...
BÖLÜM 2|Şafak Sökmeyecek
...
"Borcun kapandı."Bu cümle kafamın içinde yankı yapmıştı. Hâlâ daha aynı cümle kulaklarımda çınlıyordu. Bir tarafım ne anlama geldiğini açıkça anlamıştı ama diğer bir tarafım amansızca inkar etmeye devam ediyordu. Boş yere çırpınışlarım yüzünden arabaya bindirdiklerinde yorgun düştüm. Daha fazla çabalamaktan vazgeçip sessizliğe gömüldüm. Her salise içinde başka bir kaçış yolu üretmeye başlamıştı aklım. Hiçbiri mantıklı değildi, hiçbir plan işe yarar değildi. Her fikir, çıkmaz bir sokağa varıyordu eninde sonunda.
"Bakın benim Egeyle hiçbir alakam yok. Olan bitenden de haberim yok. Lütfen, bırakın beni." Sesimde bir yalvarış vardı ve yalvarışın ardında bir pişmanlık. Adamlardan bir çıt bile gelmedi. Sağımdaki adam beni hiç umursamadan önünde oturan adama eğildi.
"Burak, bağlayalım mı?"
Şöfor koltuğunda oturan adama baktım. Gözleriyle bir iki saniye arkayı süzdükten sonra "Bağlayın." dedi.
"Bir dakika? Ne bağlayacaksınız?" dememe kalmadan yanımda oturan adam siyah kumaş parçasıyla gözlerimi bağladı.
Bir süre hiçbir şey göremedim sonra kumaş parçasını kafamı arkaya yaslayarak biraz daha yukarı kaydırdım. Kafamı hafifçe yukarı kaldırıp gözlerimi aşağıya indirdim. Ellerimi görebiliyordum. Yanımda oturan adamın belindeki silahı ve cebindeki telefonu da görebiliyordum. Telefon şuan benim için bir umut gibi gözükmüştü. O telefonu alacaktım hem de en kısa sürede.
Araba durduğunda solumdaki adam kolumdan tuttu ve çekiştirerek aşağıya indirdi. Karşı gelmiyordum ama inatla kolumu sıkıyor ve sertçe kolumdan çekiyordu. Gözümdekini çıkardıklarında birkaç saniye etrafı bulanık gördüm. Çabucak toparlayıp etrafı inceledim. Büyük bir bahçedeydik ve önümde kocaman bir ev vardı. Ev ne çok eskiydi ne de çok yeniydi. Büyük bahçenin dışında kalan alan ise ormandı. Adeta buradan kaçışın yok, diyordu bana. Yaşadığım yerden, şehirden hatta ülkeden bile uzak hissediyordum kendimi. Sanki asla çıkışı olmayan bir yerdeymiş gibi. Başka bir evrendeymiş gibi...
Adam tekrardan kolumdan tuttu ve beni evin kapısından içeri soktu. Uzun bir koridor vardı ve sonunda kocaman bir salon. Salona girdiğimde dikkatimi ilk şömine ve yanındaki Burak denen adam çekti.
Yanımdaki adam kolumu bıraktı ve salondan çıkıp kapıyı kapattı. Burak'ın yanına ilerledim.
"Tamamen bir yanlış anlaşılma oldu. Benim hiçbir şeyden haberim yok. Beni bırakırsanız kimseye bir şey de söylemem."
"Sana kim yaklaşmanı söyledi?"
Bir an dondum kaldım. Haklıydı. Beni kaçıran adamlara nasıl bir cesaretle yaklaşabiliyordum? Bir adım geriledim.
"Olanlarla bir alakam yok. Onun suçunun cezasını neden ben çekiyorum?"
"Kimin ceza çektiği umrumda değil. Sen o adamın sevgilisi değil misin? Başka ne alacaktım ondan? O beş para etmez eşyalarını mı?"
"Mesela canını." diye mırıldandığımda aklıma birkaç saat öncesi gelmişti. Böyle bir şey söylemek acımasızlıktı. Her ne kadar içten içe, ona olan öfkemden dolayı, her türlü kötülüğü hak ettiğini düşünsem bile insanın en doğal hakkının yaşamak olduğunu aklıma getirdim.
Kendimi toparlayıp mantıklı düşünmeye çabalarken Burak söylediğime pişman olduğum şeye cevap verdi. "O zaman benim bir kazancım olmazdı." dedi bana bir adım yaklaşarak. Geriledim. Sanırım hayatımda ilk defa bu kadar korktuğumu hissediyorum.
"600 bin lirayı benle nasıl kapatabilirsiniz?! Organ mafyası falan mısınız?" Organ mafyası, hayatımda en çok korktuğum ikinci şeydi.
"Sen ciddi misin?" dedi alay edercesine gülerek. Aslında sorduğum ve söylediğim her şey de çok ciddiydim ama hiçbir şekilde mantıklı bir cevap alamıyordum.
"Evet." konuşmasını beklemeden yanına gidip kolundan tuttum ve yalvarırcasına konuştum "Lütfen bırakın beni. Kimseye bir şey söylemem. Yalvarırım."
O sırada adam, tuttuğum koluyla elimi ittirdi. Dışarıdaki adamlara seslendi. Adamlar içeriye girdiğinde bana baktı. "Bir süre burada misafirsin."
Adamlar kolumdan tutup beni oradan çıkarırken gözümden akan yaşa engel olamadım. Onlara itiraz edip bağırıp çağırsam bile sesimi ancak evin bahçesine kadar duyurabiliyordum. Dar merdivenlerin başına geldiğimizde adım atmamakta direttim. Çıkış kapısından uzaklaştığım her adım cehenneme yaklaşıyormuşum gibi hissettiriyordu.
O günün sabahı en çok korktuğum şey kâbuslarımdı ama asıl kâbus uyandıktan sonra başlamıştı. Üç kat merdiven çıktıktan sonra gördüğüm ilk odaya kilitlenmiş ve günlerce kurtuluşu beklemiştim. Her gece içime umut tohumları ekmeye çalışıp şafağın sökmesini bekleyecektim çünkü bundan başka yapacak bir şeyim yoktu.
Çünkü kapıyı yumruklayıp "Allah belanızı versin!" diye lanetler yağdırmaktan başka yapılacak bir şey yoktu.
**************
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK SİMALAR
Azione|Tamamlandı| "Sen ne diyorsun sevgilim? Lütfen beni affet, birlikte kurtulalım." Ege'ye baktığımda yüzünde pişmanlık ifadesi vardı. Buradan kurtulmak için bile beni kullanıyordu. Bir günde nasıl bu kadar yüzsüz olmuştu bu? "Biz de buradayız bu arada...