Kargaşa.
Şimdiyi tanımlamak gerekirse tek söyleyebileceğim bu olurdu. Ağlayanlar, bağıranlar, çağıranlar, geri gelmesini söyleyenler. Ambulansın sesi, ışığı, Calum'u arabadan çıkartamamaları, etrafta koşuşan insanlar, doktorlar, hemşireler.
Gözlerim sadece arabaya odaklıydı. Arabada sıkışmıştı, doktorlar onu çıkarmaya çalışıyorlardı. Buraya gelirken hastaneye gitmemiz gerektiğini söylemişlerdi ama hastane yolunda kaza yeriyle karşılaşmıştık. Donuktum, ellerim, bacaklarım hareket etmiyordu. İnsanların sesleri beynime uğultu gibi geliyordu. Luke'un ağlayışını, Michael'in bağırışını, Ashton'un onu o arabadan çıkarmaya yardım edişini görüyordum.
"Geri gel, Calum. Ölmek sana yakışmıyor,"
Kulağıma dolan cümleyle kendime geldim. O ölemezdi, saçma salak bir kaza yüzünden ölemezdi. Bana istediğini yapabilirdi, bana istediği gibi acı çektirebilirdi ama ölmüş olamazdı. Gözümden bir damla yaş aktı, gördüklerime inanamıyordum. Onun kaza geçirmiş olması imkansızdı. O kaza geçiremezdi, o benim canımı yakardı ama lanet olası bir arabada sıkışıp kalamazdı.
Bacaklarıma yönelen kuvvetle ileriye doğru birkaç adım attım. Düşünemiyordum bile, beynimin her bir köşesinde Calum'un ölmüş olabilme ihtimali saklıydı ve nereden dönersem döneyim, bu ihtimale çarpıyordum. Aklımdan ne kadar silmeye çalışırsam çalışayım, ne kadar kaçmaya çalışsam da bu ihtimalden kurtulamıyordum.
"Calum!" diye bağırdım ters dönen arabanın yanına geldiğimde. Onu göremiyordum bile ve bu beni korkutuyordu. Onu bundan sonra da göremezsem ne olurdu? Kendimi daha yeni anlayıp, ona aşık olduğumu kavramışken ölmesi saçmalık olurdu. Calum Hood meleksiydi ve melekler ölmezdi. Bağırışım herkesi susturmuştu, etrafta yankılanan ambulans sesinden başka hiçbir ses yoktu. Yere çömelip arabanın kapısını açtım ve içeri girdim. Ashton'un uyarı dolu sesini duyabiliyordum ama umursamıyordum.
Şimdi önemli olan ben değildim. Onun bir sürü sevdiği vardı, hayranları vardı, ona aşık kızlar vardı, annesi ve babası vardı, mükemmel arkadaşları ve mükemmel bir ablası vardı, bir hayatı vardı ama bunların hiçbiri bende yoktu. Hayatımda bir tek onlar vardı ama onların hayatında ben yoktum. Bensizde yaşayabilirlerdi. Ama onsuz asla.
Sonunda Calum'un kapalı gözlerini, siyah saçlarını gördüm. Aşağıya düşmüş kafasını ellerimle kavradım ve kana bulanmış yüzüne baktım. Ellerimi alnındaki, yanağındaki, elmacık kemiğindeki, dudağındaki yaralarda gezdirdim. Gözlerimden yaşlar boşalırken adını sayıklıyordum. Gözlerini açıp benimle birlikte buradan çıkmasını istiyordum ama beklediğim gibi olmadı. Uyanmadı ve bende o arabadan çıkmadım.
Yanaklarından ellerimi çektim ve üzerinden uzanarak diğer kapıyı açmaya çalıştım. Sıkışmış kapı açılmadığında bacağımı da Calum'un üzerinden attım ve kapıya tekmemi geçirdim. Açılan kapıya bakarak iç geçirdim, neden bunu yapmayı düşünemiyorlardı? Resmen onu ölüme bırakıyorlardı. Calum'u iterek arabadan çıkardım ve dizlerime yatırdım. Yüzündeki her yeri öperken nefes almadığını o zaman farkettim.
Nefes almıyordu ama ben nefes alıyordum. Bu haksızlıktı, o yaşamalıydı. Lanet olasıca ben ölmeliydim. Onu kurtarmalıydım, yeniden nefes alabilirdi. Bir kolumu başının, bir kolunu da dizlerinin altından geçirdim. Zorlanarak ayağı kalktım ve hıçkırıklarımın arasından bağırmaya başladım.
"Siktiğimin doktorları, nefes alamıyor!" Ashton koşarak yanıma geldi ve Calum'u kucağımdan aldı. İleriden gelen sedyeye onu koydu. Esmer teni beyazlaşmıştı. En sevdiğim kızıldereli dövmesinin üzerinde yaralar vardı. Kanla bulanmıştı yüzü, saçları kabarmıştı, dudakları morarmıştı. Beyaz tişörtü kırmızı renge bürünmüştü. Bu haline daha fazla ağladım.
Nefes alamıyordu.
Ölecekti.
Calum Hood ölüyordu.
Ve ben sadece bakıyordum, izleyebiliyordum. Kollarını bana dolayan Michael'a sokularak daha fazla ağlamaya başladım. Ellerim belini sararken havada asılı kaldı. Calum'un kanı ellerimdeydi. Yumruk yaptığım elimin tırnaklarını avucuma batırdım.
"Michael," diye seslendim. Başıma bir damla damladı. Burnunu çektikten sonra 'hı' gibi bir ses çıkardı. Sedyede ilerleyen Calum'a baktıktan sonra geri çekildim ve yaşlı gözlerine baktım. "Ölmeyecek değil mi, ölmez değil mi? Bizi bırakmaz değil mi?"
Michael sustu, cevap vermedi ve ben umutsuzluğun içine düştüğümüzü anladım. Kalbim dudaklarımın arasından çıkan soğuk duman gibi göğe yükseldi.
Geceleri bulutlar gidiyordu, o da mı gidecekti?
Son kez Mike'a sarıldım ve sedyenin peşinden koştum. Yandaki demirlere tutundum ve güzel yüzüne baktım. Doktorlardan bilimsel şeyler duyuyordum. Ama anladığım şeyler nefes alamadığı, kana ihtiyacı olduğu gibi şeylerdi. Ambulansın içine girmeye çalıştığımda bir doktor beni engelledi. Bağıracağım sırada iki kol belimden tutarak beni geri çekti. Arkamı döndüğümde Luke ile karşılaştım.
"İyi olacak tamam mı? Yaşayacak," ona değil yere baktım. "Bana bak. O güçlü, bir kaza onu öldüremez." dedi ama dediklerine kendisinin de inanmadığı belliydi. Gözleri arabaya gitti. İç geçirdi ve beni arabalarına yönlendirdi. Aceleyle bindik, Ashton ve Michael zaten bizi bekliyordu. Arka koltukta biraz daha Michael'a sokulurken, beynimde aynı cümle bilmem kaçıncı kez yankılandı.
Calum Hood ölüyordu.
☁☁☁
Yoğun bakımı ünitesi.
3 kelime, ama acısı büyük.
İnsanların yaşama tutunma savaşları, bedenlerini geri kazanmaya çalışmaları.
Bekleyenler, ölüm haberini ya da yaşam haberini.
Ağlayanlar, içeride hayatını adadığı insanları bekleyenler, 'hayati tehlikeyi atlattı, normal odaya alacağız' denmesini bekleyenler, şu insanı deli eden turuncu koltuklarda oturuyorlardı.
2 saat bir insan için kısa bir süre olabilirdi.
Ama burada kalbinizin ait olduğu kişinin ölüp ölmemesini beklerken o 2 saat size 2 sene gibi gelirdi.
Gittikçe yaşlanırdınız, omuzlarınız çökerdi. Umutlarınız teker teker cam gibi yerde parçalanırdı.
Yoğun bakımın otomatik kapısı açılıp kapandığında bir doktor onun ismini söyledi.
Gözlerim tekrar gün ışığına kavuşurken, umutluydum. Ta ki bir cümle beni yerle bir edene kadar.
"Calum Hood'un beyin ölümü 01:59'da gerçekleşti."
Calum Hood ölüyordu.
Y/n: Klişe olmayacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Clouds △ 5 Seconds Of Summer △ Completed
Fanfiction"giderken arkasında bıraktığı sadece bir avuç toz bulutuydu."