1.Bölüm - İlk karşılaşma

2.6K 129 1K
                                    

Selam🥰 Uzun süredir kafamı meşgul eden ve paylaşmak için sabırsızlandığım bir kurguyu huzurlarınıza sunuyorum. Umarım, bu hikaye hedeflediğim gibi sizlerin empati yapmanıza yardım eder ve küçücük de olsa bir şeyler katar, hayatınıza dokunur. Okunmak gibi bir hedefim elbette ki var ama bunu popülerlik için değil de insanlara bir şey katmak için istiyorum. Umarım, birlikte uzun bir bölüm ömrümüz olur.

Neyse, çok konuştum. Son bir şey daha söyleyip size bölüme alacağım. Öncelikle bu süreçte yanımda olan herkes dahil olmakla, bu hikayeyi tüm kadınlara armağan ediyorum. Ek olarak ilk bölümün heyecanıyla hata yapmış olabilirim. Şimdiden özür diliyorum🙏🏻

Keyifli okumalar, sevgiler♥️


Kimse bir başkasını yargılayabilecek kadar kusursuz değildir. Ama bazıları kendinde bu hakkı görebilecek kadar hadsizdir!

C. Jung


Tarih boyunca, insan oğlu hayatında olup biten her şeyi kadere bağlamış, kendi yaptıklarının sonucunu kaderin üstüne atmıştı. Peki, bu kader neydi? Kader, bizim tarafımızdan mı, yoksa bir başkası tarafından mı tayin ediliyordu? Neden hayatımızda bir şey yolunda gitmeyince kaderi suçluyor, kendi yaptığı hataları görmezden geliyordu? Bu soruların sanırım net bir cevabı olmamakta birlikte kaderi inkar eden bazı saptamalar da yok değildi.

Çok ünlü bir atasözü vardır; ne ekersen onu da biçersin. Teoride doğru gibi görünen bu atasözü, pratikte tam bir fiyaskoydu. Çünkü bazen, istemediğimiz anlarda, istemediğimiz şeylere mecbur bırakılıyor, ekmek istediğimizi ekemiyorduk. Bizim yerimizi ekilen her şey, bizim yerimize, bizim için verilen her bir karar, bizden bağımsız biçiliyordu. Biçilen kaderlerin altında kalıp eziliyorduk.

Ezilenlerden, ezilmeye mahkum olanlardan biri de bendim.

Ben kim miydim?

Hiç kimse.

Bir kimliğim yoktu. Kimine göre ahlaksız, kimine göre yuva yıkan, kimine göre sadece bir hayat kadını.

Toplumun bana yapıştırdığı etiketle var olan bir kadındım ben. Şu an yanımda yatan, saçımı okşayan, sırtımın dönük olduğu adamın var ettiği kadar vardım.

“Bugün çok sessizsin” dedi, yumuşak fakat ciddiyetini kaybetmeyen bir ses tonuyla. Saçlarımı hala okşuyor, ara sıra omzumdan kayan saçlarımı düzelterek sırtımda topluyordu saçlarımı. Sadece aynı yatağı paylaşan iki insanın bir şey paylaşması içimde tuhaf bir boşluk yaratıyordu. Ona hem her şeyi anlatmak istiyor, hem de istemiyordum. Duygusal bir bağımın olmadığı bu adam, benden bedenimden daha fazla şey istiyordu.

“Her zamanki şeyler” dedim, geçiştirmeye çalışarak. Sırt üstü dönüp beyaz tavanı izledim. Ben, benim ruhum ne kadar karanlıktısa, bu oda bir o kadar aydınlıktı ve ben kendimi bu odada bir gölge gibi hissediyordum. Sağ taraftaki baş ucumda duran komodinin üstündeki sigara paketinden bir dal sigara alıp yaktım. Göz ucuyla sol tarafımda sağ omzunun üstüne uzanmış, beni izleyen adama baktım. Hafif uzanmaya yüz tutmuş, kirli sakalları, keskin yüz hatlarına bir kalem gibi çizilmiş gibiydi. Gergin yüz kasları ise bulunduğu durumdan memnun olmadığını sessiz bir şekilde haykırıyordu. Sigaramdan derin bir nefes çekip ciğerlerimle buluştururken, “Kerem ile akşam kavga ettik, ondan durgunluğum” dedim ona bakmamaya gayret göstererek. Yüzünde, vücudunda öyle bir enerji vardı ki onunla temas eder etmez içimde ne var ne yok döküleceğimi hissediyordum. Odada bana ait olmayan derin bir nefes verişi duyuldu. Bu nefes sanki tüm odayı dolaşıp boynumu sıktı. Konuşmak isteyen hücrelerimi harekete geçiren bu nefes anlam yüklüydü. Bu, onun daha fazla şey bilmek istediğinin nefesli bir kanıtıydı. Nefesiyle bile benimle konuşan bu adam, hem kurtarıcı hem de bir cellattı fakat sanırım bu celladın dinlendirici tarafı da vardı. Konuşmak için bas bas bağıran sessizliğimi susturmam gerekiyordu.

EtiketHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin