"Nereye gidersen git, arar bulur seni! İnsan kaderinden kaçabilir mi?" Ak köpüklü mavi sularıyla Akdeniz'in kıyısında, Sahra Çölü'nün hemen kuzeyinde, kara kıtanın denizle buluştuğu yerde, sarı bir kumaşın üzerine iliştirilmiş bir mücevher gibi parıldayan beyaz bir şehir vardır: Hammamet... Mağrip'in incisi... Yaşamayı seven mutlu insanların şehri... Mavi denizinin rengindeki evleri, kapıları, beyaza boyalı duvarları, pencereleri, balkon kafesleri, bol kedili, dar ve karışık sokakları ile Hammamet... O gün kentin sokaklarında her zamankinden farklı bir telaş göze çarpıyordu. İnsanlar hızla Medina Çarşısı'nı, çevresindeki meydanları, sukları ve sokakları boşaltıyor, evlerine ya da dükkânlarına çekiliyor, kapılarını ve pencerelerini sıkı sıkı kapatıyorlardı. Herkesin dilinde tek bir kelime vardı; fırtına... Koca şehir güneyli bir rüzgâra teslim olmuştu. Sokaklar bomboştu. Kaçabilen herkes bir yerlere saklanmış, fırtınanın dinmesini bekliyordu. Biri hariç...