"Dolunay neyi anlamıyorsun. Bununla bunu çarpıp çıkan sonucun yarısını alacaksın, sonra buna böleceksin ya bu kadar basit. İki haftadır aynı şeyi anlatıyoruz anlamıyorsun" Bana anlatmaya çalışan burağa bakmadan defterdeki soruya baktım.
"Anladım" diye mırıldandığımda üçü birden zafer kazanmışçasına gülümsedi. Oturduğum koltuktan sinirle kalkıp onlara döndüm.
"Anladığım tek şey. Matematikten nefret ediyorum. Lanet olsun toplama çıkartma tamam kullanırım hayatımda ama ilerisini derede kullanacağım. Bırakıyorum ben okulu ya" uluay elimdeki kalemi aldı.
"Kendine ya da etrafındaki birilerine zarra vermeden şu kalemi bir bırak. Hem ne yapacaksın okulu bırakıp. Her gün döndüğümüzde evin bütün temizliğini yemeğini sana yaptırırız görürsün. Otur şuraya" aklıma gelen şeyle mutfağa ilerledim.
"Bak birden aklıma geliverdi. Saat kaç oldu yemek yok. Aç mı kalacağız bütün gün. Olmaz. Pembe makarna isteyen" telefonumun çalması sözümü kesmişti. Giydiğim siyah şortun cebinden telefonumu çıkarttığımda arayanın ablam olması beni şaşırtmıştı. Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde kocasının telaşlı sesi kulağıma geldi.
". Buna pişman olacağıma adım gibi eminim ama başka çarem yok. Ablan doğurdu ve yanında ona bakacak birinin olması lazım. Sen anlar mısın" sinirle konuştum.
"Neyi anlayacağım bebek bakmayı mı. Bunu söylemek istemezdim ama ben çocuklardan nefret ederim." Burak söylendi.
"Aslında iyi anlaşman lazım. Yaşıtın onlar senin" gözlerimi devirip gelen sesi dinledim.
"Ama o senin ablan. Kim bakacak ona" beni evinden kovup bir de yardım mı istiyordu.
"Paran var. Bir tane yardımcı tut baksın bebeğe. Ben bakamam, bütün gün ağlayacak bağıracak zor iş. Hem sen beni kovmadın mı. Gelmiyorum. Ha bundan sonra yardım istemek için değil de hal hatır sormak için ararsan, onu düşünürüz. Kapatıyorum daha pembe makarna yapacağım" telefonu kapatıp koltuğun üstüne attım.
"Sen kiminle konuşuyorsun, hal hatır falan hayırdır" uluayın yanıma gelip sorduğu soruyla eline pembe gıda boyasını tutuşturdum.
"Konuşma da tut şunu. Makarnayı su kaynayınca mı atacaktım ben ya" elinden gıda boyasını alacağım anda boya açıldı ve ikimizin de üstüne geldi. Sinirle üzerine bakıp gözlerini bana dikti, bittin sen dercesine gülümsedi ve üstüme doğru bir adım attı.
"Ece, bazen kendimden korkuyorum. Neden biliyor musun" yutkunup başımı iki yana salladım. Geri geri gittiğimde bana doğru bir adım daha attı.
"Çünkü o makarna herine seni pembeye boyayacağım" beni kovalamaya başladığında çığlık çığlığa kaçmaya başladım. Egeyle burak bu halimize kahkahalarla gülerken ben hızla bahçeye çıktım. Halı yıkadığımız hortumu alıp ona doğrultttum.
"Yaklaşırsan ıslanırsın" kaşlarını çattı.
"Zaten battım batacağım kadar. Islanayım tam olsun" suyu açtığım anda üzerime gelip elimden aldı. İkimizin de üstü sırılsıklam ve pembeydi. Nasıl olduğunu anlayamadığım bir anda yere düştük. Son anda kendini benim üstüme düşmekten kurtarıp kenarı kaydı. Kollarımdaki pembe boyaya baktım.
"Bu boyalar" diye mırıldandığımda bana baktı.
"Uzun süre Çıkmayacak. Biliyorsun değil mi" gülüp başını iki yana salladı. Saçlarından yere sular damlıyordu. Ikimiz de sırılsıklamdık ve tişörtlerimiz üzerimize yapışmıştı.
"Cavabından korkuyorum ama sorayım. Çıkmayacağını nasıl anladın" iç çekip cevap verdim.
"Birkaç sene önce saçımı gıda boyasıyla pembeye boyamayı denemiştim. Saçım boyanmadı ama ensem boyandı. Ve birkaç gün çıkmadı" anlattığım şeye kahkahalarla gülüp bana baktı.
"Tam senden beklenen bir hareket" sözünü kesip konuştum.
"Aptalca mı" başını iki yana salladı.
"Çocukça" duğrulup ayağı kalktığımda benimle beraber ayağı kalktı. Saçımın suyunu sıktığımı gören burak ve ege şaşkınca bana baktı. Uluay elini boş ver dercesine salladı.
"İlk gördüğümde ben de böyle kalmıştım. Zamanla alışılıyor" içeri geçeceğini anladığım an omu durdurdum.
"Hop. Nereye. Sular damlıyor üstümüzden içeri mi geçeceğiz bir de" ellerini iki yana açtı.
"Soyunup mu geçelim ece saçmalama" burak ve ege kahkahalarla gülerken ben çaresizce etrafa bakındım.
"En azından bir havlu falan alsaydık da yerler ıslanmasaydı" iç çekip söylendi.
"Havlular nerede" ege ayaklandığında uluay oturması için işaret yaptı.
"Benim odamdaki dolabın en sağ çekmecelerinde alttan ikinci" üzerindeki tişörtü sıkıp içeri geçeceğinde söylendim.
"Islatma yerleri. Ayağın kayacak bak her yer su oldu" beni umursamadan merdivenlerden çıktı. Ayağının kayar gibi olmasıyla çığırdım.
"Kır kafanı gözünü de" sözümü kesip konuştu.
"Hay çenene. Bir sus be kızım. İyice annene benzemeye başladın. Hangi çekmecede" bunun ben de farkındaydım.
"Dolabın en sağ çekmecelerinde alttan ikinci" odama girdiğinde uzun süre sesinin çıkmadığını fark ettim.
"Buldun mu" birkaç dolap kapanma sesi geldiğinde bağırdım.
"Sakın bulamadığını ve dolapları karıştırdığını söyleme" odadan kafasını çıkardı.
"Yalan söylemeyi tercih ediyorum çünkü dayak yemekten korkuyorum. Hayır karıştırmadım" üzerimdeki suya aldırmadan merdivenlerden yukarı çıktığımda telaşla bağırdı.
"Tamam koşmadan çık beklerim beni dövmeni. Ayağın kayacak şimdi. Yarın okula gideceksin. Kafanı gözünü kırmanı istemiyorum" Odama girdiğimde peşimden geldi.
"Bir dakika sen nereye. Evi daha fazla ıslatmadan üstünü değiştirir misin." Merakla ve şaşkınlıkla sordu.
"Yani beni dövmeyecek misin" başımı yukarı aşağı salladım.
"Döveceğim. Döveceğim de evi temizlemek zorunda kalmak istemiyorum." Gülüp odadan dışarı çıktı ve kapıyı kapattı. Yarın okula gidiyordum. Ne yapacaktım en ufak bir fikrim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN (Tamamlandı)
Teen Fiction"en iyi oyuncu xkişisi kullanıcı adıyla biri ama mikrafonunu bile açmıyor. tanıyan falan yok mu" benim hakkımda konuşulanları sırıtarak dinlerken bir yanda da silahları almaya devam ediyordum. "yok oğlum ya. cinsiyeti bile gizli. şu hale bak. ne old...