BÖLÜM 30
(FİNAL)
Mir Ali, çitlere yaslanmış Lidya ile Arda'nın atlarla ilk deneyimlerinin keyfini çıkarışlarını seyrediyordu. Bugünkü planları arasında onlarla vakit geçirmek aklının ucundan dahi geçmemişti. Öğleden sonra Merve'yi görmek üzere dışarı çıktığında bu iki küçük kızı en şirin halleriyle kapısında dururlarken bulmuştu. "Siz buraya nasıl geldiniz?" diye sorduğundaysa aldığı yanıt Merve'nin babasından gelmişti. Şimdiyse Faruk Bey'le birlikte çitlere yaslanmış, sessizlik içerisinde kızları seyrediyorlardı. "Onları izlemek çok keyifli" diyen Faruk Bey, yan gözle Mir Ali'ye bakınca içini çekerek doğruldu. "Merve'nin son zamanlarda yüzünün bu kadar gülüyor olması çok güzel. Kızım senin yüzünden çok üzülmüş olsa da şimdi bunu telafi ediyor olman iyi bir şey."
"Elimden geleni yapmaya çalışıyorum," dedi Mir Ali "Ama ne kadarında başarılıyım bilemem." Başını çevirip Faruk Bey'e baktı. Sözlerinde samimiydi. "Hayallerindeki erkek figürüne uyuyor muyum emin değilim ama beni seçtiğine göre bir bildiği kesin vardır."
Faruk Bey, güldü. Yüzünde keyifli bir ifadeyle Mir Ali'ye bakıp omzuna hafifçe vururken yeniden bakışlarını kızlara çevirdi. "Çok iyi anlaşıyorlar" dedi.
Mir Ali "Öyle." Dedi "Lidya, Arda'ya göre çok daha sıcakkanlı" dediğinde Faruk Bey "Evet. Kızım türünün tek örneğidir." Dedi.
Mir Ali "Merak ediyordum da acaba Merve de..."
"Merve yerinde durmayan bir çocuktu. Düşmedik ve kırılmadık bir yer bırakmazdı. Annesi onun bu kadar yaşayacağını düşünmüyordu." Diyen Faruk Bey'in sözleri karşısında Mir kaşlarını kaldırarak gülümsedi daha sonra çocuklara katıldı ve onlarla birlikte at sürdüler. Merve akşama doğru yanına geldiğinde Mir Ali de o sırada araştırma yapıyordu. "Çabuk anlat," diyordu karşısına geçmiş dikkatini dağıtırken "Babamla ne konuştunuz?"
"Ne demek istiyorsun?" diye sordu Mir Ali.
Merve "Benden mi bahsettiniz? Neden eve gitmediğimi öğrenmiş mi?" Ellerini yanaklarına koymuş, kıpkırmızı bir suratla Mir Ali'nin yüzüne bakıyor genç adamsa onun bu haline bakarak eğleniyordu. "Hafta sonu Behrem'in düğünü var." Dedi.
Merve "Biliyorum ama konumuz bu değil." Diyerek üzerine yürüdü. Mir Ali, koltuğunda dönüp onu karşıladığında "Havadan sudan konuştuk." Dedi elleri kızın belini tutup kendisine çekerken. Onu kucağına oturttuğunda "Başka?"
"Senin küçükken ne kadar yaramaz olduğundan bahsetti." Diyen Mir dişlerini kızın koluna geçirince Merve "Ne!" diye ciyakladı.
Mir Ali, ısırdığı yeri öperek telafi etmeye çalışırken içini çekti ve "Bende ona kızının hala yaramazlık yaptığını söyledim." Diye mırıldanınca kızın aniden kendisine dönmesiyle dirseği dudağına çarptı. "Ah!" diye homurdandı.
"Hi, acıdı mı?" diye sordu Merve.
Mir Ali "Sanırım dişimi kırdın." Deyip kızı kucakladığı gibi ayağa kalkınca Merve "Ciddi olur musun? Sana çok önemli bir şey soruyorum şurada."
Mir Ali "Endişelenmeni gerektirecek bir şey olmadı. Sadece seni mutlu ettiğimi düşündüğü için bana aferin demeye gelmiş o kadar."
Merve, duraksadı. Bu bakışlarına da yansıdı. "Beni mutlu ediyorsun, Mir." Dedi "Ve bunu kendin olarak yapıyorsun. Bundan şüphen mi var?"
Salondaki koltuğa oturan genç adamın kucağındaki yerinden memnun olsa da onu bırakarak yanına geçti. Dizlerini kırıp, kalçasının altına toplarken bir eliyle saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp ona baktı. Mir Ali "Hayal ettiğinin bu olduğunu düşünmüyorum." Dedi.
Merve "Sen hayal etmediğimsin" dedi bunun üzerine "Mir Ali, benim hayal kuracak zamanım hiç olmadı. Seninle tanışıncaya kadar hayalini kurduğum tek şey okuduğum aşk romanlarındaki kadın karakterlerin yerine geçmekti, hepsi bu. Seninle tanıştıktan sonra hepsi aklımdan silinip gitti. Eğer bununla ilgili şüphelerin varsa bu beni kırar." Dediğinde Mir Ali ona yan yan bakarak gülümsedi. "Bazen bu kadar açıksözlü olduğun için sana gıcık oluyorum." Dedi.Merve "Bunu ilk defa duymuyorum" dedi onu yakalarından tutup kendisine doğru çekerken.
Mir Ali "Öyle mi?"
Uzandığı yerde halinden memnun olan genç kız ona bakarak gülümsedikten sonra "Öyle." Dedi. Başını kaldırıp sevgilisini öptükten sonra "Umursadığım tek bir kişi var o da şu anda yanımda ve bana ait. Benim." Dedi üzerine basa basa.
Mir Ali "Bunu duymak güzel." Dedi "Benim."
**
Düğün için bir araya geldiklerinde Merve içine çekmekte olduğu derin nefeslerin başını döndürdüğünü hissediyordu. Gerçi bu baş dönmesi Mir Ali'nin arkadaşlarının yaratmış olduğu kalabalıktan da olabilirdi. Gözü mü korkmuştu emin değildi. Bu çocukların birçoğuyla ergenliğini yaşamıştı. Birkaçının omzunda Mir Ali için ağlamış kimisininse yanında bağırıp çağırmıştı. Düğün için hazırlanan yer o kadar güzeldi ki son anda değişiklik yapmış olsalar da Behrem'in buraya kesinlikle yakışacağından emindi. Elini sımsıkı tutan Mir Ali'nin gözlerini üzerinde hisseden genç kadın gülümseyerek ona döndü ve "Bu kadar şatafatlı bir şey istemiyorum" dedi. Mir Ali'nin kaşları havaya kalkınca da ekledi "Sadece ikimizin olduğu sade bir nikah töreni yeterli olur."
"Onları çağırmazsam beni öldürürler." dedi Mir Ali gülerek.
Merve "Bu kadar kalabalık olmaları da beni öldürecek" diyerek önlerinden geçmekte olan garsonun tepsisinden iki kadeh alarak birini genç adama uzattı. "İçmediğini biliyorum..." diye başlamıştı ki Mir Ali "Senin elinden olduğu müddetçe sorun yok." deyince bir şey demek üzere dudaklarını araladı ancak Mir Ali'nin öpücüğüyle gözleri kapanarak iç geçirdi. "Bu... Her gün gittikçe daha iyiye gidiyor." diye mırıldanıp dudağının kenarına bir öpücük kondurduktan sonra "Hadi bana onları anlat." dedi.
Mir Ali, göğsüne yaslanmakta olan sevgilisinin omzuna bir kolunu atarak onu kendisine çekti. "Şuradaki Cüneyt." dedi. Kadehi tutan elinin işaret parmağıyla arkadaşlarıyla bir köşede durmuş, kızların anlattığı bir şeye kahkahalarla gülmekte olan esmer adamı gösteriyordu. "Oğuz Han amcamın oğlu." dedi. "Onu çok fazla göremezsin çünkü kendisi pek insan canlısı değil." Adamın başı kendilerinden tarafa döndüğünde Merve'nin gözleri irice açıldı. "Gözleri kendi rengi mi?" diye sorduğunda Mir Ali'nin kıkırdaması üzerine ona doğru döndü. "Gerçek mi?" dedi. Ne elaydı ne de yeşil. Cüneyt'in göz rengi sarıya dönüktü ve bulundukları yerden bu kadar belirgin olması Merve'nin tüylerini diken diken etmişti. "Ceylin'i zaten biliyorsun." diyen Mir kızın mor saçlarıyla dalga geçerken Merve ona şakadan kızmış ardından kızın aykırı görüntüsü karşısında mest olmuştu. "Aileniz o kadar otoriter ki, onlara bakınca sizlerin de birer asilzade olacağınızı düşünüyor insan." diye homurdandı.
Mir Ali bu sözler üzerine başını çevirerek ona baktı. "Asilzade mi? Gerçekten o kadar sıkıcı olacağımızı mı düşünüyorsun?"
Merve "Artık ne düşündüğümün bir önemi yok." diyerek yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra konuşmaya kaldıkları yerden devam ettiler.
"O Aşil," dedi Mir Ali "Bade'nin koruyucusu olan Anif'in tek çocuğu. Asilzade dediğin o." diyerek şampanyasından bir yudum aldıktan sonra "Behrem'le bir araya geldikleri zaman zehirli sarmaşık gibi oluyorlar." dedi. Daha sonra diğerlerini tanıttı. Karaca ile Âtıl, yanlarına geldiklerinde "Eğleniyor musunuz?" diye sordular.
Mir Ali "Sade bir nikah istiyor." dedi.
Karaca, gözlerini kısarak Merve'ye baktıktan sonra "Kardeşimin en mutlu gününde beni sade bir nikaha çağırabileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun" diye homurdandı. Çocuklar sanki mesajı almışlar gibi yanlarına gelmeye başladıklarında "Behrem su gibi oldu." dedi Sude Naz. Yemyeşil elbisesinin içerisinde peri gibi gözüküyordu ama Mir Ali, Sude Naz'ın perilikle bir ilgisi olmadığından emindi. Gülümseyerek onun gözlerinin içine bakarken yanlarına gelen Nefal ile Safira her zamanki gibi yan yanaydılar ve dünya umurlarında değildi. Safira'nın alaycı bakışları Merve'yi bulurken, onların birbirlerinden haz etmediklerini anlamak için Mir Ali'nin müneccim olmasına gerek yoktu. Merve ise o sırada tam olarak bunu düşünüyordu. Sadece birkaç kez gördüğü kızın, yalnız kaldıklarında bu kadar soğuk ve ukala olacağını hiç düşünmemişti. Başta bunun sadece kendisine yönelik olduğunu düşünmüş sonrasında diğerleriyle konuşurken de aynı tavrı takındığını fark edince onunla arasında ortak bir şey olacağına dair bir inancı kalmamıştı. Mir Ali'nin eli omzunu yumuşak hareketlerle okşarken "Senin Saruhan'ın yanında olman gerekmiyor mu?" diye sordu.
"Menaf beni odadan kovdu." Dedi Mir Ali gülerek "Saruhan'a biraz daha ters bakarsam kavga çıkacağını ve bundan Behrem'in zarar göreceğini söyleyerek beni kapının dışına itti."
Karaca "Haklı. Hem onun yanında Ezel ile Berat da var." Deyince "Bizde az önce bir konuşma gerçekleştirdik." Diye lafı yapıştırdı Nefal. Karaca, gülerek Atıl'a biraz daha sokulurken "Cihan'ı gören oldu mu?" diye sordu.
Mir Ali, "En son diş çekiyordu." Diye homurdanınca gruptan bir kahkaha koptu. Mekandaki herkes tüm dikkatlerini onlara verdiklerinde bile gülmeye devam ettiler.
"Çapkınlıkta sınır tanımıyor öyle değil mi?"
Mir Ali "Öpüşmeyi seviyor."
"Öpüşmeyi bende seviyorum." Diyen Karaca, arkadaşlarının "Kes şunu!" diye homurdanmalarıyla sevgilisine dönerek göz kırptı. "Öyle değil mi?" diye sordu işveli bir halde.
"Bence çapkınlıkta kimse Jibit'in eline su dökemez." Diyen Nefal yan yan Safira ile Naz'a bakarak "Tabi bu ikisini de." Diye gösterip gözlerini devirdi.
"Minel'ler geliyor." Diyen Ceylin, nefes nefese yanlarına geldiklerinde Mir Ali, oturmakta olduğu yerden kalkarak ceketini düzeltti. Merve'ye baktı. "Aramızda ilk evlenen onlar oldukları için, büyüğümüz olarak görüyoruz." Diye söylendi.
"Seni duyuyorum kardeşim." Dedi Karaca da.
Mir Ali "Duy diye söylüyorum zaten."
Ardından Minel ve Eren Kerim ile karşı karşıya geldiler. Minel'le birbirlerine sarıldıkları sırada bakışları Eren Kerim ile karşılaşan Mir, elini uzatıp tokalaşırlarken birbirlerine başlarıyla selam verdiler. Mir Ali, ona dair pek fazla bir bilgiye sahip olmadığı ve de onu tanımadığından, ona yaklaşırken temkinli olması gerektiğini hissediyordu. "Geliyorlar!" diye heyecanla söylenen Ceylin içini çekerek merdivenlerden aşağı inmekte olan arkadaşlarına baktılar. Cesur ve Kuzey Yiğit, yan yana gelirlerken onların hemen arkasından Berat ile Menaf aşağı iniyorlardı. Ezel, Saruhan ile Behrem'in hemen önünde yanında İnci Tamu ile birlikte yürüyordu.
Mir Ali'nin bir kaşı havaya kalkarken bakışları onları pür dikkat izliyordu. Her şey hakkında bilgisi olduğunu düşünürken bu küçük detayı gözden kaçırmış olduğuna bir türlü inanamıyordu. Cüneyt, tenezzül edip yanlarına geldiğinde Mir Ali başını çevirerek ona baktı. Sarı gözleri, esmer teni ve simsiyah takım elbisesiyle Azrail'i andırıyordu. "Hoş geldin." Dedi arkadaşına elini uzatırken.
"Asıl sen hoş geldin." Diye yanıt verdi genç adam. Gelin ile damat yerlerine geçerlerken arkadaşlarının geri kalanları da yanlarına geldiler. Korumalar çember oluşturarak etraflarını sardığı sırada Mir Ali "Yağmur yok mu?" diye sordu. Cesur'a bakıp göz kıptığı sırada, kravatını düzelterek yanlarına gelen Cihan "Benim ay çöreğim Amerikalarda okumakla meşgul. Gelemedi." Dedi homurdanarak. Berat, ensesine bir tane indirdiğinde "Ne vuruyorsun oğlum?" diye sordu.
"Kimi öpüyordun lan sen yine kuytu köşelerde?" diye soran Berat kaşlarını çattığı sırada Kuzey sırıtarak masadan bir havuç dilimi aldı. "Rahat bırak çocuğu oğlum." Dedi "Gençliğinin zirvesinde, kanı kaynıyor belli ki."
Cihan "Lan mal mal konuşmayın. Gören duyan da sizden geçtiğini düşünür" diye homurdanınca Menaf gülerek başını iki yana salladı. O sırada arkadaşını görüp, elini havaya kaldırdı. "Buradayız." Diye seslendi. Mir Ali, onun baktığı yöne bakıp merakla gelen kişiye bakarken kaşları havaya kalkmıştı. Kış ayında olsalar da bir düğüne yakışır bir kıyafet giymediği aşikardı. Kız incecikti. Onu gören her erkek ilik gibi olduğunu söyler ve ardından ıslık çalıp, yanına yaklaşılmayacağına dair türlü konuşmalar yapabilirdi. Uzun, siyah dalgalı saçları vardı. Sivri bir çene ve keskin bir çift göze sahipti. Sağ yanağının elmacık kemiği üzerinde küçük bir kuzgun dövmesi vardı. Mir Ali, onu tanımıyordu ama ondan şimdiden hoşlandığını hissediyordu. Kız yanlarına geldiğinde Cihan da arkasına dönmüştü ve yüzündeki şok ifadesine bakılacak olursa az önce dişini çekmekle uğraştığı kişi Menaf'ın arkadaşıydı. "Çocuklar sizi ruh hastası arkadaşım Derya ile tanıştırayım." Diyerek kızı kendilerine takdim ettiğinde Cihan tükürüğünde resmen boğulmak üzereydi. "Arkadaş mı?" diye sorduğunda kız ona bakarak göz kırpmış ardından "Selam." Diyerek herkesle tek tek el sıkışmıştı. Cesur'un elini tutup sıktığında "Demek Ces Snow sensin." Dediğinde herkes durmuş Derya'ysa "Bunu neden söylediğimi bilmiyorum." Diyerek Mir Ali'ye döndüğünde onu dikkatli gözlerle incelemişti. Merve, boğazını temizleyerek "Bende buradayım arkadaşım, o bakışlarına dikkat edersen sevinirim." Dediğinde kız dudaklarını büzerek Mir Ali'ye bakmayı sürdürmüş ardından Merve'ye "Tam bir hüzünlü kek." Diye mırıldanmıştı.
Berat ve Kuzey, kızın tepkilerine kahkahalarla gülerlerken Menaf kızı boynundan tutarak "Kendine gel." Diye uyarmıştı. İmzalar atılıp, nikah cüzdanı Behrem'in eline verildiğinde kızlar hep bir ağızdan çiçeğini atması için bağırıp durmaya başlamışlardı. Cihansa bir köşede durmuş kötü kötü Menaf'a bakıyordu. "Beni uyarman gerekiyordu adi herif."
Menaf "Ben mi dedim sana her memesi olana saldır diye."
"Kız güzeldi." Dedi Cihan da gözlerini açarak "Güzelden anlıyorsam benim suçum ne?"
Mir Ali, Merve'yi kendisine çekerek ayağa kaldırırken "Seni bir yerine takacağını hiç düşünmüyorum" dedi. Cihan kendisine bakınca da ekledi "Onun gibi kızlar senin gibi erkekleri çıtır çıtır yerler. Ne diyordu sana?" diye sorup Merve'yle birlikte kahkahalarla gülmeden önce "Fındığım." Diye söylendi ve dans etmek üzere piste çıktılar.
Cihan "Hepinizin ağzına sıçayım." Diye homurdanırken Menaf dans etmek üzere ayağa kalkıp, Derya'nın yanına gitti. Cihan, onları tüm bir akşam boyunca somurtarak seyrederken Mir Ali ve Merve için akşam o kadar eğlenceliydi ki kimin ne yaptığı açıkçası umurlarında dahi değildi. Mir, kızı kollarının arasında döndürürken "Seni seviyorum." Diye mırıldanan Merve kollarını boynuna dolayıp gözlerinin içine bakarken huşu içindeydi. Kalabalıktan uzakta, kendilerine bir yer belirlemişler, kendilerinden başka hiç kimseyi umursamıyorlardı. "Bir arkadaş olarak belki kuzenimin düğününe çok kayıtsız kalıyor olabilirim ama şu anda tek istediğim, seninle birlikte olmak. Bu şekilde kalmak ve bunun hiç bitmesini istemiyorum." Diyen Mir başını eğip kızın çıplak omzuna bir öpücük kondurdu. "Ömrümün yarısını keşkelerim yüzünden kendimi harap ederek geçirecek olsam da kalan yarısını seninle mutlu, huzurlu ve kavga ederek geçirmek istiyorum."
Merve onun kollarında olmanın verdiği hazla gülümserken, pırıl pırıl bakan gözlerle "Benimle kavga etmek mi istiyorsun?" diye sordu.
"Çok istiyorum." Diye yanıt verdi Mir Ali. "Kaçırdığımız her anı telafi etmek ve yenilerini, en güzellerini, ilklerimizi seninle yaşamak istiyorum."
Dudakları tüy gibi dokunuşlarla birbirlerine değerken ikisi de iç geçirdi. "Sana çok uzun yollardan geldim, Merve." Diye fısıldadı Mir "O yola çıktığımda sana ulaşabileceğimden de seninle o yolda yürüyebileceğimden de emin değildim. Yapayalnızdım, korkmuştum ve öfkeliydim. Gözümün önünü göremiyor sadece yaşadıklarımla hayata tutunuyordum. Seni görünce, bulunca ne yapacağıma dair bir fikrim yoktu. Çok yorgun olacağımı ve tahammül edemeyeceğimi biliyordum. Bunun acısını senden çıkaracağımı..."
"Ama çıkarmadın," dedi Merve onun etrafında bir tur dönerken. Yeniden ellerinden tutarak, onu kendisine doğru çekti ve yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra "Senin dönmeni beklerken, eskisi gibi dönmeyeceğini biliyordum. Seninle bahçede konuştuğumuz o ilk gün sende nelerin değişmiş olabileceğine dair bir fikir edinmiş ama bunun için ne yapmam gerektiğini bilememiştim. O yolda yapayalnız ve korkmuş olan sen değildin. Bende o yola seninle birlikte çıkmıştım ve o yolu seninle tamamlayıp tamamlayamayacağımdan emin değildim. Hem sana doğru koşmak," diyerek onunla göğüs göğse gelerek dudaklarından öptü "Hem de senden köşe bucak kaçmak istiyordum." Dedi kendisini geri, uzağa iterek. Elleri öyle bir güçle birbirlerine kenetlenmişti ki Merve'nin boğazındaki yumru nefes almasına engel oluyordu. "Karaca, benimle her konuşmasının sonunda sürekli çıkışı gösterip duruyor, Behrem her cümlesinin arasına canımı yakacak bir sürü şey söylüyordu. Menaf'ın benimle ilgilenmesi, Saruhan'ınsa tam tersi davranması beni o kadar üzüp o kadar yoruyordu ki... Seni bırakmayı, senden vazgeçmeyi çok düşündüm. Ama sende benim kadar acı çekiyordun ve bunu görmek, bilmekten daha zordu." İçini çekerek ona yaklaştı. Ağlıyordu. "Bence sana bir şans verebilirim." Dediğinde Mir burnunu burnuna sürterek dolu gözlerle gülümsüyordu.
Mir Ali "Bir şansı hak ediyorum yani?"
"Kesinlikle. Sende birbirimizin ikinci şansı olduğumuzu düşünmüyor musun?"
Mir Ali "Hayır. Ben şanslara inanmıyorum." Diyerek ona sımsıkı sarılırken bakışları pistteki arkadaşlarının mutluluklarına kaydı. "Sahip olduğumuz şeylere değer vermemiz gerektiğini biliyorum sadece ve sadece seni istiyorum. Başka istediğim hiçbir şey yok." Merve'nin kolları etrafına dolandığında ikisinden de bir inilti çıktı. Acı çekiyorlardı. Yaşanmamışlık o kadar fazlaydı ki ikisi de bunun doldurulacağı anı gözyaşlarıyla bekliyordu. "Ruhum ruhunu kabul etti Mir Ali, unuttun mu?"
Mir Ali, gözünün kenarından akan yaşı silerken, burnunu çekerek gülümsedi. "Ruhum ruhunu kabul etti." Dedi. Başını kaldırdı ve yanağını kızın yanağına yaslayarak gözlerini kapattı. "Sen benim başıma gelen en güzel şeysin." Diye fısıldadı. Titriyordu. Merve, onunla salınırken bir yandan da yatıştırıcı dokunuşlarla onu okşuyordu. "Bir de bana sor" dediğinde Mir Ali gözleri kapalı gülümsedi. Yanağını çekip, dudaklarını değdirdiğinde Merve içini çekerek ona daha çok sokuldu. "Olmak istediğim başka bir yer daha yok." Diye mırıldandı kaşlarını çatarken. İki eliyle genç adamın yakasına yapışmıştı. "Eğer olurda bir daha gitme cüretinde bulunursan beni de götüreceksin." Dediğinde gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Hiçbir yere gitmiyorum." Dedi Mir Ali onu göz yaşlarından öperken.
Merve "Söz ver." Diye fısıldadı. Bu kadar mutluyken böyle ağlıyor olmak çok saçma geliyordu ama duramıyordu.
"Söz veriyorum." Dedi Mir Ali ve onu kendisine çekti. Merve, kollarını beline dolarken nefes nefese "Sanki hala o ağlama krizlerinden sonrasını yaşıyorum. Uyuyorum ve uyandığım zaman sanki seni hiç göremeyecekmişim, orada asla var olmayacakmışsın gibi hissediyorum. Kalbim bu kadar güzel hissederken aynı zamanda bu kadar acı çekiyor olmasına dayanamıyorum ve çok korkuyorum." Dediğinde Mir Ali'nin dudakları dudaklarına kapandı. Öpüşündeki çaresizlik genç kadını iliklerine kadar titretirken hislerinin, içinde tuttuklarının bu kadar derin olması ve kendini kabul ettirme isteği Mir Ali'yi paramparça etmişti. "Buradayım." Dedi öpücükleri arasında. Görülmek ya da birilerinin markajında olmaları umurumda değildi. "Hiçbir yere gitmiyorum. Gitmeyeceğim. Sensiz asla." Dedikten sonra onu bir kere daha öptü. Düğünden ayrılıp çiftlikteki eve geçtiler. Merve, annesine Mir Ali'de kalacağını söyledikten sonra yol boyunca hiç konuşmadılar. Kapıdan içeri girip, ışıkları yakmadan Mir Ali'nin yatak odasına girip soyunduklarında her ikisi de hala tir tir titremekteydiler. O gece gök gürültüsü eşliğinde yoruluncaya dek birbirlerine tapındılar. Merve, her şeyini ona verirken Mir Ali ondan her şeyini almanın ve onu her şeyiyle kabul etmenin sözsüz imzasını ruhlarına kazıdı. Nefes nefese sarp bir uçurumun kenarından aşağı birlikte yuvarlandılar. Her düştüklerinde içinde bulundukları haz bulutu onları korudu ve her yükseldiklerinde içlerindeki coşku sel olup taştı. Terden kaygan bedenleri birbirleri üzerinde kayarken, dışarıda bir yerde karanlığın içinde adalet kendince yerini buldu.
*
Kilidin açıldığını duyan adam yattığı yerden doğrulurken "Naklediliyorsun." Dedi gardiyan "Hazırlan."
"Bu saatte?" diye sordu Nevzat Ayaz. Kaşlarını kaldırmış, merak ederek gardiyana bakıyordu. Adam kapıyı açarak onun dışarı çıkmasını bekledi. Küf kokan koridor boyunca yürüdüler. Çıkışta bindirildiği minibüsün arka tarafına geçip oturduğunda derin bir nefes alarak kapanan kapıya baktı. Minibüsün kapısına gidebilirsiniz maiyetinde vurulmasıyla yola çıktıklarında başını önüne çevirdi ve onları gördü. Birinin kucağında kendi şahsi eşyaları duruyordu. Diğerinin elindeyse bir anahtar koçanı vardı. Yüzleri gecenin karanlığında kalıyor ama duruşlarındaki rahatlık genç adama huzursuzluk veriyordu. Nevzat Ayaz, korkuyordu. "Sizi o mu tuttu?" diye sorduğunda karşısındaki gardiyanlar güldüler. Adamın kimden bahsettiğine dair bir fikirleri yoktu. Nevzat Ayaz derin bir nefes aldı. "Kimsiniz?" diye sordu.
"Günah?" dedi soldaki.
"Kir?" dedi sağdaki.
Adam bu kayıtsızlık ve belirsizlik karşısında yutkunurken "Ne saçmalıyorsunuz be!" diye bağırdı. "Nereye götürüyorsunuz beni? Kimsiniz lan siz!"
"Kin?" dedi soldaki. Sağındaki gülüp en sonunda "Kan!" dediğinde araba aniden durdu. Gök gürler, bardaktan boşalırcasına yağmur yağarken adalet parçalara ayrıldı. Adamın haykırışları göğün kükremesine karıştı ve acı dolu ağlamalarını kimse duymadı.
*
Cama vuran yağmur damlalarının ve esen rüzgarın kuru dallardan çıkan sesi yataktan çıkmamaları için güzel bir nedendi. Birbirlerine sokulmuş, gri gökyüzünün dışarıda yaratmış olduğu güzelliğin sesini dinliyorlardı. Mir Ali, burnunu kızın boynuna dayamış öylece dururken Merve "Açım." Diye mırıldandı. Mir Ali'nin de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Gülümseyerek ona biraz daha sokulurken "Bize kahvaltı hazırlayacak birini almam lazım." Dedi.
Merve "Olmaz." Diyerek kollarında döndü ve yüzüne bakarak "Utanırım."
Mir Ali "Aç mı kalalım istiyorsun?" diye sorup onu gıdıklamaya başladığında telefonlarının ve kapının çalmasıyla kaşlarını çattılar. "Bir yere yıldırım falan mı düştü?" diye soran Merve, Mir yataktan kalkıp "Belki baban beni vurmaya gelmiştir." Deyince şaşırarak ona baktı ardından üzerini hızlıca giyinerek peşinden dışarı çıktı. Çantasının içinde durmadan çalan telefonunu eline aldığında, Mir Ali de iç çamaşırının lastiğini düzeltip kapıyı açtı ve karşısında Korhan'ı buldu. Adamın yüzü sanki daha fazla olabilirmiş gibi bembeyazdı. "Ne oldu?" diye sordu Mir Ali.
"Televizyonu açın." Dedi Korhan ve peşinden içeri girdi.
Mir Ali, denileni yaparken cep telefonu ısrarla çalmaya devam ediyordu. Merve de yanına gelip durduğunda bir haber kanalında durdular ve gördükleriyle neye uğradıklarını şaşırdılar. "Bu ne zaman olmuş?" diye sordu Mir Ali.
"Dün gece yarısından biraz sonra." Dedi Korhan "Nakledileceğini söyleyerek Nevzat Ayaz'ı bulunduğu hapishaneden almışlar ve tutuklu kaldığı cezaevinden bir 10 kilometre ötede de cesedini bulmuşlar. Parçalarına ayrılmış bir halde."
Mir Ali, başını ağır ağır çevirip de Korhan'a bakınca adam "Ne düşündüğünüzü biliyorum" diye mırıldandı ve bakışları Merve'yi buldu.
"Adliyeye gitmem gerekiyor." Dedi Merve şok içerisinde "Jibit beni bekliyor." Mir Ali, başını sallayıp kendisini toparladığı sırada ısrarla çalan telefonunun ekranına baktı ve küfretti. Telefonu açıp, kulağına götürünce "Ne söyleyeceğini biliyorum Menaf," dedi "Az önce izledim haberlerde."
"Bunun haberlerde yayınlandığını sanmıyorum!" diye bağırıyordu Menaf "Orospu çocuğu çekip gitmiş!"
Mir Ali durdu "Neden bahsediyorsun sen?" diye sordu. Merve yanına gelmiş, kolundan tutuyordu. Merak ve panikle "Ne olmuş?" diye sorduğunda Menaf "Saruhan," diye bağırıyordu "Behrem'i bırakıp gitmiş! Bir mektup yazıp asıl ailesini bulacağını, bunu yaparken de yalnız olmak istediğini ve..."
Mir Ali, sustu. Dişlerini sıkarken Menaf "Onun ebesini sikeceğim!" diye bağırıyordu "Behrem mahvolmuş durumda ağabey! Bu evliliğin saçma olduğunu, sonlandırmak için işlemlere başlayacağını yazıp def olup gitmiş." Dediğinde Mir Ali yarım saat öncesine kadar ne kadar huzurlu ve de mutlu olduğunu düşünüyordu. Yola çıktıklarında Merve'nin elini sımsıkı tutuyordu. İkisi de birbirlerinden güç alıyorlardı. "Buna inanamıyorum." Diye kızan Merve dişlerini sıkarken, çenesi kitlenip duruyordu. Mir Ali, elini kaldırıp öperken kaşlarını çatarak "Önce Behrem'in durumuna bakmam gerekiyor" diye fısıldadı "Ondan sonra nasıl hareket edeceğiz konuşuruz." Adliyeden içeri girdiklerinde basının yakın markajından kaçmayı başarmışlardı. Jibit, kayıtsız bir ifadeyle masasında oturmuş bir kâseye doldurulmuş olan kuru yemişlerinden yiyordu. Ve Merve'nin gördüğü kadarıyla herkes işini yapmaya devam ediyordu.
"Sen mi yaptın?" diye sordu Mir Ali.
Jibit ona şöyle bir baktı ve Mir Ali onun ne kadar sinirli olduğunu o zaman anladı. Dişlerini sıktığı o kadar belliydi ki. "Bunun hakkında bir yorum yapmayacağım ama dosyamıza yeni bir isim daha eklenmiş oldu."
"Jibit?"
"Kardeşimin yaptığından haberim var Mir Ali ve inan bana şu anda nasıl hareket etmem gerekiyor emin değilim." Diyen Jibit bakışlarını ondan çekerek Merve'ye odakladı "Tanju diye birini araştırıyoruz." Dedi "Tolga ve Elçin bu iş için görevlendirildi ve şimdi sende bu işten sorumlusun. Onu bul ve bana getir."
Merve "Ne olursa mı?"
Jibit başını eğerek onu selamladı. "Ne olursa." Ayağa kalkıp, Mir Ali'nin yanına geldi "Hadi kızımızın yanına gidelim" dedi. Dışarı çıktılar. Mir Ali "Menaf onu öldürmekten bahsediyor." Deyince Jibit "Ona yardım edebilirim." Diye yanıt verdi ve adliyenin garajına indiler. Kendi arabasına binip dışarı çıktıklarında onlara iki araba daha eşlik ediyordu. "Cinayeti işleyenler hakkında bir fikrin var mı?" diye soran Mir, Jibit'in "Bana borcu olduğunu düşünen biri var ve böyle yaparak ödediğini düşünüyor orası ayrı." Demesi üzerine "Tanju dediğin adam mı?" diye sordu.
Jibit, köşeyi dönerken başını salladı. "Pezevenk ismine benziyor." Dedi Mir Ali ve bu Jibit'i güldürdü. "Haklısın." Dedi.
Siteden içeri girdiklerinde herkes ama herkes oradaydı. Mir Ali'nin, Behrem'i görmek için yanına gitmesine gerek yoktu. Bunun için teyzesine bakması yeterliydi. Perişan bir halde, camın kenarındaki çift kişilik koltukta oturmuş yarı baygın yarı uyanık kızının başında onun acısını paylaşarak ağlıyordu. Bembeyaz teni kızarmış, gözleri donuk bakan Behremse öylece uzanıyordu. Sanki biri üzerine ölü toprağı atmış gibiydi. Odanın uzak bir köşesinde oturmakta olan Dilek teyzesi sıkıntıyla ne yapacağını bilemez bir halde bir ileri bir geri yürürken ağlıyor, yanına giden Jibit'e bakıp sinirle bir şeyler söylüyordu. Çalışma odasından da ayrı sesler yükseliyordu. Doruk amcasının, Murat amcasına bağırdığını duyuyor babasının ve diğerlerinin aralarına girdiklerini tahmin ediyordu. İçeriden çıkan Menaf'ın yüzü kıpkırmızıydı. Göz göze geldiklerinde onun peşinden dışarı Kuzey ile Cesur çıktılar. Menaf'ın iki kolundan tutarak dışarı çıkarırlarken "Sakin ol." Diye söyleniyorlardı. Berat ve Cihan, yanlarında Ezel'le çıktıklarında Mir Ali de onların peşine takıldı. Menaf'ı sakinleştirmek düşünüldüğünden zordu. Ezel'e dönüp "Senin haberin var mıydı?" diye sorduğunda genç adam başını iki yana salladı. "Böyle bir şey yapacağından mı? Sence bunu yapmasına izin verir miydim?" diye sordu.
"En yakın arkadaşısın sonuçta." Diyen Menaf yere tükürüp iki elini de başına koydu. "Onu bulacağım." Dedi.
Ezel "Ben de bunu istiyorum ama bu konuda dürüst olduğuma inanmak zorundasın."
"Ben sana inanıyorum."
Adamların hepsi dönüp kapının önünde her an yere yığılacakmış gibi duran Behrem'e baktılar. Kızın yanına ilk giden Berat oldu. Belinden tutup onu kendisine yasladığında "İyi misin güzellik?" diye sordu.
"Olacağım." Dedi Behrem gözleri sulu sulu. Sonra ikizine baktı ve gülümsemeye çalıştı. Burnunu çekerek arkadaşlarına baktıktan sonra "Hiçbirinizin bu konu hakkında bir şey yapmanızı istemiyorum," dedi.
"Saçmalama." Dedi Menaf.
Behrem "Asıl sen saçmalama," dedi "Bunu yapabildiğine göre uzun zamandır bunu planlıyor olmalıydı öyle değil mi? Onun bunu birden yaptığını düşünmüyorum. Zamanını kolladı ve gerçeğin acısını benden çıkardı. Ya da çıkarabileceğini zannetti."
Cihan tereddütle sordu. "Zannetti?"
"Ben her şeyden önce bir Pehlivan'ım," dedi Behrem yutkunarak "Üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey yok. Onun peşinden ağlayıp, perişan olacağımı düşünüyorsa çok yanılıyor. O benim için artık bir hain ve benim hainler için dökecek göz yaşım yok! Bir gün eminim karşılaşacağız ama o gün gelinceye dek, sizden tek istediğim hayatlarınıza devam etmeniz. Beni anladınız mı?" deyip Berat'ı bıraktı ve ona gülümsedikten sonra içeri girdi. Üst kata, odasına çıkarken göz yaşları yeniden akmaya başlamıştı.
Tüm gün sessizliğini koruyan Mir Ali ortak evde, kendisine bir köşe bulmuş orada oturuyordu. Eğlenceli zamanlar geçirdikleri bu evde bugün kendilerine bile ağır gelen şeyler yaşıyorlardı. Arkadaşları kızgın ve de kırgındılar. Menaf sürekli küfrediyor, bağırıp duruyordu. Hiçbiri kendisi bile Saruhan'ın böyle bir şey yapacağını akıllarından dahi geçirmezdiler. Ama olmuştu ve şimdi bununla baş etmeyi öğrenmek zorundaydılar.
"Sen iyi misin?" diye sordu yanına gelen Kuzey. Elinde iki kupa vardı ve birini kendisine uzatıyordu. "Kahve." Dedi Kuzey "İçmesen bile elinde dursun, kokusu yatıştırır."
Mir Ali, arkadaşının sözlerine gülümseyerek kahve kupasını dudaklarına yaklaştırdı ve usulca bir yudum aldıktan sonra yutkundu.
"Şuna bakın hele," dedi Kuzey onu parmağının ucuyla şakağından iterken "Bir şeyler rayına nihayet oturuyor."
Mir Ali "Git başımdan." Diyerek onu itse de halinden memnundu. Sonra içini çekti ve "Benim iyi hissederken kuzenimin orada ağlıyor olması kendimi kötü hissetmeme neden oluyor."
"Bazı şeyler olur. Bu hep böyledir." Dedi Kuzey.
Mir Ali "Behrem söylediklerinde ciddi miydi?"
Kuzey, başını salladı. "Şu an onun için her şey çok taze ama bir şekilde üstesinden gelecek."
Mir Ali "Bir şey yapmadan duracak mıyız yani?"
Kuzey "Ben öyle bir şey söylemedim." Dedi gülerek "Ama bırakalım da ortalık biraz yatışsın. Şu anda Behrem dışında önemli iki sorunumuz daha var."
Mir Ali "Öyle mi? Nedir?"
Kuzey "Hiç ihtimal vermesem de Doruk amcamın, Murat amcayı öldürme ihtimali. İkincisi de senin Nevzat'ın mortingen şıtrayze olması." Demesiyle Mir Ali kaşlarını kaldırdı sonra güldü. Diğerlerinin dikkatini çekmek istemediği için boğazını temizleyerek "Amcamlar birbirlerini öldürmezler, benim o konuda içim çok rahat. Bunca sene birbirlerine aile olan iki insan, birbirlerini bu kadar kolay gözden çıkaramazlar. İkincisine gelince o benim Nevzat'ım değil." Dedi.
Kuzey "Herkes senin Nevzat'ın olduğunu biliyor."
Mir Ali "Ne? Ya siktir git, saçma sapan konuşma oğlum." Deyip Kuzey'in bacağına vurunca uzun zamandır birlikte vakit geçirmemenin aralarındaki iletişimi koparmadığını fark ederek daha da keyiflendi. Menaf, kardeşiyle kalacağını söyleyince Merve'yi almak üzere şirkete giden Mir Ali, onu beklerken bir yandan da elindeki tabletten haber sayfalarını takip ediyordu. "Bunun ucu bana dokunur mu dersin?" diye sordu Korhan'a.
"İfadenizi muhakkak alacaklardır." Diyen Korhan "Şu saate kadar almamış olmaları biraz aileniz sayesinde."
Mir Ali gülümsedi ama sıcak bir gülümseme değildi. Alay eder gibi "Ailemiz çok yaşa." Dediğinde Merve'nin şirketten çıkıp, koşarak kendisine doğru geldiğini görüp derin bir nefes aldı. Dışarı çıkıp onu karşıladığında "Günün nasıldı?" diye sordu.
Merve onu öptükten sonra "Bir labirentin içine girmiş ve şimdi nasıl çıkacağımı bilemezmişim gibi hissediyorum." Deyince Mir Ali'nin gözlerinde bir şeyler yanıp söndü. Genç kadın daha buna bir anlam veremeden Mir onu tutup kendisine çekti ve dudaklarına esaslı bir öpücük kondurdu. "Yolunu bulacağına eminim." Dediğinde Merve gözlerini kapatmış, içini çekmekteydi. "Hı hı." Diyordu bir yandan da. Arabaya binip, yola çıktıklarında "Eve gitmek zorundayım. Annem dün geceye sesini çıkarmadı ama seninle aynı evde kaldığım için hayal dünyasını kurcalamak istemiyorum daha fazla." Dedi.
Korhan, rotayı Merve'nin evi olarak değiştirirken Mir Ali "O zaman evlen benimle." Dedi.
Merve "Şu dava bir sonuçlansın bakarız."
"İşin hep var olacak," dedi Mir Ali "Bize zaman ayırmak senin elinde."
Merve "Sen bana laf mı sokuyorsun?"
"Hayır. Bugün kuzenim ölmek üzere gibi gözükmesine rağmen hepimizden hayatlarımıza devam etmemizi istedi. Bende devam ediyorum. Seninle. Ne diyorsun?" diyen Mir, kızı kendisine doğru çekerken Merve dudaklarını büzerek bir müddet düşündü. "Bir sene içerisinde olsa?" diye sordu.
"Çok uzun." Dedi Mir Ali.
Merve "Seni yedi sene bekledim ben hatırlatırım."
"Bunun onunla bir ilgisi yok." Dedi Mir Ali.
Genç kadın, gözlerini kısarak ona baktı ama içinden gülmek geliyordu. "Tamam o zaman dokuz ay?" diye sordu "Davetliler, mekân seçimi, giyim kuşam, her şeyin hazırlanması ancak o kadar sürer."
Mir Ali, başını iki yana sallayarak üzerine doğru eğildi ve "Altı ay." Dedi.
Merve "Sen delirdin mi? İnsanlar yanlış anlar."
Mir Ali "Bana ne. Ya altı ay ya da altı hafta kararı sen ver." Dediğinde kızın dudaklarına, yanaklarına öpücükler konduruyor, onun aklı selim düşünmesine engel oluyordu. Merve, kollarının arasında halinden memnun kıkırdarken "Delirdin değil mi?" diye sordu. Mir Ali gözlerinin içine bakıp "Korhan, şu anda belediye binasına gitmemiz ne kadar sürer?" diye sordu. Kadının gözleri irice açıldı. "Altmış dakika" dedi Korhan dikiz aynasından kendilerine bakıp gülümserken.
"Altmış dakika." Dedi Mir Ali kızın gözlerinin içine bakıp "İsmimizi kullanıp nikah kıymamız peki?"
Merve boğulur gibi bir ses çıkardı "Ne? Saçmalama!" diye ciyakladı ama gözleri tam aksini söylüyordu.
"Altı dakika" dedi Korhan.
Merve, kaşlarını çatarak adama baktı ve "Neden altı dakika?" diye sordu.
"Sizi o masaya oturtup elinize de güzel bir çiçek verebilmek için." Diyen Korhan'ın cevabıyla yanakları kıpkırmızı olan genç kadın, otuz iki diş gülerek yüzünü Mir Ali'nin göğsüne gömerek çığlık attıktan sonra "Seni mahvedeceğim." Diye mırıldandı.
Mir Ali "Bu evet demek mi oluyor?"
Merve "Sen gününü görürsün."
Mir Ali "Görüyor musun Korhan beni nasıl da seviyor!"
"Of kes sesini de beni eve götür daha babama altı hafta içerisinde evleneceğimizi söyleyip, onun kalp krizi geçirme riskini göze almam gerekiyor." Diyen Merve, Mir Ali'nin "Neden altı ay değil?" diye sormasıyla "Çünkü çok uzun." Diye yanıtladı usulca. Göz göze geldiler, birbirlerini okşayıp öperlerken artık beklemek için önlerinde bir nedenlerinin olmadığının farkındaydılar. Her günlerini bu şekilde sarmaş dolaş, kavga dövüş geçirmek için neden beklesinlerdi ki? Hayat ikisini de içine hapseden bir labirentti. Başını sonunu tutmuş, onları karanlığa mahkûm etmiş ve mücadelelerini merakla izlemişti. Aşk bir mağlubiyetti ama onlar için kazanılması zor olandı. Herkesin labirenti kendi içindeydi. Kimisi çıkar oyuna katılır kimisi de sonsuza kadar orada kalırdı. Onlar oyuna katılmıştı ve şimdi sıra labirenti yıkma vaktiydi.
SON.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK LABİRENTİ ( Kuyu Serisi #1)
General FictionÖzlemek... Tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmak gibiydi. Geçmiyordu. Bitmiyordu. Birini uzaktan sevebilmenin ötesinde özlemin ucu bucağı olmuyordu. Yakıyordu. Ağlatıyordu. Merve, Mir Ali'nin gidişinin ardından bir kırık kalple baş başa kalmıştı...