Image by: Artem Chebokha
29.Ağustos.2003
Cuma
Yavaşça araladığım gözlerime dolan ışıkla dört bir yana açtığım kollarımı ve ayaklarımı kendime çekip yatağın içinde kıvrıldım. Mutfaktan geldiğini tahmin ettiğim televizyonun kısık sesini bastıran konuşmalar şiddetlenirken yüz üstü dönerek yastığa sıkıca sarıldım. Geri uyumayı düşünmüyordum ama ayağa kalkabilmek için biraz zamana ihtiyacım vardı. Dizlerimi yumuşak çarşafın üzerinde sürüyerek karnıma doğru çektiğimde başımı hâlâ yastıktan kaldıramamıştım.
Bunaltıcı yaz sıcaklığına ve iki yastığın arasında kalmama rağmen yatağın üzerindeki ferahlatıcı soğukluğu hissediyordum. İkisi de uyanmıştı, normalde bu kadar geç kalkmazdım ama sabah çıktığımız koşunun ardından hiç olmadığım kadar yorgundum. Leto'nun oldukça keyif aldığı sabah sporlarının benim sayemde bir kabusa dönüştüğünü düşünmeden edemiyordum. O oldukça iyi bir koşucuydu ve spor zaten işiydi ama hem benim peşimden koşup başıma bir iş gelmediğinden emin olmak hem de sabah sporu yapmanın onu zorlaması şaşırtıcı değildi.
Uslu olmaya çalışıyordum, bunun için elimden geleni yapıyordum. Dışarı çıktığımız gibi ise kendime ve babama verdiğim tüm sözleri unutuyordum. Cape Town'da olduğumuz zamanlarda açık havada spor yapmak oldukça eğlenceliydi ama kaldığımız yerde bunun için özellikle yapılan tıpkı kırmızı halı serilmiş gibi görünen uzun yollar beni olacağımdan daha çok heyecanlandırıyordu. Etraf ağaçlarla kaplıydı ve gördüğümüz herkes bize selam veriyordu. Binaların arasında kalan ufak parkta her gün oyun oynadığım birkaç arkadaşım vardı ve bazı akşamlar Suha Ajumma'nın getirdiği tatlıları yemek harikaydı.
Korece konuşmak benim için sandığımdan daha kolay olmuştu ama yazmakta zorluk çekmeye devam ediyordum. Kelimelerin birleşimi ya da sıralarına göre değişen harfler kafa karıştırıcı, yazılışına göre farklı okunan kelimelerse bunaltıcıydı. Babamın yakın arkadaşı olan Chia Eonni bizi ziyaret ettiği her hafta sonu elinde tonlarca kağıtla gelip geç saatlere kadar kalıyor, sürekli bir şeyler tartışıyorlardı.
Chia Eonni'nin, babama okula gidersem bir şeyleri daha kolay öğrenebileceğimi söylediğini duymuştum, Leto'da ona her akşam aynı şeyleri söylüyordu. Babam ise gündüzleri çalıştığı için beni anneannenin yanına bırakmasına rağmen saat beşte arkadaşlarımla oyun oynadıktan sonra salondaki ufak masanın olduğu kısma bizi oturtuyor, ayaklarım uyuşup popom ağrıyıncaya kadar ders çalıştırıyordu. 'Ona dersleri okulda öğretildiğinden daha iyi anlatıyorum.' Neden okula gitmediğimi soran herkese karşı bunu söylüyordu. Sonuçta o büyük insanlara ders veriyordu, sanırım bana anlatması onun için zor değildi.
Eğer evde kalsaydım bu oldukça sıkıcı olurdu ama çoğu zaman anneannenin yanına ya da Leto'nun çalıştığı yere gidiyordum. Bu yüzden okula gitmek konusunda hiç ısrarcı olmamıştım. Açıkçası yeni insanlarla tanışmaya hevesliydim ama hâlâ benden yaşça büyük ya da yaşadığı yere göre farklı konuşan insanlarla anlaşırken zorlanmam beni korkutuyordu.
''Sessiz ol lütfen, Angel hâlâ uyuyor...'' Duyduğum sesle sonuna kadar açılan gözlerim kalbimin atışını arttırırken bugün günlerden ne olduğunu hatırladım. ''...gerçekten senden çok bir şey...'' Aniden doğrulup ayaklarımı koyu renkli halıya bastıktan sonra başımın dönmesinin geçmesi için biraz durdum. Gözlerim hızla geniş yatak odasının içinde gezinirken koridora çıkabilmek için ilerlemeye başladım. ''Üzgünüm ama gerçekten izin alamadım.'' Babamın olduğuna emin olduğum sesi takip etme isteğimle karşıda kalan odamın açık kapısıyla bakıştığımda koridorun ortasındaydım.
![](https://img.wattpad.com/cover/233105963-288-k734259.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozuk 2
Teen Fictionİnsanlar çoğu zaman konuşmadığım için içimdeki seslerle tartışan biri olduğumu düşünürdü. Oysa benim tek hissettiğim şey sonsuz boşluktu. Yataktan çıkmak çok yorucuydu, yemek yemek vakit kaybından öte değildi. Nefes almak, hayatta kalmak, yürümek bi...