Hem Yıllandım Hem Çocuktum
~Emre Aydın
İstanbul'a geleli bir hafta olmuştu. Ve bir hafta sonra düğünümüz olmasına karar vermişlerdi. Düğünden sonra biz doğruca Almanya'ya gidecektik. Şirket uzun uğraşlar sonucunda yurt dışında bir firma ile ortaklık kararı almış ve şirketin bir kolunu Almanya'da açmayı uygun bulmuşlardı. Murat amca burdaki şirketi yönetirken oranın başında da Ali olacaktı. Sahilde yurt dışına gideceğiz derken bunu kast ettiğini şimdi anlamıştım. Bilmediğim bir ülkede ne yapacağım diye korksam da bildiğim ülkede çok da mutlu olmadığımı kendime hatırlatıp kendimi avuttum. Zaten orta derecede olan almancamı ilerletip yaşayabilirdim.
Üç yıl sonra da Ali'den boşanıp ülkeye dönecek kendime yeni bir hayat kuracaktım. Söylemesi ne kadar kolaydı. Ondan tamamen kopacak olmak içimde sürekli depremler yaratsa da kendimi dizginlemeyi başarıyordum bir şekilde. Başka çarem yoktu.
Kafamda dönüp duran düşünceleri bir kenara bırakıp hazırladığım elbiseyi üzerime giydim. Şalımı da bağladıktan sonra artık hazırdım. Ali ile gezecektik bugün. Serap teyze gitmeden önce buraları biraz gezmemizi söylemişti. Benden mutlulukla kabul etmiştim. Ne kadar içinde pek mutlu olmasam da ülkemi severdim. Cennet gibiydi her tarafı.
Çantama gerekli şeyleri koyup telefonumun şarjını kontrol ettim. Onunda dolu olduğunu görünce Ali'yi beklemek için aşağı indim.
Bir kaç dakikalık beklemenin ardından çalan zille küt küt atan kalbimi umursamadan kapıya koştum.
Spor tarzda giyinmişti. Üzerinde beyaz bir sweet altında da siyah bir kot vardı. Saçlarını düzelteme gereği duymamıştı. Benim şu anki halim kadar dağınıktı. Gözlerimi kaçırıp ayakkabılarımı giydim. Onunla bir şeyler yapacak olmak benim için mutluluğun zirvesi gibi bir şeydi.
Sahil konuşmasından sonra gayet iyiydi aramız. Bana söz verdiği gibi arkadaş muamelesi yapıyordu. Biraz üzse de en azından sürekli nefretle bakmasından iyidir diyip kendimce mutlu olmaya çalışıyordum.
Birlikte arabaya binince beni götüreceği yeri merak ettim. İstanbul'da gezilecek çok yer vardı.
...........
Geniş güzel bir kafenin önünde durduk. Saat daha erken olduğu için kahvaltı yapacaktık. Guruldayan midem mutlu olurken arabadan inen Ali'yi takip ettim. Cam kenarında güzel bir masaya geçip gelen garsona sipariş verdi. Istediği şeyleri anlatırken hareket eden eli, yüzündeki mimikler hepsini istemsizce takip ediyordum. Siparişi bitince hayran bir şekilde onu izlediğimi anlamasın diye onunla ilgilenmeyi bırakıp camdan yoldan geçen insanları seyrettim. Üst katta olduğumuz için rahattım görmüyorlardı beni. Hepsinin yüzünde farklı bir ifade vardı. Kimi mutlu kimi heyecanlı kimi gergindi. Herkes kendi halinde hayatını yaşıyordu.
Dalmış bir şekilde dışarıyı izlerken bildirim gelen telefonla sıçradım. Hızla Ali'ye dönünce elini çenesine dayamış beni seyreden bir Ali bulmuştum. Duruşunu hiç bozmadan gözlerime bakmaya başladı. Utanmıştım. Yüzüm pek güzel sayılmazdı. Beni böyle incelemesi içten içe üzüyordu aslında. Sana her baktığında yüzündeki ayrı bir kusuru fark ediyor diyen küçük Vera'ya hak veriyordum. Kusur dolu yüzüme ben bile aynada fazla bakmaz istemez gözümü kaçırırdım. Onun gözlerini bile kırpmadan bana bakarken aklından ne geçtiğini mersk ettim.
"Telefona bakmayacak mısın?"
Dediği şeyle daldığım düşüncelerden çıkıp telefonu elime aldım. Bildirim Sinem'dendi. Kendi telefonumu babam öfke ile fırlatmıştı bütün numaralar kırılan telefona kayıtlı olduğu için hepsi gitmişti. Sadece Sinem'in numarasını ezbere olduğum için onu kaydedebilmiştim.
![](https://img.wattpad.com/cover/241785507-288-k179014.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRLANGIÇLAR DA GİDER
Tiểu Thuyết ChungAli diyorum... Ali bakmıyor yüzüme suçlu çocuklar gibi eğmiş başını. Bakamıyor... Ali diyorum yine sesim kalbimden mütevellit kırık dökük... Ali anlıyor beni. Anlıyor da ses edemiyor. Biliyor ki bu son konuşmamız. Biliyorki yıllardır kovduğu halde...