" Dostluk öyle ince bir şeydir ki kazanması yıllar sürer, kaybetmesi saniyeler. "
Miray birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra ''Neyden bahsettiğini anlamadım?'' dedi.
''Bal gibide anladın. Timuçin'le aramızda geçenleri bildiğin halde nasıl onunla çıkarsın? Bu kadar alçak olmak zorunda değildin.'' Sesimde ki öfkeyi bastıramadan bağırdım.
''İzel ben geçen seneden beri Timuçin'den hoşlanıyordum. Birkaç gün önce konuşmaya başladık. Benden hoşlandığını, benimle çıkmak istediğini söyledi. Duygularımdan dolayı hiç düşünmeden kabul ettim. Ertesi gün Timuçin'le kantinde otururken ona 'İzel'e haber vermem lazım. Bunu duyunca çok sevinecek dedim.' Sonra Timuçin aranızda geçenleri anlattı. İzel'e rağmen neden benimle çıkmak istedin diye sordum Timuçin'e. O da senin defterini çoktan kapattığını, hatta sadece birkaç gün çıktığınızı söyledi. Yani Timuçin'le çıkmamda bir sakınca yok değil mi?'' Miray'ın ne zaman bu denli değiştiğini düşündüm. Sesim ağlamaklı ve boğuk çıktı.
''Miray.. B-ben onu çok se-sevdim.''
''Sevdin ve bitti. Neden bu kadar uzatıyorsun? Onu bana anlatmadın bile. O kadar sevseydin yada değer verseydin bana anlatırdın. Biz mutluyuz.''
''Tam bir sürtük gibi davranıyorsun. Senden nefret ediyorum ve Timuçinden de. Bir daha sakın arama beni. SAKIN!'' telefonu yüzüne kapattım ve söylediklerini düşünmeye başladım. Onu sevmediğimi, değer vermediğimi düşünüyordu. Oysa ben onu sevmiştim. Kimseye anlatmamamın nedeni, onu her hatırladıkça canımın yanmasıydı. Hem anlatsam ne değişecekti? Beni anlayamazlardı ki. Görüş alanım buğulanınca yine gözlerimin dolduğunu farkettim. Sahilde yürümeye başladım. En yakın dostumu da kaybetmiştim. Artık her anlamda yalnızdım. O sarmaş dolaş halleri gözümün önüne geldikçe ikisinden de iyice nefret ettim. Etrafımdaki hiçbir şeyi görmediğim için birine çarptığımı bana bağırınca anladım. Özür dilemek için baktığımda çarptığım kişinin Mete olduğunu gördüm. Bana öyle şaşırarak bakmıştı ki nasıl göründüğümü merak ettim.
''Ne oldu sana?'' Mete'nin sorusu üzerine gözlerimi kaçırdım.
''Hi-hiç.''
''İzel kötü görünüyorsun. Hemde çok.'' Adımla hitap etmesine şaşırdım. Mete'ye herşeyi anlatıp biraz olsun rahatlamak istiyordum. Ama içimdeki ses daha yeni tanıdığım birine herşeyimi anlatmamamı söyledi.
''Ben rahatsız etmek istemem.'' diye saçma bir cümle kurdum.
''Anlatmak istiyorsan dinlerim ufaklık.''
''Peki ama sıkılırsan söyle susarım.'' Bu söylediğime hafif bir tebessüm ederek kafasıyla arkamızda ki bankı işaret etti ve ''Gel. Oturalım.'' dedi. Herşeyi başından anlatırken beni merakla dinliyordu. Ona herşeyimi anlatmıştım. Miray'ın yaptıklarını, babamın benden nefret etmesini, Timuçin'le yaşadıklarımı ve beni buraya zorla yollamalarını. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama hava kararmaya başladı. Tüm bunları anlatırken gözyaşlarımda benden bağımsız bir şekilde akmaya devam ediyordu. Mete'ye bunları anlatmak beni inanılmaz derecede rahatlatmıştı. Miray'a bile anlatmadığım şeyleri ona anlatmıştım.
''Yani anlayacağın ben çok yoruldum Mete. Artık dayanamıyorum. Yanımda gerçekten hiçkimse yok. Her anlamda yalnızım ve bu yaşta bu kadar dert inan bana çok zor.'' Mete'nin gözlerinde anlayamadığım ifadeler vardı. Sanki herşey birbirine karışmış gibi. Hüzün, acıma, öfke, şefkat...