bölüm; on altı | "yalanlar ve yıkımlar"

75 30 109
                                    

Elimi kaldırıp evin kapısına vurdum ve annemin gelmiş olmasını ümit ederek kapıyı açmasını bekledim. İçerden duyduğum sesler kaşlarımı çatmama neden oldu. Annem bağırıyordu ve büyük ihtimâlle bağırdığı kişi de babamdı.

Birkaç saniye daha beklememin ardından kapı açıldı ve saçları dağılmış, gözleri kıpkırmızı olan annem göründü. Beni görür görmez hemen boynuma sarıldı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Ellerim iki yanımda sallanırken, dudaklarım şaşkınlıktan açılmıştı.

Daha fazla öyle kalmayarak ben de ellerimi beline sardım.

"Tanrım," dedi hıçkırıklarımın arasından. "Neredeydin sen? Neden haber vermeden çıktın? Nasıl korktum, haberin var mı? Aklımı kaçıracağım, Maria!" Benden ayrılıp gözyaşlarını eliyle sildi. Cevap bekler gibi yüzüme baktığında sustum.

Bana kalırsa şu an daha önemli bir mevzumuz vardı; babamın geri dönmesi gibi.

"Onu affedecek misin?" diye sordu kafamdaki seslerden biri. Yine sustum ve kapının pervazına yaslanmış olan babamı izlemeyi sürdürdüm.

"Gel," dedi annem kafamdaki sesleri duymamı engellemek ister gibi. "Biraz dinlen, çok kötü görünüyorsun." Bileğimden tutup beni peşinde sürüklemeye başladı. Ona ayak uydurup ardından gittim. Babamın yanından geçerken annemin ona asla bakmaması dikkatimden kaçmazken, bu olay kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

"Cidden," dedi birisi. Sesinde küçümserlik baskındı. "Ona hâlâ baba diyebiliyor musun? Yazık!"

Onu duymamış gibi yapmak istedim, etrafımda biri konuşunca onu duymazdan geldiğim gibi, kafamdaki sesleri de duymazdan gelmek istedim.

İmkânsızdı.

Benimle her daim birliktelerdi, sürekli konuşuyor ve aklımı çelmeye çalışıyorlardı.

Sessizce yutkunup annemin peşinden gitmeye devam ettim. Odama soktu beni ilk önce, yatağıma oturttu ve kapıyı ardımızdan kapattı. Ama babamın buraya gelmesi fazla sürmezdi. O yüzden bir karar vermeliydim; anneme anlatacak mıydım, hemen düşünmeliydim.

"Neredeydin, Maria?" diye sorarken gözünden bir damla yaş düşmüştü. Gözlerimi kaçırıp yutkundum.

"Biraz hava almam gerekliydi. Özür dilerim, seni merak içinde bırakmak istemezdim." Kafasını salladı yavaşça. Gözünü yere dikti, bir süre öylece yere baktı.

"Babam..." dedim sessizce, uzunca bir süre sonra. "Geldi. Gördün zaten." Dudaklarımı yine ısırıyordum. Onun, bu konu hakkındaki düşüncelerini merak ediyordum. Ne yapacaktı, biz ne yapacaktık? Babamı hemen kabullenmemiz mümkün değildi, bundan emindim ama yanımızda yaşayacak mıydı bilmiyordum.

"Evet," diye mırıldandı. Başka bir şey söylemesini bekledim, söylemedi. Üzerine gitmek de istemedim. O da düşünüyordu, belliydi. Sustum o yüzden. Ama sevinmiştim de, çünkü benim zihnimin bir oyunu değildi. Bu bir gelişme sayılabilir miydi? Aslında benim bir uydurmam olması işime gelebilirdi.

"Anne," dedim. "Ben... ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Yani intihar etmeyi düşündüm, aklımdan şüphe ettim, olmayan bir şeyi gördüm... Ben iyi değilim sanırım." Ben kelimeleri ardı ardına sıralarken annem gözlerini yerden kaldırdı ve bana baktı. Ellerini yüzüme uzatarak, avuç içlerini yanaklarıma yasladı.

"İlaçlarını almıyorsun, değil mi?" diye sordu, gözlerinin içi yaşlarla doluyken. Cevap veremedim. İlaçlarımı almıyordum çünkü. Bunu ona söyleyip, onu daha da üzmek istemiyordum.

Susmamdan, en iyi cevabı aldı. Kafasını salladı, üzgünce. Ellerini yanaklarımdan indirdi ve ayağa kalktı.

"Ben babana bakayım. Belki seninle konuşmak ister." deyip yavaş adımlarla odadan çıktı. Getirme onu yanıma, diyemedim. Yalnızca arkasından baktım. Onu üzüyordum. Onu üzmek beni de üzüyordu ama o ilaçları kullanmamın bir faydası yoktu ki. Kafamdaki sesleri susturmak istemiyordum. Belki canımı yakıyorlardı, belki beni kötü biri yapıyorlardı ama pek de umurumda değildi. Onlar yıllardır benimle birliktelerdi, onları mecbur kalmadıkça susturmak istemiyordum çünkü onların susması, beni boşluğa sürüklüyordu.

Birkaç dakika sonra odaya o girdiğinde gözlerimi yere diktim. Gitmesini söylemedim çünkü beni dinlemeyeceğini biliyordum.

"Kızım," diye mırıldanıp karşımdaki sandalyeye oturdu. Kafasını hafifçe önce eğerek gözlerime bakmaya çalıştı. Çok zorlamadım, baktım gözlerine. Bomboş baktım ama. Yüzümde hiçbir ifade yoktu.

"Nasılsın?" diye sordu yumuşak bir sesle.

"Neden gittin?" diye sordum, gururumu görmezden gelerek. Belki yine yalan söylerdi, ben yine yalanlarına inanırdım... O hep yalan söylerdi ki zaten. Tutamayacağı sözler verirdi, beni bir şekilde kendine inandırırdı...

Gerçi bunun için de fazla çaba sarf etmesine gerek yoktu. Çünkü ben ona hemen inanıyordum zaten.

"Ben," dedi ve durdu. Ne diyeceğini düşündü. Birkaç saat önce, onu dinlemem için bana yalvaran adam, şimdi susmuştu. Diyeceği yalanları mı unutmuştu acaba? Zeki bir adamdı oysaki, kolay kolay bir şeyleri unutmazdı. Değişmiş olmalıydı geçen onca zamanda. Bu yüzden fazla sorgulamadım.

"Bir bahane bulamıyorsun," diye mırıldandım sessizce. "Sana kanacağımı bile bile, bir yalan söylemiyorsun. Çıkar mısın odamdan? Uyumak istiyorum." Ayağa kalkıp yatağın diğer ucuna gittim ve kendimi ince örtünün içine sakladım. Bir süre öylece durdu, sonra ayağa kalkıp gitti.

Yalnızca birkaç dakika düşüncelerimi, beynimin içindeki sesleri duymazdan gelip onu dinlemek istemiştim. Yalanlarına inanacaktım, diyordum. Bu kadar aciz bir durumdaydım. Ama o, beni yine yüzüstü bıraktı. Basit bir yalanı bile söyleyemedi.

Olsun, baba. Ben seni içten içe sevmeye devam ederim. Sonra... sen yine gider, ardında bir harabe bırakırsın. Bizim için alışılmış bir durumdur çünkü bu; Sen gidersin, sonra gelirsin, hiçbir şey olmamış gibi. Ben, yine içten içe severim seni, özlerim ama belli edemem.

Bir yıkımın altında kaldım, baba. Yıkılan ise, benim içim.

×

Maria, diyecek bir şey bulamıyorum sana. Çok güzelsin. Bunu bil yalnızca.

Sizi seviyorum❤

SEVİNÇLER VE SEVİLMEYİŞLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin