Bölüm 3

341 44 1
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.










Bölüm 3

“Yokluğun öyle büyük, öyle dayanılmaz ki. Acıdan soluk alamıyorum.
Ben soluk almadıkça, acımı boğuyorum dayanmak için.
Bak çıkmıyor artık sesi. Ama sen acımı fark edemiyorsun sesi çıkmıyor diye.
Sonra kendimden bile gizliyorum acımı.
Sonra mı?
Sen bıraktın diye acımı bile sevmeye başlıyorum…”

“Ertürk Akşun – Agafya”

***

Birkaç gece önce yaşadıklarından sonra Merve kabuğuna çekilmişti. Bir sonraki sabah uyandığında artık hissettiklerinden yorulmuş, uyuşmuş bir halde ayağa kalkmaya çalışmış ve tökezlediği ilk seferde içinde bulunduğu duruma küfretmişti. Buna neden olduğu için ona sonra da kendisine. Bunca zaman çocuk gibi dönmesini beklemişti. Bir mecburiyeti yoktu. Aralarında dillere destan olacak bir aşk da yaşanmamıştı. Sadece… Mir Ali, gözlerinin içine bakmış, gülümsemiş ve Merve kendisini onu severken bulmuştu. Ruhu, ruhuna eşlik etmişti. Çocukça, safça bir duyguyla tüm hücreleriyle ona bağlandığını hissetmişti. Ruh ikiziydi. Eşiydi. En azından o yanındayken, gözlerinin içine öylesine güzel bakıyorken Merve öyle düşünüyordu. Onun asiliğinin yanına Ali’nin sakinliği yakışıyordu.

Kendisine akıl veren, boyundan büyük laflar eden o çocuk kalbine yakışıyordu.

Ama sonra…

İçinde büyüttüğü, kendisine yaşattığı masal sona ermişti.

Mir Ali, bir açıklama dahi yapmadan gitmiş, Merve’nin avuçlarında kırık bir kalp bırakmıştı.

Kuruyan yapraklar gibi her mevsim bir şeyler kırılıp dökülmüştü. Mir Ali, o zaman da yoktu. Aramamıştı. Ablasını göndermiş, iyi olup olmadığını kontrol etmesi için ona aile şirketlerinde staj teklif etmişlerdi.

Ama o zaman da gelmemişti.

Okulun ilk gününün sonunda da yoktu. Merve, üniversitenin ilk gününü anlatmak için delirmişçesine onu aramış ama ulaşamamıştı.

Nereden geldiğini bilmediği birkaç mektubun dışında ondan hiç haber almamıştı.
Ne arkadaşları ne de ailesi tek kelime etmiyorlardı.

Merve, üzülüyordu. Ağlıyordu. Kalp ağrısının bir insana bu kadar acı vereceğini düşünemiyordu. Ölmek istiyordu. Ama Mir Ali yine gelmiyordu.
Şimdi durmuş kendisini dinlerken neyin değiştiğini soruyordu.

Yine ağlıyordu. Yine yalvarıyordu.

Derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Eğer hayatının iplerini eline alacaksa alacaktı. Mir Ali, gelmeyebilirdi. Merve, onun tarafından çok güzel sınanmıştı. Bir tarafı boynu bükük, kırılmış bir halde hala onu beklediğini fısıldıyor olsa da kalbine; mantığı hiçbir aşkın beklenmeye değmeyeceğini tıslıyordu kulağına. Yaşanmış olsaydı eğer…

Başını arkaya atarak gerindi. Masanın üzerindeki dosyaları eline alıp, odasından dışarı çıktı. Uzun koridor boyunca yürürken birkaç çalışanın ve Andaç Hanım’ın kazandığı ilk dava için ayaküstü tebriklerini kabul etti. Gülümsedi. İçini çekerek yürümeye devam ederken Jibit’in karşıdan kendisine doğru yürüdüğünü gördü. Hemen arkasında da en az onun kadar işinde güçlü olan Eren Kerim de vardı. Duruşunu dikleştirip adımlarını durdurduğunda adamın bakışları yanındaki kadından ayrılıp gözlerini buldu “Çaylak?”
diyerek ellerini ceplerine soktuğunda Jibit’in gözlerini devirdiğini görüp hıhladı.
“Tebrik ederim” dedi esmer adam.

Merve, başını salladı. Eren Kerim, hemen yanlarından uzaklaşırken Merve “Onun gibi olabilecek miyim?” diye sordu.

Jibit “Ağır cezalara mı bakmak istiyorsun?” dedi.

Merve, bir an düşündü ve sonra “Hayır” dedi “İstemiyorum”

Jibit’in çenesini okşaması üzerine “Yarın görüşürüz” dedi “Kendine dikkat et”
Merve, başını salladı. Elindeki dosyaları arşiv odasının önünde durmakta olan görevliye verdikten sonra odasına doğru yürümeye başladı. Az önce yanlarından geçtiği insanların telaşla koşturduklarını gördüğünde duraksadı. Jibit ve odasından dışarı koşarak çıkan Poyraz amcası asansörlere doğru gidiyordu. Odasına giderken Andaç Hanım’ı durdurdu.

“Bir şey mi oldu?”

Kadının beti benzi atmıştı. Merve’ye baktı. Gözleri dolarak gülümsedi. “Kötü bir şey değil” dedi.

Merve, ikna olmasa da önemsemedi. Kendisiyle ilgili olmadığına göre üstelemesine değmezdi. Çok geçmeden odasına girip, çantasını ve cep telefonunu aldı. her şeyini kontrol ettikten sonra Andaç Hanım’a iyi akşamlar diyerek asansörlere doğru yürüdü.

*
Birkaç dakikanın ardından kendisini şirketin önünde bulduğunda valelerden bir taksi çağırmalarını istemişti. Bu akşam otobüse binmeye tahammülü yoktu. erkenden evine gidecek ve dinlenecekti. Gözleri kapanmak istercesine ağırlaşırken önünde duran taksiye bakıp iç geçirdi. Valeye teşekkür ettikten sonra taksiye bindi ve nereye gideceklerini söyledikten sonra başını koltuğa yaslayıp, nefeslendi. Sanki koşmuş gibi. Kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki buna neden olan ne bilmiyordu.

*

Evin kapısını açıp içeri girdiğinde derin bir sessizlik karşılaşmıştı. Kaşlarını çattığı sırada “Anne?” diye seslendi. Ayakkabılarını çıkarıp, çantasını yeniden eline alarak içeri girdiğinde bacaklarına sarılan ilk kişi küçük kız kardeşi Arda olmuştu. “Ne haber böcük?” deyip kızın saçlarını karıştırdığında annesini ve babasını sararmış bir yüzle kendisine bakarken görüp, sordu “İyi misiniz?”

Ebeveynleri birbirlerine endişe dolu bakışlar atarken “Çok acıktım” dedi Merve eğilip Arda’yı öperken “Gidip üzerimi değiştireyim de yemeğe oturalım bir an önce” dedikten sonra masadaki beşinci tabağı fark ederek annesine baktı “Misafirimiz mi var?”
Annesi yutkunurken Merve “Karaca mı yoksa?” diye homurdandı. “Bıktım yemin ederim senden Karaca!” diyerek odasına doğru yürürken yakalarını çekiştiriyordu. İyi olup olmadığını kontrol etmesini istemiyordu artık. Bu yüzden ona bağıracağını düşünerek odadan içeriye daldığında kollarının düğmelerini çözüyordu.

“Eğer geçen gece olanlardan sonra nasıl olduğumu merak ettiğin için geldiysen söyleyeyim canım, bileklerimi kesmedim!” deyip iki bileğini de havaya kaldırdı Karaca’ya göstermek için. Yüz kasları donarken tüm bedeni de aynı anda donmuştu sanki. Yatağının ucunda oturmakta olan adamla göz göze geldiğinde neredeyse bayılacaktı. Neredeyse…
Bileklerini usulca indirirken, yutkundu. Şaşkınlık, kalbinin ritmiyle uyumlu değildi. Dudakları aralandığında, gözleri çoktan dolmuştu.

“Mir Ali?”

Genç adam, başını sallayarak ayağa kalktı. Merve, odanın küçüldüğünü hissettiğinde aslolanın bayılmak üzere olduğunu kavrayamıyordu. İki büklüm bir halde yere kapaklanacağı sırada, tutuldu. Onun kokusuydu. Güzel, kahverengi gözleri yarı baygın bir halde kendisine gülümseyen gözlerle bakan adamın gözlerine baktığında yeniden ismini söyledi.

“Benim” dedi genç adamın boğuk sesi “Geç kaldığım için özür dilerim, Merve”

AŞK LABİRENTİ ( Kuyu Serisi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin