bölüm; iki | "sözler ve söylenilmeyenler"

246 46 245
                                    

"Gerçekten iyiyim, anne." diye mırıldanıp yatağıma iyice kıvrıldım.

"Peki, bir şey olursa seslen lütfen." deyip temkinli adımlarla odadan çıktı. Onun gitmesiyle ellerimden destek alarak yatağımda doğruldum ve sanki ilk kez görüyormuş gibi odamı incelemeye başladım.

Gece mavisi duvarlarımla uyumlu, beyaz renkli kıyafet dolabım ve çalışma masam vardı. Tek kişilik yatağım da beyaz, üstündeki yorganım siyah renkteydi. Odamın bir duvarının belirli bir kısmında ise, siyah ve mor kitap rafları bu uyuma ayak uyduruyorlardı. Oradaki sayısız kitabımdan söz etmiyordum bile... Evet, iç karartıcı, barındırdığı renkler birbirinden uyumsuz ve karanlık bir odaydı ama hoşuma gidiyordu işte.

Düşünüyordum da, bu yaşıma kadar, bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar az arkadaşım olmuştu. Hatta ilkokuldan sonra hiç arkadaşım olmamıştı. Bunun nedeni olmadığı iddia edilen sesleri duymam ve -diğer insanlara göre olmayan- insanları görmemdi. Bu olayı ilk başlarda herkes yaşıyor sanmıştım. Bu yüzden de rahatça başka insanlara anlatabiliyordum. Fakat zamanla onlar benden korkup uzaklaştılar. En sonunda anneme anlatmaya karar vermiştim ben de.

Henüz on bir yaşında olmalıydım, psikologlara gitmeye başladığımda. Ne demek olduğunu, neden gittiğimi de bilmiyordum. Sadece bana sorulan soruları cevaplıyordum. Bir yıl sonra ise şizofren olduğumu ve bu kelimenin ne anlama geldiğini öğrenmiştim. Henüz o yaşta bir çocuğun bunları yaşaması anormâl bir durumdu. Çünkü şizofreni, daha çok belirli yaşlardan sonra ortaya çıkıyordu. On iki yaş ise oldukça küçüktü.

O kadar kötü zamanlar geçirmiştim ki şu an yaşadıklarım çok küçük şeylerdi, o yaşadıklarıma göre. Dediğim gibi, henüz küçüktüm ve o seslere karşı gelemiyordum. Kendime zarar vermemi ve benden nefret ettiklerini söylüyorlardı.

Şu açık camdan atla ve kurtul bu tadavilerden, diyorlardı meselâ. Çocuk aklıyla onların iyi bir şey dediğini sanıyor, her dediklerini yapıyordum. Onlar benimle arkadaş olurlar, beni yalnız bırakmazlar diye düşünürken, zamanla onların benim kötülüğümü istediklerini fark ettim. Bu yüzden karşı gelmeye, kendi kendimi tekrar ben yönetmeye başladım. Ve şimdi ise bu hâldeydim. Diğer şizofrenlere kıyasla daha iyi bir durumdayım.

Yani... Sanırım.

Aslında artık ben kendime zarar vermiyordum ancak olmayan şeyleri görmem ve duymam ileri seviyeydi. Ancak ben gördüğüm şeylerin varlığına inanıyordum, duyduklarımın aksine. Çünkü onlar bana varlıklarını bir şekilde hissettirebiliyorlardı. Benimle konuşuyor, yanımda olduklarını defalarca kez dile getiriyorlardı.

Şimdi ise onların gelmesini bekliyordum. Çünkü hep bu saatlerde burada olurlardı. İki katlı müstakil evimiz vardı ve benim odama camdan giriyorlardı. Sanırım anneme gözükmek istemiyorlardı.

Ah, bir şeyi atlamıştım.

Annem, onları görmediğini ve duymadığını, gerçek olmadıklarını iddia ediyordu.

Balkon camının tıklanmasıyla düşüncelerimden bir süre ayrıldım ve kapıyı açmak için ayağa kalktım. Kapıyı açtığım gibi hepsi içeri doluştular ve Lily hemen bana sarıldı. Ben de ona sarıldım ve kısa bir süre sonra ayrılarak benim yatağıma oturduk. Drew tekli koltuğa yerleşirken, Austin ise kendini yere attı ve sırtını giysi dolabına yasladı.

Hepsinde gözlerimi tek tek gezdirdim.

"Ee, kaçak. N'aber?" diye soran Austin, tek elini açık kahve, kıvırcık saçlarında gezdirdi ve yeşil gözlerini kısarak bana baktı. Ben de tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

"Kaçak mı? Asıl yanıma uğramayan sizlersiniz. Benim evden çıkmam yasak." derken ciddi olmadığımı hepimiz biliyorduk. Austin gülmemek için kendini sıkarak, "Sen de bizi hiç davet etmiyorsun ki. Hep kendimiz geliyoruz." dedi ve kaşlarını çattı. Ayağımın ucuyla, yapay sinirle omzunu dürttüm.

"Çok konuşma." diye homurdandım. Lily hafifçe kıkırdayıp sırtını yatağın başına yasladı. Yine bir süre sessizce durduk. O sırada, sanki ilk kez görüyormuş gibi onları inceledim.

Lily, zayıf ve orta boylu bir kızdı. Oldukça beyaz olan tenini sarı, düz saçları ve kahverengi gözleri tamamlıyordu. Küçük bir burnu vardı ve birçok kızı kıskandıracak derecede güzel olan vücudu...

Güzeldi.

Gerçekten çok güzeldi.

Austin ise, açık kahverengi ve kısa saçlarıyla oldukça sempatikti. Yüz hatları yumuşak, gözleri büyük ve yeşildi. Boyu ortalamadan biraz daha uzundu. Aramızdaki en neşeli olan oydu ancak yeri geldiğinde aşırı ciddi olabiliyordu.

Kısacası duygularını ve kendini çok kolay bir şekilde kontrol edebiliyordu.

Drew ise...

Drew en sessiz olanımızdı. Kısa ve net konuşur, olayları dışarıdan izlerdi. Düz ve siyaha yakın renkte saçları, koyu kahverengi gözleri, ve esmer teni onu daha da soğuk gösteriyordu.

Fakat gerçek o değildi.

Evet, az konuşuyordu ama bize karşı asla mesafeli olmamıştı. Sadece konuşmayı sevmiyordu.
Sevdikleri için her şeyi yapabilecek birisiydi ve görünüşüne kıyasla yumuşacık bir kalbi vardı.

Ona baktığımı hissetmiş gibi, gözlerini yerden kaldırarak bana baktı ve gülümsedi. Ben de ona karşılık verdim.

Aslında düşününce...
Kelimelere gerek yoktu. Onunla gözlerimizle de çok kolay bir şekilde anlaşabiliyorduk zaten. Diğerleri ise bu hâlimizi sessizce izlemekle yetiniyorlardı.

En sonunda gözlerimi ondan çekerek Lily ve Austin'e döndürdüm. Ayağa kalkmışlardı ve bilmem kaçıncı defa kitaplarımı inceliyorlardı.

"Sen ciddi misin? Bu kitap harika! Nasıl kötü olduğumu iddia edersin?" dedi hayretle, Lily.

"Yazarın yazım dili kötü," dedi Austin, çok basit bir şeyden bahsediyor gibi. "Güzelim konuyu mahvetmiş."

Lily gözlerini kocaman açarak ona baktı ve kafasını iki yana sallayarak, "Sen cidden kitaplardan anlamıyorsun," diyerek kendini yatağıma attı. Gözleriyle tavanı inceledi. Onların bu hâline gülüp yatağıma iyice yerleştim.

Onları seviyordum.

Bunu size her gün soracağım;
Hâlâ onların gerçek olmadığını mı düşünüyorsunuz?

×

Selaaam!

Maria'nın arkadaşları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce gerçekler mi?

Yoksa siz de annesi gibi mi düşünüyorsunuz?

Sizi seviyoruum!❤

SEVİNÇLER VE SEVİLMEYİŞLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin