EKMEK VE TUZ
Madam de Morcerf yanmdakiyle birlikte yeşilliklerden oluşmuş kubbenin altına girdi: bu kubbe bir seraya kadar uzanan ıhlamur ağaçları arasında bir yoldu.
"Salonda hava çok fazla sıcaktı, değil mi sayın kont?" dedi kontes.
"Evet madam; kapıları ve panjurları açtırmanız harika bir fikirdi."
Sözlerini bitirdiğinde kont Mercedes'in elinin titrediğini fark etti.
"Ama siz bu ince giysiniz ve boynunuza sardığınız bu tül eşarptan başka koruyucu bir şey olmadan üşümeyecek misiniz?" dedi.
"Sizi nereye götürdüğümü biliyor musunuz?" dedi kontes, Monte Kristo'nun sorusuna yanıt vermeden.
"Hayır madam," diye yanıt verdi kont; "ama görüyorsunuz karşı koymuyorum."
"Seraya, ileride gördüğünüz, izlediğimiz yolun ulaştığı seraya."
Kont sorar gibi Mercedes'e baktı; ama o hiçbir şey söylemeden yoluna devam etti, öte yandan Monte Kristo da sessiz kaldı.
Fransa'da her zaman olmayan güneş ısısının yerine, hesaplanmış bir sıcaklıkla ısıtılan ve temmuz başından başlayarak olgunlaşan harika meyvelerle dolu yapıya geldiler.
Kontes kontun kolunu bıraktı ve bir salkım misket üzümü koparmak için bağ kütüğüne gitti.
"Bakın sayın kont," dedi bir gülümseme ile, ama gülüşü o kadar hüzünlüydü ki gözlerinin kenarında gözyaşlarını belirdiği görülebilirdi, "bakın, bizim Fransa'nın üzümlerinin Sicilya'nın ve Kıbrıs'ın üzümleriyle kıyaslanamayacağını biliyorum, ama bizim zavallı Kuzey güneşimize karşı biraz hoşgörülü olun."
Kont eğildi ve geriye doğru bir adım attı.
"Beni geri mi çeviriyorsunuz?" dedi Mercedes titreyen bir sesle.
"Madam," diye yanıt verdi Monte Kristo, "hoşgörünüze sığınarak sizden beni bağışlamanızı rica ediyorum, ama ben hiç misket üzümü yemem."
Mercedes içini çekerek salkımı yere bıraktı. Yanda, seranın yapay sıcaklığında asma kütüğü gibi ısınmış bir sıra ağaçtan çok güzel bir şeftali sarkıyordu. Mercedes kadife gibi meyvenin yanma gitti ve onu kopardı.
"Bu şeftaliyi alın o zaman," dedi.
Kont aynı biçimde geri çevirdi.
"Ah! Yine mi," dedi kontes ve bunu öyle bir ses tonu ile söyledi ki hıçkırığım boğmaya çalıştığı hissediliyordu; "gerçekten de çok üzgünüm."
Bu olayın arkasından uzun bir sessizlik oldu; üzüm salkımı gibi şeftali de kumların üzerinde yuvarlanıp gitmişti.
"Sayın kont," dedi sonunda Mercedes yalvaran gözlerle Monte Kristo'ya bakarak, "aynı çatı altında ekmeği ve tuzu paylaşanları sonsuza kadar dost kılan dokunaklı bir Arap geleneği vardır."
"Bunu biliyorum madam," diye yanıt verdi kont, "ama biz Fransa'dayız, Arabistan'da değil ve Fransa'da ekmeğin ve suyun paylaşıldığı süreden daha uzun süren dostluklar yok." "Ama yine de," dedi kontes kalbi çarparak, gözlerini Monte Kristo'nun gözlerine dikerek ve onun kolunu iki eliyle neredeyse istemdışı sıkarak, "dostuz değil mi?"
Kontun kalbine kan hücum etti, kont ölü gibi bembeyaz kesildi, sonra kan kalbinden boğazına yükseldi, yanaklarını kapladı, bakışları gözü kararan bir insanmkiler gibi birkaç saniye kararsızlık içinde kaldı.
"Elbette dostuz madam," diye karşılık verdi; "zaten neden dost olmayalım ki?"
Bu ses tonu Madam de Morcerfin beklediğinden o kadar uzaktı ki, bir iniltiye benzeyen iç çekişini gizlemek için sırtını döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monte Kristo Kontu
General FictionDumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikolojisine duyduğu tutkulu ilgiyi coşkun bir anlatıda, ustalıklı diliyle harmanlıyor. "Dumas kitlelerin tutkularını paylaşmayı ve doyurmayı diğ...