Kızgın güneşin altında durup bir yudum su içti. Önünde yavaşça ilerleyen kabileye bakıp derin bir iç çektikten sonra bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bu yolculuk daha çok uzun sürecek gibi duruyordu. Nefeslerinin düzene girdiğini hissettiğinde arkadaşlarından daha fazla uzaklaşmamak için yürümeye başladı.
Uzun bir yürüyüşün ardından geceyi geçirebilecekleri bir köye vardıklarında akşam olmak üzereydi. Önce bu köyün meydanına gelip yanlarındaki tercüman aracılığıyla Afrikalı yerlilerle konuştular. Kalabilecekleri bir yer olup olmadığını sordukları sırada çok derinlerden gelen bir sesle hepsi sustu. Çeşitli Avrupa ülkesi vatandaşlarından oluşan bu turist kabilesi kendilerine oldukça tanıdık gelen melodiyi bir süre dinlediler. Sonra içlerinden bir tanesi mırıldandı.
"Viyolonsel."
Diğeri de arkadaşının tespitinden yola çıkarak bir soru yöneltti turist kabilesine.
"Sonbahar Şarkısı değil mi bu?"
Rusya'dan gelen kadın şaşkınlıktan kocaman açılmış mavi gözlerini arkadaşına çevirip başını aşağı yukarı salladı.
"Evet, evet o!"
Kabiledekilerden birisi tercümana dönüp sesin nereden geldiğini yerlilere sormasını istedi. Tercüman yerlilere dönüp birkaç bir şey söyledikten sonra aldığı cevapla kabileye çevirdi bakışlarını.
"Şu ormanın içinden geliyormuş."
İngiliz adam adamın parmağıyla gösterdiği bölgeye bakıp bakışlarını tekrar tercümana çevirdi. Heyecanla konuşmaya başladı.
"Bizi oraya götürür mü? Görmek isteriz."
Tercüman tekrar yerli adama döndü. Bu sefer aldığı cevapla turist kabilesine bakıp umutsuzca başını iki yana salladı.
"Götüremezmiş. Viyolonseli çalan kişinin bu zamanlarda yalnız kalmak istediğini, kimseyi yanına kabul etmediğini söyledi."
Kabiledekiler telaşla, sessiz olacaklarını, sadece uzaktan görmek istediklerini söylediler. Adam her ne kadar onları oraya götürmemesi gerektiğini bilse de bu turist kabilesinin pes etmeye niyeti yoktu. Sıkıntıyla bir nefes verip başını aşağı yukarı salladı. Sonrasında Afrikalı adam önde sekiz kişilik turist kabilesi ve tercüman arkada ormanın içine doğru ilerlemeye başladılar. Kısa bir sürenin ardından görüş alanlarına kendilerine göre daha alçakta kalan bir yerde, arkası dönük bir şekilde oturmuş göğsüne yaslı viyolonseli kusursuzca çalan adam girdi. Kendisi de müzisyen olan İngiliz kadın hayranlık dolu bir sesle mırıldandı.
"Çok güzel."
Hepsi gözlerini bile kırpmadan karşılarındaki bu görüntüyü izlediler hayranlıkla. Dakikalar sonra viyolonselin durmasıyla Afrikalı adam ses yapmamaya özen göstererek hemen oradan uzaklaştırdı onları. Turistlerde bu yaşlı adamı daha fazla zor durumda bırakmamak için dediğini yaparak geldikleri yöne doğru ilerlemeye başladılar. Yolun büyük bir kısmını sessizce bitirseler de sonrasında içlerinden birisi dayanamayıp sordu.
"Neden orada, tek başına çalıyor?"
Tercümanın çevirdiği soruyla Afrikalı adam biraz düşündükten sonra bir şeyler söyledi.
"Gelince kendisinden öğrenirsiniz."
Girdikleri kafe tarzı bir dükkanda uzun süre merakla viyolonseli çalan adamı beklemeye başladılar.
Adam nihayet gecenin geç saatlerinde köye geldi. Meydanda kendisini yakalayan yerlilere, evine geçmek istediğini ne kadar anlatmaya çalışsa da bir türlü ikna edememiş, sonunda da içeriye girip turistlerle tanışmak zorunda kalmıştı. Bir süre başka konular konuşulsa da konunun kendisine gelmesi çok sürmemişti. Ancak adam kasılan vücuduna ters düşen bir çeviklikle, gitmem gerek deyip hızla uzaklaşmıştı oradan. Turist kabilesi o gece hiçbir şey öğrenemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rayiha
RomanceDesem ki... İnan bana sevgilim inan Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin.