adam. Otuzlu yaşlarının ortalarında olmalıydı. Saçlarına birkaç beyaz saç düşmüş, kendini belli ediyordu. "Sana ne diyorlar, kızım?"

Kızım.

Sihirli kelime buydu işte.

Belki de bundan sonraki aylar, hatta yıllarda söyleyemeyeceği, söylese bile derin anlamlar içermeyecek olan bu kelimeyi, son kez ağzına alıyordu.
Öz kızına.

Yarın terk edeceği öz kızına söylüyordu.

Vicdan azabı, şimdiden vücuduna yayılmaya, her hücresinde kendi varlığını belli etmeye başlamıştı bile.

"Bence aslında onlar iyiler." dedi, küçük kızı. Hâlâ yıldızları, yavaş bir şekilde ilerleyen ve sokaklarını terk eden koyu renk bulutları izliyordu. Yüzündeki gülümseme bir an olsun silinmemiş, hatta silinmek şöyle dursun, azalmamıştı bile.

Adamın tüyleri ürperdi.

Bu kızın gülümsemesini silecek miydi, şimdi o? Günlüğünü doldururken, mürekkebi biten bir kalem gibi yarı yolda mı bırakacaktı onu? İleride, şu an olduğu gibi gülümsemeyecek miydi? Bunun nedeni ise kendisi mi olacaktı?

Belki de abartıyordu.

Belki de abartmıyordu. Yalnızca kendini rahatlatmaya, vicdanının sesini köreltmeye ve kısmaya çalışıyordu.

Fakat gitmek zorundaydı.

Dayanamıyordu ki daha fazla. Kızı bu hâldeydi, kendisi ona yetmiyordu. Belki de bahanesi buydu. 

"Sadece bazen kötü olabiliyorlar," diye devam etti kız. "Her insanın içindeki o şeytan gibi düşün, baba. Onlar da ara sıra kendilerini kaybediyorlar sadece. Ama ben onları seviyorum."

Ben gidersem beni de sever misin, her şeye rağmen, diye düşündü babası. Bu düşünce gözlerinin dolmasına ve sesli bir şekilde yutkunmasına neden oldu. Kızını omzundan tutup kendine çekti ve kızın kafasını, kendi koluna yaslamasına neden oldu.

"Bak, kızım," diye mırıldandı ve boştaki elini yavaşça gökyüzüne kaldırıp, işaret parmağıyla yıldızları işaret etti. "Onlar senin. Onları, sana ben hediye ediyorum."

Küçük kız kocaman gülümsedi ve neşeyle ellerini birbirine çarptırdı.

"Gerçekten mi? Onlar benim mi?" dedi mutlu bir şekilde. Kafasını hafifçe yukarı çevirmiş, babasına bakıyordu.

"Evet ama şşt, sessiz ol." diye fısıldadı sessizce. Küçük kızın kulağına yaklaştı ve daha kısık bir sesle fısıldadı,

"Sessiz ol ki, kimse duymasın bu dediğimizi. Bizim küçük sırrımız olsun. Yoksa küçük kızım, elinden alırlar yıldızlarını. Yıldızlar senin umutların, umutlarının çalınmasına izin verme sakın. Ne zaman ki yıldızlar yok olur, o zaman umutların bitebilir."

"Yani bu, umutlarımın bitmeyeceği ve bitmemesi gerektiği anlamına mı gelir?" diye sordu kız. Babası gülümseyip kafasını salladı.

"Ve unutma ki," diye fısıldamaya devam etti. "Beni özlediğin her an yıldızlara bak. Ben orada olacağım."

Sadece, küçük kızına bir hediye vermek istemişti, gitmeden önce. Ona, yıldızlar bittiği ve yok olduğu zaman, senin umutların da sönebilir, demişti aslında. Yıldızlar bitmezdi. Hepsi yok olsalar bile, kutup yıldızı orada, olduğu yerde kalır ve doğru yönü gösterirdi, insana.

Ve küçük kız, o akşam babasının bir yalanına daha inandı, göz göre göre.

Çünkü biliyordu ki, yıldızlar ona ait değildi. Hiçbir zaman da olmamıştı...

×

SEVİNÇLER VE SEVİLMEYİŞLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin