bölüm 38

13K 778 44
                                    

"dolunay" diyen burağa baktığımda gülümseyip karıştırma işareti yaptı.

"bir kahve" ege atladı.

"iki olsun" aylin konuştu.

"üç olsun" sinirle üçüne baktım.

"olmasın. ne diye ben kahve yapıyormuşum, isteyen yapsın mutfak orda" burak kaşlarını çattı.

"oradaki mutfağın bütün temizliğini ben yaptım ve sizin tek yaptığınız şey evi dağıtmak oldu. kahve yapmazsan sizi barıştırmam" bu kez ben kaşlarımı çattım.

"ben bizi barıştırmanı istemiyorum" aylin kolumu cimcirdi. burak kendini sıkıntıyla geri attı. egeyse "hayda" gibi bir ses çıkardı.

"niye ya. biz sen mutlu ol o aptalla barış diye saatlerce temizlik yapalım. sen onunla barışma. neden. bir engel mi var" sinirle yüzümü ovuşturdum. 

"yok. barışmayacağız" ege sinirle konuştu.

"lan o sana bir şey olacak korkusuyla tutuşuyor. affetmen için her şeyi yapar, seni deli gibi seviyor, fark etmiyor musun" aylinin sesi dikkatleri üzerine çekmişti.

"çoğu kişi fark etmiyor" dediğinin farkına vardığında telaşla ayağı kalktı, hızla yukarı çıktığında ege sinirle ofladı. 

"depresyonda falan mı bu, neyse konumuz bu değil. sen niye onla barışmıyorsun" omzumu silktim.

"ortak alınmış bir karardı" sözümü kesti.

"ortak alınmış bir karar falan değildi. ikiniz de saçma sapan tripler yapıp birbirinizi üzmek dışında hiçbir şey yapmadınız. ya şimdi onun yanına gidip özür dilersin. ya da o senin tahmin edemeyeceğin bir şey yapar ve ne diyeceğini bilemezsin. sen seç" sizirle konuştum.

"riski alıyorum be burak. ne yapacaksa yapsın hiçbir şeyi değiştiremez. olan oldu" bu kz ege konuştu.

"takıldığın tek şey sana söyledikleri mi" başımı iki yana salladım. belki bilseler o kadar yadırgamazlardı.

"yok bunu konuşturamayacağız. dayak yiyeceğimi bilsem de ona sormamız lazım. hadi ege gidelim" kapıya ilerlediklerinde ege söylendi.

"kapıyı kilitle, bir şey olmasın size" başımı yukarı aşağı sallayıp evden çıktıklarında hızla kapıyı kapatıp kitledim ve yukarı çıktım, benim odamdaydı. yatakta oturuyordu. içeri girdim ve karşısına oturdum.

"yardımın lazım" gülüp bana baktı.

"emin ol, o işleri en son sorabileceğin kişi benim" cama taş atıldığında kaşlarımı çatıp cama baktım. ayağı  kalkıp camı açtığımda burağın sesini duydum.

"kapayın o perdeyi, gelip geçen izleyecek sonra töbeler olsun" gülüp camı ve perdeyi kapattım ve tekrar karşısına oturdum.

"bu iş, o işlerle ilgili değil. geçen gün telefonuma bir mesaj geldi. annemden" merakla sordu.

"sana bakan annenden mi" kaşlarımı hayır anlamında hareket ettirip kıpırdandım.

"değil. biolojik annemden" kaşlarını çattı.

"onunla görüşüyor musun" başımı iki yana salladım.

"görüşmüyorum. sonuçta beni istememiş ve önüne çıkan ilk kapının önüne koymuş. neden görüşmek isteyeyim ki" dudağını bilmem anlamında aşağı sarkıttı. 

"ee, o zaman nerden bulmuş senin numaranı" iç çekip etrafa bakındım.

"çok ama çok uzun bir hikaye" dedim abartarak, ellerini iki yana açtı.

"çok ama çok uzun bir zamanımız var dolunay, anlat" oflayıp dağınık topuz yaptığım saçımdan düşen bir parçayı kulağımın arkasına sıkıştırdım

"biyolojik annemin aklına 17 sene sonra birden gelmişim. sonra beni aramış. annemler o sırada uluayla evli olduğumu düşünüyordu o yüzden ona uluayın numarasını vermişler. işte o zamanda beni zorladı onunla görüşeceksin diye. ben kabul ettim zorladığı için, bir gün bize kahvaltıya geldi sadece o zaman görüştük" elini çenesinin üstüne koydu.

"peki ne dedin ona" beklemeden cevap verdim.

"önce gönderme yaptım. sonra dedim ki havadan sudan konuşmaya ne zaman başlanacak. dur ben konuyu açayım, beni bu kapının önüne bıraktığında hava nasıldı" şaşkınca yüzüme baktı. 

"biraz ağır olmamış mı" gülümsedim.

"onlar söylediklerimin en hafifiydi. mesela dedim ki senin aklına yeni gelen annelik ne dokuz ay karnında taşımakla, ne de doğurmakla olmuyor bu zamana kadar ne yaşadığımı bilmiyordun, bu zamandan sonra da bilemeyeceksin, sonra evden kovdum" dedim gülerek gözümdeki yaşı sildim. bana üzgünce baktı.

"peki bu seni mutlu ediyor mu. onun üzülmesi, canının acıması, sinirlenmesi. bunlar olunca mutlu oluyor musun" gülümsedim.

"tahmin bile edemezsin. sanki ben onun karşısında terk ettiği, yardıma muhtaç ve o olmasa hiç bir şey yapamayacak masum bir bebek olmadığımı kanıtlıyorum. benim yüzümden üzülünce, canı yanınca ya da sinirlenince onların hepsini ben yapmış oluyorum ve vardığımı kanıtlıyorum" merakla sordu.

"peki o ölse, senin yüzünden değil. herhangi bir sebepten. kaza geçirmiş ya da yaşlanıp ölmüş olabilir. üzülür müsün" düşünmeden cevap verdim

"hayır. hayır üzülmem ama herhangi bir sebepten ölmesin. ya ben öldüreyim, ya da yanarak ölsün" kaşlarını çattı.

"neden" bazen kendimden korkuyordum. 

"çünkü ölümlerin en acılısı yanarak ölmek diye duymuştum. eğer öyle ölürse daha çok acı çeker ve yaşadıklarını daha iyi anlar. geçen her dakika yandığını hissetsin. ölme korkusuyla yaşasın ama canı acıdığı için ölmek için yalvarsın" iç çekip konuştu.

"ona karşı olan nefretin, seni korkutmuyor mu" başımı iki yana salladım.

"hayır. çünkü onun bana olan nefretinden daha az. o masum bir bebeği öldürmek istedi. bense bebeğini hiçbir suçu yokken ölüme terk eden kadını. o bana göre daha suçlu" gülümsemeye çalışıp yanıma yaklaştı.

"peki şu mesaj konusu ne"...

OYUN (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin