"ece. uyan artık" ben nerede uyuyordum. uluayın yüzü neden o kadar yakınımdaydı. gözlerimi araladığımda yattığım yerin onun üstü olduğunu gördüm. yüzüm ısınırken doğrulmaya çalıştım. başaramadığımda gülüp doğruldu. onunla beraber ben de doğruldum. Resmen kucağında oturuyordum. İç sesim bas bas bağırırken sordum.
"Gidiyor muyuz" beklemeden cevap verdi.
"gidiyoruz. ama eve değil" ayağı kalktığında telaşla ben de ayağı kalktım.
"ne. nereye" gülüp elimi tuttu ve beni sürüklemeye başladı.
"gidince görürsün"...
beş dakika sonra karşımızda duran şelalenin sularının biriktiği ve oldukça derin olduğuna emin olduğum açık mavi suya bakıyorduk. zorla buraya inmiş ve beni suya girmem için ikna etmeye çalışmaya başlamıştı.
"tamam ece. sen girme ben giriyorum" oturduğumuz kayalıkların üstünde dikkatlice ayağı kalkıp üzerindeki siyah tişörtü sıyırıp attı. geri oturdu ve zaten ayaklarının içinde olduğu suya atladı. bu kadar derin olan suya nasıl tereddüt etmeden girebiliyordu. su zaten çok soğuktu. uzun süre sesi gelmeyince tereddütle suya baktım.
"boğuluyor falan mısın" ses gelmiyordu.
"eğer boğuluyorsan ben nasıl kurtarırım seni boyum kısa benim" ayağıma bir şey değdiğinde telaşla söylendim.
"eğer bu bir şakaysa hiç-" sözümü suyun içine çekilmemle oluşan çığlığım kesmiş, kendimi bir anda suyun içinde bulmuştum. tamamıyla birbirimize yapışmıştık. korkudan kollarımı boynuna dolamıştım.
"böyle şaka mı olur. donuyorum şu an bilmem farkında mısın" yüzüme yapışan saçımı arkaya itledi. benim ayaklarım yere değmiyordu. büyük ihtimalle onun da değmiyordu.
"hem nasıl duruyorsun sen. hadi benim ayaklarım hiçbir yerde yere değmiyor, ama burada senin de değmiyor." alnını alnıma yasladı ve fısıldadı. saçından sular damlıyordu.
"yaşadığın yerin getirdiği beceriler diyelim ece. üşümemen için üzerindekini çıkartman gerekiyor" yüzüm ısınırken etrafa bakındım. bu kez içimde bikini üstü yoktu
"utandın mı sen. emin ol içindeki, tişörtün üzerine yapıştığı için zaten belli oluyor" gülüp etrafa bakındı.
"ve o kadar hırçın oyun oynayan bir kız için-" sözünü kesip sinirle omuzuna burdum.
"o konu hakkında tek bir kelime daha edersen seni boğarım" tehdit edercesine bana baktı.
"nasıl boğarsın. şimdi bıraksam boğulmak dışında ne yapabilirsin" bırakır gibi yaptığında hızla bacaklarımı beline doladım. altımda şort olduğu için teni tenime değiyordu.
"bırakma" alnını tekrar alnıma yasladı.
"bırakmam" dün kestiğim elim suya değdiğinde avuç içimin yandığını hissettim hızla arkamdaki kayaya tutunup kendimi toparladığımda elime baktı.
"gel çıkalım. hem dönüşte eline de baktırırız" itiraz etmeden kayalıklara tutunarak geri çekildiğimde oturduğumuz kayaya çıktı. dizlerinin üstüne çöküp bana elini uzattı. elini tutup kayalığa çıktım. tişörtüm üzerime yapışmıştı. ayağı kalkarken söylendim.
"hayır ne vardı da ben gelmeseydim. şu üstümün haline bak" kolunu omuzuma dolayıp indiğimiz yerden geri çıkarken konuştu.
"yaptığım en iyi şey seni suya çekmekti. ayrıca dua et de sadece ben bakayım üstünün haline" belime gelen saçlarımın suyunu sıktığımda boş boş bana baktı.
"eğer bunu yapmazsam kurumayacaktı ne yapayım" gülüp başını iki yana salladı. karşıdan bize doğru gelen birkaç kişiyi gördüğünde bana döndü.
"kimsenin olmadığı bir yere geçtiğimizde üstünü değiştiriyorsun" kaşlarımı çattım. buraya gelirken kafe gibi bir yer de görememiştim.
"iyi de nerede. kafe gibi bir yer de yok burada" elimi tutup ağaçların olduğu bir yere sürükledi ve etrafa bakındı.
"ben arkamı dönüyorum, sen de hızlıca benim tişörtümü giyiyorsun, yoksa hem donacaksın hem de insanlar bakacak ve ben delireceğim" telaşla etrafıma bakındım.
"hayatta olmaz" öne eğilip ellerini dizlerine koydu.
"önüme çıkan herkesi döveyim mi" gözlerimi kaçırdım ve başımı iki yana salladım.
"o zaman kapa çeneni arkanı dön ve üstünü değiştir. benim tişörtümü daha önce elbise olarak giydin. hiçbir farkı yok" elindeki tişörtü aldığımda arkasını döndü. ben de arkamı döndüm ve telaşla konuştum.
"ama bakarsan-" sözümü kesip konuştu.
"bakmayacağım dedim ya ece. kapa çeneni giy artık" beyaz tişörtü üstümden sıyırıp çıkarttım ve onun tişörtünü giydim. altımdaki siyah şortu da çıkarttıktan sonra ona döndüm. tişört dizime geliyordu, kısa kollu olmasına rağmen kolları dirseklerimdeydi. neyse ki bana bakmıyordu. yanından geçtiğimde gülüp elimdeki şortu ve tişörtü aldı.
"bunlar sana nasıl oluyor" elinden kıyafetlerimi alıp suyunu sıktım.
"senin tişörtün bana nasıl elbise gibi oluyorsa ondan" kolunu omuzuma doladı.
"zaten biraz daha küçülürsen üzerinden kayıp düşecek" dedi açıkta kalan omuzuma bakarak. çalan telefon sesiyle çantamdan telefonu çıkarttım. arayan buraktı. uluay hemen elimden telefonu aldı.
"abuk sabuk ima yaparlar, ben açayım" telefonu açıp kulağına götürdüğünde telefondan ikisinin çığlık sesi geldiğine emindim.
"rahatsız etmeyelim dedim ama burak çatladı meraktan" bağırma sesi o kadar gürültülüydü ki ben bile duyuyordum.
"Saçma sapan şeyler düşünmeyin kırarım kafanızı. Bir şey olduğu yok. Yıldızları izledik" küçük kız çocukları gibi kıkırdıyorlardı.
"Bütün gün mü" sabır dilercesine ellerini iki yana açtığında telefonu aldım.
"İkinizi de döverim. Resmen küçük kız çocukları gibi kıkırdıyorsunuz. Hayır bir de şey demenizden korkuyorum" sözüm kesildi ve ikisi aynı anda bağırdı.
"Uluay ve dolunay sevgili" telefonu ona uzattım.
"Şunları susturmazsan evim kreşe dönecek" gülüp elimden telefonu aldı. Telafondan bir kırılma sesi geldiğinde duraksadım.
"Dolunay bunu duydu mu" sinirle bağırdım.
"Kırdığınız her ne ise dokunmayın. Ben geldiğimde size toparlatacağım"...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN (Tamamlandı)
Novela Juvenil"en iyi oyuncu xkişisi kullanıcı adıyla biri ama mikrafonunu bile açmıyor. tanıyan falan yok mu" benim hakkımda konuşulanları sırıtarak dinlerken bir yanda da silahları almaya devam ediyordum. "yok oğlum ya. cinsiyeti bile gizli. şu hale bak. ne old...