16.Eylül.2003
Salı
Odamdan çıkarak mutfağa yürüdüğümde içeri girmeden önce çantamı ayakkabılığa bıraktım. Dünden daha iyi hissediyordum ve bu sabah karnım çok ağrımıyordu. ''Ellerini yıkadın mı?'' İnce ince doğrayıp haşladıktan sonra tavada kızartmaya başladığı sebzelerden başını kaldıran Leto babam geriye dönüp bana baktı. ''Evet baba.'' Genelde kahvaltı yapmayı sevmeyen babam şekerli ve sütlü kahvesini içtikten sonra bir parça kızarmış ekmek alarak evden çıkardı ama dün bizimle kahvaltı yapmıştı.
Şimdi de benden sonra banyoya girdiği ve okula beraber gideceğimizi söylediği için Leto'nun karşısındaki sandalyeye oturmayıp duvar tarafına geçtim. ''Hangi sebzeleri yiyeceğiz?'' Masanın yanmaması için aldığı altlığı ortaya koyduğunda elinde tuttuğu tavayı görebilmek için ayaklarımı katlayıp üzerine oturdum. ''Kendin bak bakalım ne varmış?'' Makinenin çalan zili pişen pirinci haber verirken kasemi kendime çekerek kavanozun içindeki çubuklarımı aldım.
Tavanın üzerinden çıkan ufak bulutlar yukarıya ilerlediğinde büyük küpler halinde doğranmış patatesi çabucak ağzıma attım. Dudaklarımı açarak elimi salladığımda yanan dilimi soğutmaya çalışıyordum. ''Yanacaksın tatlım yavaş ol.'' Sürahiye uzanıp doldurduğum suyu dilimdeki his geçene kadar içtikten sonra derin bir nefes aldım. ''Baban da gelene kadar bekle, o zamana kadar soğur.'' Pirinç doldurmak için kasemi istediğinde ona uzatarak dirseklerimi masaya yasladım. Biraz fazla acıkmıştım bu yüzden kabak dilimini çubukların arasına alıp soğuduğuna emin oluncaya kadar üfledim.
''Baba benim yumurtamı çevirmeyi unutma.'' Bu sefer omlet yapmak yerine sadece tavanın içine kırıp kapağını örterek pişmesine izin verdiği üç yumurtayı da masaya bıraktığında başını salladı. İkisi de bu üzerindeki beyaz ve sarı kısmın kıvranmaya devam ettiği, benim sıvı yumurta dediğim şeyi yiyebiliyordu ama ben bakarken bile midem bulanıyordu. Bu yüzden iki tarafı da kıtır kıtır oluncaya kadar kızarmasını istiyordum. ''Pirincini al.'' Tutmama izin vermeyerek ağzına kadar dolup taşan kaseyi bana ittiğinde sıcak olduğu için böyle yaptığını biliyordum.
Ne olduğunu anlamadan yanıma koyulan üstü kapalı küçük kaseye baktığımda aralanan dudaklarımla itiraz etmeye hazırlanmıştım. ''Kesinlikle çorbanı içiyorsun başka bir şey duymak istemiyorum.'' Yanağımın içini ısırıp somurttuğumda burnumu kaseye yaklaştırıp kokladım. Eğer doğru anladıysam büyük ihtimalle balık çorbasıydı ama her şey zencefilden daha iyiydi.
''Seninle dün hiç konuşamadık Angel, okul nasıldı?'' Dün okuldan çıktığımda Leto'nun aksine işten erken ayrıldığını neredeyse ilk kez gördüğüm babam beni almaya gelmişti. İsminin Heun olduğunu öğrendiğim arkadaşı ile bahçede konuşurken babamın ona getirdiği içmem gereken ilaçları bana geri veriyordu. Bazı derslerde ya da teneffüslerde beni yanına çağırmış ve ilaçlarımı tam vaktinde vermişti. Bu konuda ona güveniyordum çünkü o sanırım bir doktordu ama okulda çalışmayı daha çok sevdiğini söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozuk 2
Ficção Adolescenteİnsanlar çoğu zaman konuşmadığım için içimdeki seslerle tartışan biri olduğumu düşünürdü. Oysa benim tek hissettiğim şey sonsuz boşluktu. Yataktan çıkmak çok yorucuydu, yemek yemek vakit kaybından öte değildi. Nefes almak, hayatta kalmak, yürümek bi...