23. take me, i'm alive.

707 95 57
                                    

Hepinize selamlarr.

Nasılsınız?

Uzun bir süre bölüm gelmemesinin sebebini anlatmıştım. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Ve bu aralar gerçekten paylaşmak istediğim bir kurgu daha var, onu da yakın zamanda atacağım diye düşünüyorum.

Sizleri seviyorum, iyi okumalar dilerim. :)

Şarkı: Roniit - The Beautiful People (Marilyn Manson Cover)









Kimse birbirinden üstün değildi. Herkes eşit yaratılmış, eşit haklar tanıtılmıştı. Eğer kullanmasını bilmiyorsanız, bu sizin için sadece bir düşüklük olurdu.

Herkes, zayıf olabilirdi. Herkes belki çok güçlü de olabilirdi. Bu elinizde bulunan gücü kullanmakla alakalıydı. Eğer akıllıysanız ve bu işi nasıl yapacağınızı iyi biliyorsanız gerisi pek bir önemsiz kalırdı.

Roxanne ise, elindeki gücü fazlasıyla iyi kullanmakla beraber nasıl geliştireceğini de iyi biliyordu aynı zamanda. Yanlış insanlara güvenmiyor, sezgilerinin peşinden gitmiyordu. Çünkü sezgiler bir yanılsamaydı.

Onlar birer olasılıktan ibaretti. Doğru ya da yanlış iki ayrı seçenek vardı ve eğer yanlış olanı seçerseniz büyük bir çukura yuvarlanırdınız. Sezgileri dinlemek ya da sezgilerin peşinden gitmek sadece gerçekten risk almayı sevenler tarafından kullanılırdı.

Kadın ise bunlardan metrelerce uzak, emin olmadığı bir bilgiden ya da kesin olarak konuşulmayan bir durumdan uzak kılardı kendini. İstediğini alır, istediğini verirdi. Hayatın kurallarını kendine göre koymayı sever buna göre hareket ederdi. Elbet, insanların dediklerini yapardı fakat kimse fark etmezdi; aynı zamanda istekleri yaparken kendi istekleri de olurdu.

Çünkü her şeyi güzelce yönetir, kimsenin farkına varmamasını sağlardı.

Şimdi ise, her şey güzel bir düzende ilerlemişti.

İstediği gibi, Bay Jeon, Bayan Kim'den ayrılmıştı. Elbette olacak bir şeydi tabii, en azından Roxanne böyle düşünüyordu. Onu elde ettiğini de anlamıştı, zor olmamıştı.

Böylelikle oturduğu siyah deri koltuğun üzerinde biraz daha yayılmış, bacak bacak attığı bacaklarından tekini oynatıyor topuklu ayakkabılarını birbirine değdiriyordu flörtöz cilvelerle. Adam ise onun tam karşısında, bu tavırları pek bir takmaz halde telefonuna odaklanmış gibi davranmaya çalışıyordu.

Yaklaşık birkaç dakika önce, adamın evine gelmişti Roxanne. Tabii ailesiyle yaşadığı eve gelmesi büyük bir risk olacağından bunu diğer evinde yapmak istemişti. Bu nedenle diğer evine kadını çağırmış, çağırmasının ardından pek uzun sürmeyen bir zamandan sonra da kadın gelmişti.

Fakat oturdukları an sanki daha da büyüyor, ikisini sıktıkça sıkıyordu büyük bir sıkıntıyla. Roxanne gelme sebebini anlayamamıştı elbet, bu yüzden öylece gözlerini adama dikmiş; bir cümle ya da bir hareket beklerken sanki bunu adam görmüyormuş gibi öylece ekrana bakmaya devam ediyordu.

Bay Jeon, bir hafta öncesinde Roxanne'ı aramış ve onu sevdiğini söylemişti. Bu nedenle de kadın, adamı elde ettiğinden bir o kadar da emindi. Öz güveni tavan yapmış, egosu yükselmiş gibi bir havalardaydı. Nasıl olsa sevdiği adam seviyordu onu artık. Mutlu olmaması için ya da öz güveninin artmaması için herhangi bir sebep yoktu.

Ama bu süreçte iyice sıkıcı olmaya başlamıştı bu nedenle kadın sıkıntıyla dudaklarını aralamış ve oturduğu siyah deri koltuktan kalkarak adama doğru adımlamıştı. ''Çağırdın ama,'' Demişti derin sesini duvarların kulaklarına bahşederken. Cümleye başlamasıyla ise adam kafasını telefondan ayırmış, bu sefer bir telefon ekranına bakmaktan ziyade kadının keskin gözlerinin içine bakmaya başlamıştı. ''Hiç konuşmuyorsun, Jeon.''

Illimite | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin