19. i'll be waiting for you.

634 106 34
                                    

Hepinize tekrardan merhaba.

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, sizleri seviyorum.

İyi okumalar.

Şarkı: Blackbriar - Let Me In














20 Şubat

Sevgi, içinde birçok kavramı barındıran bir kelimeydi. İnsandan insana göre değişir, fikirler ayrılırdı bu kelimede. Bazılarına göre bu, umutsuzluk; bazılarına göre ise, rüya gibiydi. Bazılarını yaşamdan alıkoyacak kadar güçlü, bazılarını ise yaşama tekrar bağlayacak kadar büyüktü yaşattığı his.

Her şeyin sonu olduğu gibi, büyük bir çoğunluk bununda sonunun olduğuna inanırdı. Çünkü, her güzel şeyin sonu vardı diye düşünüyorlardı. Aslında bu, sadece umudu kalmamış insanların bir şekilde kendini avutması olarak kabul edilebilinirdi.

Bir insanın yaşadığı hiçbir duygunun sonu yoktu çünkü her saniye bir şey düşünür, düşündüğümüz şeye göre de duygu yaşardık sürekli olarak. Hayatımız boyunca da devam ederdi bu, hiçbir zaman hissiz hissetmezdik ki hissizlik bile bir histi.

Bitmişlik, tükenmişlik belki de yok olmuşluk, bunlar bile insanı insan yapan duygulardandı. Yaşamakta olduğumuz ve daha da yaşayacağımız.

Sevginin ise, bir sonu yoktu.

Ve o sırada, ufaklığın parmakları arasında tuttuğu kırmızının en güzel tonlarında ona sunulmuş olan güle doğru bakan iri gözler hafifçe kırpışmıştı. Aynı zamanda da sevginin en güzel evresini yaşıyordu içinde. Ne o mavi gözleri görebiliyor, ne de mavi gözlerin sahibine dokunabiliyordu fakat onu göremese de, dokunamasa da içinde kocaman bir şekilde yaşıyordu onu.

İçindeki öfke ise, yatışmıştı bir şekilde.

Her zaman öfkeli olamazdı ona karşı. Elbette onu bu denli özlediği zamanlar olacaktı, oluyordu da.

Yavaşça parmak uçlarını canının acıyacağını bile bile gülün dikenlerine doğru sürtmüş, kısık bir nefes firar etmişti dudaklarından. Sanki gül, özgürlüğüymüş gibi bakıyordu ona. Renkler ise ilgisini çekmiş, bakışlarını derinleştirmişti.

Rüzgar ise ufaklığın bu bakışlarını kıskanmış gibi bir anda sertçe esmiş, iri gözlünün saçlarını aynı sertlikle yalayarak geriye doğru savurmuştu birden. Öyle sert bir rüzgardı ki bu, ağaçların yapraklarından çığlıklar firar edercesine sesler dökülmüştü teker teker. Jungkook ise korkusuzca kafasını kaldırmış, yavaşça bakmıştı bu çığlık atan ağaçların en anlatmak istediğini anlamak istercesine.

Böylelikle elinde duran kırmızı gülü, yere doğru bırakmış; rüzgarla dans edercesine zeminle buluşmuştu kırmızılıklarıyla. Adımlarını ise, kararlı bir biçimde atmaya başlarken kahverengi tutamları savruluyor, rüzgar daha sert savurmaya başlıyordu ufak cüssesini.

Buna rağmen ufaklık çok cesaretliydi.

Korkmak için artık çok geçti çünkü, o korkmuyordu. Her şeyi başarabileceğini düşünüyor, her geçen gün fark ediyordu ne kadar iyi olabileceğini.

Attığı her adımda yerdeki taşlara işkence ediyor, öylece yürümeye devam ediyordu bu uzun ağaçların arasına. Hiçbir şey önemli değilmiş gibi, kendi benliğini bırakmaya hazırmış gibi yürüyordu öylece. Neye hazır hissediyordu bilmiyordu fakat, yürüyordu işte merakını dindiremeyerek.

Illimite | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin