Normalde bölüm atmak gibi bir düşüncem yoktu ama çok sinirliyim ve yazarak atmazsam başka ne yaparım bilemiyorum. Umarım bu bölümden keyif alırsınız~ En azından bir şeyleri iyi yapayım istiyorum.
Donghyuck, fakültenin bahçesinde yürürken fazlasıyla dalgındı. Sınavlar yaklaşıyordu ve neredeyse hiç bir derse çalışmamıştı, zeki birisi olduğundan çoğu sınavı bu son hafta gece gündüz çalışarak geçebilirdi ama bir ders vardı ki isterse 1 sene aralıksız çalışsın geçebileceği bir ders değildi, Üstelik hocası huysuz moruğun tekiydi bu da istediği kadar cilve yapsın adamın bir gözü toprağa baktığından pek etkili olmuyordu. Yani acil durum silahı olan cinsel cazibesi de onu bu durumdan kurtaramıyordu.
Genç adam sabırsızca iç çekti, bu sene dersi alttan alması gerekecekti herhalde. Annesinin köpüreceğinden emindi, mükemmeliyetçi olan bu kadın oğlunun rezil başarısızlığını görünce küplere binecekti kesin. Ama yapabileceği pek bir şey yoktu sanırım, zaten bu zamana kadar ailesi ona ne zaman sözünü geçirebilmişti? Onları aileden saydığı bile yoktu, hoş onlarda pek ebeveyn gibi davranmıyorlardı zaten.
Donghyuck, bir an önce kendisinden istenen şu lanet son görevi de yapıp üniversiteyi bitirmek istiyordu. Bu isteksizliği ile zor olacaktı beki ama sonunda özgür olup hayallerine ulaşacaksa, biraz dişini sıksa da olurdu.
"I know you ı walk with you once upon a dream~"
Genç adam duyduğu hoş ses ve ardından gelen gitarın o aşina hoş tıngırtısı ile bir an silkelendi. Ses nereden geliyordu? Hangi salak fakültenin duyabileceği şekilde bir DİSNEY şaksısı söylerdi ki?
"I know you the gleam in your eyes is so familiar a gleam."
Donghyuck, içinde gün boyu gizlenmiş olan coşkusunun tekrar canlandığını hissediyordu. Kısa bir çevre araştırmasından sonra sesin okulun uzun zamandır kullanılmayan serasından geldiğini fark etti. Sera sanırım ilk inşa edildikten sonra hevesli bir bahçecilik kulübü tarafından bir süre kullanılmıştı ama bu uzun zaman önceydi. Şu an içerisi bir çeşit depo gibiydi. İçeride sıralar, tahtalar, bozuk elektronik aletler, temizlik malzemeleri gibi alet edevatlar vardı.
Uyumak için mükemmel bir yer olduğu kesindi, Donghyuck bir çok kez uyuklamak için orayı kullanmıştı. Sıralarda yatmak pek rahat değildi ama sessizlik bulmak istediğinde iyi oluyordu. Demek sera uyumak için mükemmel bir yer olmasının yanında Disney prensesleri için de uğrak bir mekandı. Bu düşüncesi genç adamı kıkırdattı, şarkıyı söyleyen her kim ise temiz bir dalga geçecekti.
"Yet ı know it's true."
Donghyuck, heyecanına yenik düşüp hızlı hızlı seranın girişine koşturdu. Kapının dibine geldiğinde şarkıya girebileceği yerin gelmesini bekledi ve birden pat diye kapıyı açtı.
"That visions are seldom-"
"Donghyuck?"
Genç adam tanıdık sima ile olduğu yerde donakaldı.
"Mark?"dedi aynı şaşırtılı tonda.
"Neden buradasın?" diye sordu Mark. Oldukça rahatsız olduğu gerim gerim gerilmesinden belli oluyordu. Donghyuck onun bu tavrına kahkaha ile karşılık verdi.
"Eğer bu güzel sesi izlersem yolun sonunda prensesimi bulacağımı sanmıştım." dedi alayla. "Düşüncemde haklıymışım, değil mi? Uyuyan güzelimi buldum."
Mark kızararak gözlerini kaçırdı. "İzinsiz dinlemen hoş değil, Donghyuck insanların özel hayatlarına saygı duymalısın."
"Duyuyorum zaten." diyerek savundu kendini Donghyuck. "Senin özel hayatın fazlası ile dışarı taşıyordu. Ne yapabilirim? Ben meraklı biriyim."
Mark gözlerini devirip gitarını bir köşeye bıraktı, tadı kaçmıştı. "Tesadüf olduğuna emin miyiz, Donghyuck? Yine beni takip etmiyordun değil mi?"
Donghyuck'un yüzündeki alaylı ve coşkulu sırıtış yavaş yavaş kayboldu, içindeki neşe nedense bir anda sönüvermişti.
"Eskiden bana Haechan derdin." dedi gözlerini kaçırarak. Mark, beklenmedik sözle yere diktiği gözlerini tekrar gencin üzerine yönlendirdi.
"Bu önemli bir şey değil." dedi daha sonra. Neden birden bunu söylemişti?
Donghyuck kısaca gülüp "Neden olmasın?" diye sordu. "Bana sadece sen öyle seslenirdin. Özelmişim gibi."
Mark sıkıntı ile bir nefes aldı. "Neden şimdi bunlardan bahsediyorsun? Eskiden özeldin, benim için. Artık değilsin."
Donghyuck, yanağının içini ısırdı. Biliyordu, bunu zaten biliyordu. Durduk yere neden bu konuyu açmıştı ki? Ne Mark eskiden tanıdığı kişiydi ne de kendisi eskiden olduğu kişi. Canının bu kadar yanmasında hiç mantık yoktu.
"Özür dilerim." dedi Donghyuck, karşısındaki genç adam da en az kendisi kadar acı çekiyor görünüyordu.
"Ne için?" diye sordu Mark sertçe. Tam olarak hangi hatası için özür diliyordu?
Donghyuck omuz silkti. "O gün." dedi ve ekledi "Bizi öyle görmeni istemezdim." Mark yüzünü iğrenircesine buruşturdu. "Sana böyle bir şeyi yapmak istemezdim, özür dilerim."
Mark kocaman yutkundu, sıralardan birisini karşısındaki çocuğun kafasına geçirmek istiyordu ki sesini kessin.
"Özür dilemen hiçbir şeyi değiştirmiyor."
"Sonsuza kadar bana kızgın kalamazsın. Sana kendimi affettirmek istiyorum."
Mark sinirden gözünün seğirdiğini hissedebiliyordu. "Affetmek? Bu da başka bir challage senin için herhalde." dedi nefretle.
Donghyuck hızla kafasını sağa sola sallayarak "Hayır." dedi aceleyle. "Ben artık o kişi değilim. Çok çabalıyorum, değişiyorum, seni hayatıma tekrar almak istiyorum."
"Bu asla olmayacak, Donghyuck." dedi Mark sertçe. "Benden uzak dur."
"Mark, lütfen." dedi Donghyuck, yalvaran bir sesle. "Sana adım atmama, değişen beni göstermeme izin ver."
Mark histerik bir kahkaha attı. "Okulun yarısı ile çoktan yattın ve değişimden mi bahsediyorsun? Buna pek değişim denmez."
"Seks hayatımın bu konu ile hiç ilgisi yok." diye çıkıştı Donghyuck.
"En yakın arkadaşını her okul çıkışı sıkıştırıp, döven o çocukla sıramın üzerinde seks yaparken de ilgisi yok muydu?" diye sordu Mark acımasızlıkla. "Kapının aralık kısmından sizi gördüğümü bildiğin halde daha yüksek inlemenin de bu konu ile alakası yoktur ha?"
"Ya da tüm okuldaki popülariteni ve gücünü korumak için kendini satmış olduğun gerçeğini kabul edemiyorsundur." dedi ve pis bir şekilde sırttı "Nasıldı peki, onun oyuncağı olmak yani?"
Donghyuck içinde yükselen acınası utanç duygusunun her yerini kavurduğunu hissediyordu. Kalbi kül oluyor gibiydi ve midesi bulanıyordu.
"Benim en yakın dostum olan Lee Haechan, bana o iğrenç insanın emri ile yerde acı içinde kıvranırken attığı tekmeden sonra öldü."
Donghyuck gözünden bir damla yaş firar etti. "Özür dilerim." diye fısıldadı kısıkça, kendinden nefret ediyordu. Mark'a bunları yaşattığı için kendinden nefret ediyordu ve şu an onu bu denli tekrar istediği için.
Mark genç adamın ağladığını fark edince boğazında oluşmaya başlayan acıyı yutmaya çalıştı. Ağlamasına dayanamıyordu ve bundan kesinlikle nefret ediyordu.
"Sen benim Haechan'ım değilsin." dedi Mark son kez, gitarını alıp seradan çıkmadan önce. "Sadece onun acı verici bir kopyasısın."
O seranın kapısından çıkıp giderken Donghycuk ayakta kalmaya daha fazla dayanamadı ve yere çöküp yüzünü elleri arasına aldı.
Mark Lee gerçekten de tatlı, iyi kalpli o prensesti ama Donhyuck, onun prensi olmaktan o kadar uzaktı ki bu uzaklık onun sadece zehirli bir elma olduğunu kanıtlayan en büyük gerçekti.
Mark için üzgünüm. Neyse, bir sonraki bölüm ne zaman gelir bilmiyorum. Markhyuck çifti yine kötü yolda kkkkk asla kaossuz bir Markhyuck yazamıyorum. Kısa oldu biraz ama umarım keyif almışssınızdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
||When You Call My Name|| [Nomin /Jaeno]
Fanfiction[Tamamlandı] Onlar sadece arkadaşlardı, playboy. Her gece başka birisi ile olan ama en küçük boşlukta birbirlerine koşan. Birbirlerinin tadını bilen, dokunuşlarını isteyen, kalplerini deli gibi çarptıran arkadaşlar. "Sen bana sadece arkadaş olduğum...