On Yedinci Yaş

1.5K 107 158
                                    

Seul, Güney Kore~

On yedinci yaş.

İki basamaklı bir rakama sığmayacak kadar çok anı biriktirdiğinizi sandığınız ancak yetişkinlere sorsanız daha hayatla alakalı tek bir fikrinizin  olmadığı o yaş.
Hani şu yetişkinlikle ergenlik arasına sıkışıp kaldığınız, ne giyerseniz giyin ya çok çocuksu ya da fazla olgun gösterdiğiniz lanet periyot.
Daha da önemlisi on yedinci yaş; birçok insanın kendi karakterini belirlediği, hayatını şekillendirdiği, yeniliklere açıldığı ve belki de kendini keşfettiği o yaş...

On yedinci yaş...

Ergenliğin getirdiği ruhsal ve bedensel değişimlere anlam veremiyor olmak bir yana dursun, insan eski kendini bile hatırlayamayacak hale geliyordu kimi zaman. Aynadaki suretinize baktığınızda gördüğünüz şeyden memnun kalmıyorduysanız eğer... İşte o zaman her şey daha zordu.

Kim ne der, nasıl der; sizi kim daha az sever, belki yargılar...
On yedinci yaşın yaraları pek bir ağır olur, çaresi de zor bulunurdu. Canınızı yakan o taze yaralar kurudukça kanatırdılar, çevrenizdeki herkes bir tutam tuz basar; en çok da dayanamayacağınıza inanmışken sanki bu anı beklemiş gibi sınırları zorlarlardı. Bazen öyle bir hale gelirdi ki insan, nefes almak artık işkence gibi hissettirirdi. Doğrusu, kimsenin sizi gerçekten önemsemediği bir hayatınız vardıysa artık nefes almak da almamak da bir anlam ifade etmezdi. Neden etsindi ki zaten?

Hissizleşirdiniz zamanla...
Sorular ard arda gelir, tüm neşenizi sömürürdü birdenbire. Anı anına sığmayan bir manyağa dönme olasılığınız da vardı ki, o durumda Tanrı'dan başkası size yardım edemezdi sanırım... Hoş, Tanrı'dan umudu keseli pek uzun bir zaman olmuşken bunu söylemem biraz ironikti. Beni Tanrı'nın zavallı ama bir o kadar da sadık bir kulu sanmanızı istemiyordum.

Her şeyi özetlemek ve belki de süslü cümlelerle paketleyip sunmak kolaydı fakat anlattığım durumlardan birinin içine sıkışıp kalan ben değilmişim gibi davranmak pek de iyi hissettirmiyordu.
Aynaya baktığımda karşıma çıkan umutsuz ve solgun suret olabildiğince gerçekti çünkü.
Aynadaki aksimi mutlu etmek hiçbir zaman kolay olmamıştı ki zaten... Orada gördüğüm şey kalbimdeki boşluğu, o huzursuzluğu yansıtıyordu sanki. Bu sebeptendir ki gördüğüm tek şey lanet bir karanlıktı. Huzursuz, mutsuz ve belki de tek bakışta 'acı' diyebileceğim katran tutmuş hatıralara açılan bir perdeydi sanki orası, aslında sandığım kadar da boş değildi anlayacağınız.

"Bu hafta da olmadı... Neden böyle yapıyorsun?" Dedi üzerindeki beyaz önlüğü rahatsızca çekiştirip muhtemelen bininci kez sıkıntıyla iç geçirirken. Buraya isteksiz gelmem bir yana dursun, bunca çabasına rağmen ilerleme kat etmek için tek bir harekette bulunmuyor olmam onun için fazla yorucu olmalıydı. İşini istediği gibi yapamıyor olmasının sebebi bendim ve biliyordum ki bu zamana kadar yanına gelen herkesin övgüyle bahsettiği doktor Kim sinirlenmekte haklıydı.

Kimi kandırıyordum ki? Bunun tam aksini düşündüğümü açlıktan zil çalan midem de dahil hepimiz biliyorduk. Onun sinirlenmesine üzülecek değildim, değil mi?

Gözlerimi tombul parmaklarıma dikip en az onunki kadar sesli ancak tam aksi iğreti dolu bir iç geçirdim. Parmaklarımın görüntüsü, yenilmiş hatta yer yer kanamış tırnak etlerimle birleşince içimdeki kusma isteğini körüklüyordu sanki. Yamuk yumuk uzamış tırnaklarım, kurumuş parmak boğumlarım ve yumruk yapmış şekilde tuttuğum ellerim yüzünden kızarmış avuç içlerimle saatlerimi ağır işlerde çalışarak geçirmiş gibi gözüküyordum muhtemelen.

Keşke... Dedim içimden. Öyle olsaydı koca aptal kıçım seneler sonra işe yarardı belki de.

"Bak... Böyle yaparsan ailen çok üzülür. Kendin için yapmıyorsun... Onlara da mı saygın yok?" Kısık sesi kulaklarıma ulaştığında başımı önümdeki görüntüden onun yakışıklı suratına çevirdim. Genç yaşında başarıyı yakalamış, hayatı boyunca ismini hatrı sayılır kez en önemli yerlerde geçirmiş biri beni nasıl anlayacaktı sanki? Buraya gelmem elbette hataydı.

To Make You Feel My Love || MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin