29.07.2012,
Gözleri dalgınlıkla odasının tavanını izleyen küçük kız, ara sıra sessizce iç çekiyordu. Belki de bunu yaptığını farkında bile değildi. Yaşı küçüktü, on bir, belki de on iki ancak olmalıydı. Fakat beynini talan eden düşünceler, o yaştaki bir çocuk için fazlaca büyük ve derindi.
Bu derinlik, onun boyunu aşıyordu. Sığ olmadığı gibi bataklık gibiydi de. Küçük kız, biliyordu ki o bataklığa saplanırsa geri çıkamayacağı gibi, bir de o lanet yerde boğularak ölecekti.
Fakat kendine engel olamıyordu.
Fazla düşünüyordu. Aslında düşünmesi gereken bir durum da söz konusu sayılmazdı, sadece en ufak şeyleri bile sorguluyordu.
Bir gün, şu an olduğu gibi sorgulamak yerine, gerçeklerden kaçacağını bilmeyerek...
Kafasındaki sesler, onun arkadaşıydı. Hiç değilse o, öyle görüyordu veya görmek istiyordu.
Fazlaca saftı. Gerçekleri göremiyor, belki de görmek istemiyordu. İkisi arasındaki farkı, etrafındaki kimse anlayamazdı.
Sessizce iç çekti tekrar. Odası havasızdı, yaz mevsimi olması ve penceresini açtırmaması da bunda büyük bir etkiye sahipti.
Bu mevsimler, hoşuna gitmiyordu.
Kış mevsimini daha çok seviyordu, diğer yaşıtları gibi parklarda oynamaktan zevk almıyordu.Aslında her şeyi, yaşıtlarından farklıydı.
Kafasının içinde konuşan arkadaşları, bu farklılıkların başını çekiyordu. Fakat küçük kız, bunun farkında değildi. O seslerin, ona zarar vereceğini ve vermek istediğini bilmiyordu.
Gözlerini beyaz tavanından çekerek, sırtüstü yattığı yatağından doğruldu ve oturur pozisyona geldi. Yeşil gözleri ayaklarını koyduğu soğuk parkeye döndü. Bir elinin parmaklarını, pembe pijama üstünün uç kısmına getirdi ve orayla oynamaya başladı. Kahverengi saçları yüzüne düştü, gözlerini yerden ayırmadı.
Bugün içinde garip bir burukluk vardı.
Yataktan çıkmak şöyle dursun, kalkıp yemek yemek bile istemiyordu.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini yerden kaldırarak yatağından kalktı. Yavaş ve ağır adımlarla odasından çıktı, mutfağa girdi. Aynı sessizlik ve yavaş hareketlerle sandalyeye oturdu ama bir gariplik vardı.
Ev... Ev fazlasıyla sessizdi.
Gözlerini annesine dikti. Zoraki bir şekilde dudaklarını yana kıvırdı ve "Günaydın," diye mırıldandı.
Oysaki gün hiç de aymamıştı onun için. Annesi sırtı ona dönük bir şekilde durmaya devam ettiğinde bir gariplik sezdi ve sandalyesini iterek ayağa kalktı. Annesinin yanına ulaştı, onun koluna yavaş bir şekilde parmaklarını değdirdi ve annesinin yüzünü görmek için kafasını öne eğdi.
Kafasını çevirdi, kadın. Kızının onu öyle görmesini istemiyordu.
Fakat küçük kız üstelemeye devam etti, inatla annesine bakmaya çalıştı. En sonunda yüzünü görebildiğinde yutkundu.
"Sorun nedir?" dedi sessizce. Kadının gözünden bir damla yaş daha yuvarlandı. Dudaklarını ısırdı, ağlamak istemedi. Dudaklarını parçalarmışçasına ısırdı, kendini sıktı; ağlamayacaktı, bunu kendisine ve küçük kızına yapmayacaktı.
Fakat kendini tutamadı, sessiz ama iç yakacak bir şekilde hıçkırdı. Eliyle ağzını kapattı, kendine engel olması gerekliydi. Çünkü biliyordu ki, eğer kendini tutmazsa bu hıçkırıkların ardı arkası kesilmeyecekti.
"Baban," dedi ve sertçe yutkundu. "Gitti."
Kız durdu ve gözlerini annesine dikti.
"İşe mi gitti? İyi de bunun için ağlamana gerek yok ki, akşam geri gelecek."
Kadın gözyaşlarını durduramadı, hatta daha da hızlandı.
"İşe değil," derken dedi fısıltıdan farksız çıkmıştı. "Uzaklara gitti. Geri gelmez büyük ihtimâlle."
Kızın gözleri hafifçe doldu. "O gelir ki," dedi, sesi titrerken. Eli hâlâ annesinin kolunu tutuyordu. Kendisi mi destek alıyordu, yoksa annesine mi güç veriyordu, kendisi de bilmiyordu. "Beni özler, geri gelir."
Annesi sustu.
Baban senin yüzünden gitti, diyemedi. Sana bakamayacağını, zihnindeki olan olaylarla başa çıkamayacağını düşünerek gitti, de diyemedi.
Nasıl denirdi ki?
Hangi baba, kızına şizofren teşhisi konuldu diye, ondan utandığı için kızını bırakıp giderdi?
Peki ya, hangi anne, bunu çocuğuna açıklayabilirdi?
Sustu, o yüzden. Kızına hiçbir cevap vermedi. Onları, başka bir kadın için terk etti, diye bilmesi, küçük kızı daha az yaralardı hiç değilse.
Ona bu yalanı söyledi, kalbi gerçeği söylemeye cesaret edemedi.
Fakat bilmiyordu ki, babası acımasızca kızı için bir mektup yazmıştı. Onu, odasının en göz önünde duran kısmına yerleştirmiş, ve öylece arkasını dönerek gitmişti.
Mürekkepten akıttığı her damlada, kağıda işlediği her kelimede buram buram acımasızlık kokuyordu.
"Sevgili kızım," diye başlamıştı, mektuba. Seviyordu kızını, fakat kızının böyle olması... Adamın kabullenebileceği bir şey değildi. "Ben gidiyorum. Seni ardımda bırakmak istemezdim ancak kendimi buna mecbur hissediyorum. Ben, senin gibi bir kız çocuğunu kabullenemem, bunu kendime yapamam. Sahi, neden hiç diğer çocuklara benzemedin? Meselâ neden hiç parka gitmek istemedin? Neden bahçede koşup, benimle oyun oynamak istemedin? Neden hastasın sen peki? Ben... ben bunu yapamam. Ben sana bakamam. Hem bunun için yeterli değilim hem de senden ne yazık ki utanıyorum. Diğer çocuklara benzemeni o kadar çok isterdim ki..."
Küçük kız henüz bu mektubu okumamıştı fakat okuduğunda, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da biliyordu.
Okuduğu zaman, tüm duyguları paramparça olacaktı. Belki de uzun zaman kendine gelemeyecek, onlarca kez intihara başvuracaktı, kendisi böyle olduğu için.
Küçük bir kızın, gelecek için inşaa ettiği umutları ve hayalleri, bir bir başına yıkıldı; o yıkıntının arasında kaldı. Nefes alamadı, tüm parçaları üzerinden tek tek attı. Ayağa kalktı fakat eskisi kadar güçlü değildi.
Küçük bir kız, kendinden utanmaya ve nefret etmeye başlamıştı.
Ve o kız, bir daha hiç kimseye karşı gerçek bir sevgi besleyemeyecekti...
×
Babası hakkında düşüncelerinizi çok merak ediyorum...
Sizi seviyoruuum!❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVİNÇLER VE SEVİLMEYİŞLER
Novela Juveniltamamlandı. × "Bir yıkımın altında kaldım. Yıkılan ise benim içim." × 28.02.2020, Cuma 20.06.2020, Cumartesi 10.06.2020, Çarşamba × @siwien'e