bölüm; on üç | "istemsiz gülüşler ve affedemeyişler"

80 29 87
                                    

Geçmiş, geleceğimizdi; bunu öğrenmiştim.

Geçmişte yaşadıklarım, belki de geleceğimi yönlendiriyordu. Belki de bir dakika sonramı...

Babam gelmişti, buradaydı ve hiçbir şey olmamış gibi onun yanına gidip sarılmamı bekliyordu büyük ihtimâlle. Fakat bunu yapmayacaktım. Bana söylediği sözleri yutamazdım. Bu kolay değildi.

Bana öyle şeyler söylemişti ki, ben, kendimden ilk kez utanmıştım. Ben, kendimden ilk kez o zaman utanmıştım.

Söylediği şeyler hazmedebilinecek türden şeyler değildi.

Evet, onu çok özlemiştim. Yanımda oluşunu, bana bir şeyler anlatışını çok özlemiştim. Ama aramızda aşılamayacak şeyler vardı. O, benim hastalığımı yüzüme vurmuş ve benden utandığını, bana bakamayacağını söylemişti. Sekiz yıl geçmişti ve o, karşıma geçip onu dinlememi söylüyordu.

Ben onu sekiz yıl önce dinlemiştim.

Öyle bir dinlemiştim ki, başka hiçbir ses ve söylenen hiçbir şey umurumda olmamıştı.

Konuşma hakkını o zaman kullanmıştı. Ben artık onu dinlemeyecektim. Tek istediğim gitmesiydi. Yıllar önce yapmıştı ne de olsa, bahanesi de vardı yine. Arkasını dönüp gidebilirdi.

Tanrı şahidim olsun ki, gücüme gitmezdi, kalbimi kırmazdı.

Aslında ona karşı bir kalbim var mıydı, onu bile bilmiyordum. Sadece kafam çok karışıktı. Tek temennim onun, benim beynimin bir oyunu olmasıydı. Aksi takdirde hiç hoş şeyler olacağa benzemiyordu. Özellikle annem onu gördüğünde...

Şimdi yan tarafımdaki yatakta oturmuş, küçük bir çocuk gibi ağlıyordu.

Üzülüyor muydum? Kesinlikle.

Ama şu an gururum, duygularımın önünü kapatıyordu. Böyle bir durumda ben beynimi değil kalbimi dinlersem, kendimi asla affedemeyecektim, biliyordum.

Bir adım atıp yanına oturdum. Aramızda bir miktar mesafe bırakmıştım.

"Neden ağlıyorsun?" diye sordum yere bakarak. Ellerimi yatakta iki yanıma koyarak destek aldım. Onun elleri ise hâlâ yüzündeydi. Sessizce iç çekti ve kafasını kaldırmadan konuştu.

"Çünkü zoruma gidiyor," dedi. Yüzü avuç içlerine yaslı olduğu için sesi boğuk çıkmıştı, bu yüzden onu anlamakta güçlük çekmiştim.

"Zoruna giden ne?" diyerek gözlerimi yerden ona çevirdim. Cidden, zoruna giden neydi? Burada ağlaması gereken bendim belki de. Ama oturmuş ağlayan oydu.

"Senin..." diye mırıldandı ve durdu. Yüzünü ellerinden kaldırdı. Avuç içleri ıslanmış, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Yeşil gözlerinin içindeki damarlar kendini belli ediyordu, ağladığı için olmalıydı. "Senin bana söylediğin sözler... Kaldıramadım."

Şaşkınca ona baktım. Alayla güldüm ve kafamı salladım. İnanamıyordum, gerçekten inanamıyordum.

"Kaldıramadın, öyle mi?" derken sesim alaylı çıkmıştı. Ellerinden destek alarak, sinirle oturduğum yataktan, dolayısıyla onun yanından kalktım ve karşısına dikildim. Kafasını kaldırarak bana baktı.

"Sana kaldıramayacağın daha ağır sözler söyleyebilirdim, biliyor musun? Ama yine susuyorum. Yine sesimi çıkarmıyorum. Söylesene, sen bunları bile kaldıramazken, ben seni o söylediğin lafları nasıl kaldırayım? Nasıl kaldırdım ya da?" dediğimde gözlerini benden çekti ve arkamdaki duvara sabitledi. Bir an olsun bana bakmıyordu.

"Söylesene," diye mırıldandım. "Hiç mi canın acımadı, o sözleri yazarken? Hiç mi kalbin ağrımadı? Üzüleceğimi düşünemedin mi?" Hiçbir şey söylemedi, yine sustu. Gözlerini bana çevirmemek için üstün bir çaba sarf ediyor gibiydi.

"Ben," dedi en sonunda, birkaç dakikanın ardından. "Ben çok pişmanım."

"Ben," dedim onun gibi. "Seni affetmiyorum. Umarım bana yaşattığının daha ağırını sen yaşarsın." Sözlerim acımasızdı belki, umurumda bile değildi.

"Büyüdün," diye mırıldandı. Sesi, canı acıyor gibi çıkıyordu. "Büyüdün ve acımasızlaştın. Büyümek sana yaramadı, küçük kızım."

Kafamı iki yana salladım.

"Sadece senin anladığın dilden konuşuyorum," derken sesim yüksek çıkmıştı.

Birkaç adım geriye gidip, arkamdaki sandalyeye oturdum. İçimden gelen gülme isteğini bastırmaya çalıştım.

Tanrım, bana ne oluyordu böyle?

Kendimi o kadar sıktım ki kızardığıma adım kadar emindim. Ardından kendimi tutamadım, kahkaha atmaya başladım. Deli gibi gülüyordum, oysaki şu an belki de ağlamam lazımdı.

Sırtımı sandalyeye yaslayıp öyle gülmeye devam ettim. Kendimi kontrol edemiyor gibiydim, ipler benim değil, bir başkasının elindeydi sanki.

Elimi karnıma koydum, gülmekten ağrımaya başlamıştı ama ben hâlâ kendime engel olamıyordum. Babamın yüz ifadesini merak ediyordum, şaşırmış mıydı? Belki de burada değildi, gitmişti.

Eğer gitmediyse de dakikalarca susmamı bekledi, dakikalarca güldüm.

Dalga geçtiğimi falan düşünüyor olabilirdi, hatta büyük olasılıkla öyle düşünüyordu ama gerçekten benim elimde olan bir şey değildi.

En sonunda zar zor kendimi durdurarak tavanı izlemeye başladım. Birkaç damla gözyaşı, çok güldüğüm için yanağıma düşmüştü.

Sessizce iç çekerek olduğum yerden kalktım ve odadan çıktım. Arkama da bir daha dönmedim.

Üzgünüm, baba, seni seviyorum ve özledim ama bu kadar kolay affetmemi bekleme...

×

SEVİNÇLER VE SEVİLMEYİŞLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin