BABA VE KIZ
Önceki bölümde, Madam Danglarsin Madam de Villefort'a, Matmazel Eugenie Danglarsin Mösyö Andrea Cavalcanti ile evleneceğini resmen haber vermeye geldiğini görmüştük.
Bu önemli işle ilgili tüm kişiler tarafından alınmış bu kararı belirten ya da belirtir gibi görünen bu resmi haber öncesinde, okurlarımıza açıklamamız gereken bir olay olmuştu.
Bu nedenle okurlarımızdan bir adım geriye gitmelerini ve kendilerini büyük felaketlerin olduğu o günün sabahı, daha önce onlara tanıttığımız ve sahibi Baron Danglarsin göğsünü kabartan o yaldızlı güzel salondaymış gibi düşünmelerini rica ediyoruz.
Bu salonda, sabah saat ona doğru baron, birkaç dakikadır düşünceli ve oldukça kaygılı, kapılara bakarak ve her gürültüde durarak dolaşıyordu.
Artık sabrı kalmadığında özel uşağını çağırdı.
"Etienne," dedi ona, "Matmazel Eugenie'nin neden benden kendisini salonda beklememi istediğini ve neden beni bu kadar uzun zaman beklettiğini gidip öğrenin bakalım."
Bu keyifsizlik durumunu dile getirdikten sonra baron biraz sakinleşti.
Gerçekten de Matmazel Danglars uyandıktan sonra, babasından bir görüşme istemişti ve bu görüşmenin yeri olarak da yaldızlı salonu belirtmişti. Bu davranışın tuhaflığı, özellikle genç kızın resmi davranışı bankacıyı pek de şaşırtmamıştı ve salona ilk gelen, kızının isteklerine hemen boyun eğen bankacı olmuştu.
Etienne kısa bir süre sonra elçilik görevini yerine getirip dönmüştü.
"Matmazelin oda hizmetçisi bana matmazelin giyinmesini bitirmek üzere olduğunu ve gecikmeden geleceğini söyledi," dedi.
Danglars bir baş işaretiyle memnun olduğunu belirtti. Danglars insanlara, hattâ evinde çalışanlara karşı zayıf bir adam, zayıf bir baba gibi.görünürdü: oynadığı halk güldürüsünde kendine biçtiği rolün bir yanıydı bu, kendi seçtiği bir görünüştü ve kendince bu ona uygun görünüyordu, tıpkı antik tiyatrodaki babaların dudakları sağdan yukarı kalkık ve gülümser gibi, soldan ise aşağı sarkık ağlar gibi görünen maskelerine benziyordu.
Hemen şunu söyleyelim, yukarı kalkık ve gülümseyen dudakları aile yaşamında aşağı sarkık ve ağlar duruma geliyordu, öyle ki çoğu zaman o iyi adam yerini kaba bir kocaya ve ödünsüz bir babaya bırakıp yok oluyordu.
"Hay Allah, kesinlikle benimle konuşmak istediğini söyleyen şu deli kız neden çalışma odama gelip konuşmuyor? Neden benimle konuşmak istiyor?"
Belki de yirminci kez bu kaygılı düşünceyi kafasında evirip çeviriyordu ki, kapı açıldı ve Eugenie göründü, siyah atlastan aynı renkte mat çiçeklerle süslü bir elbise giymişti, başı açıktı ve İtalyan tiyatrosundaki koltuğuna oturmaya gidecekmiş gibi eldivenliydi.
"Pekala Eugenie, ne var?" diye haykırdı babası, "benim çalışma odamda rahat rahat konuşmak varken neden bu gösterişli salona geldik?"
"Çok haklısınız mösyö," diye yanıt verdi Eugenie babasına oturabileceğini işaret ederek, "yapacağımız tüm konuşmayı önceden özetleyen iki soru sordunuz. İkisine de yanıt vereceğim; alıştığımız kuralların dışına çıkarak önce daha az karmaşık olan İkincisine yanıt vereceğim. Bir bankacının çalışma odasının etkilerini ve hoş olmayan izlenimleri ortadan kaldırmak amacıyla randevu yeri olarak salonu seçtim, mösyö. Ne denli yaldızlı olurlarsa olsunlar bu kasa defterleri, kale kapısı gibi kapalı bu çekmeceler, nereden geldiği bilinmeyen banknotlar ve İngiltere'den, Hollanda'dan, Ispanya'dan Hindistan'dan, Çin'den, Peru'dan gelen bir sürti mektup genellikle bir babanın kafasını garip bir biçimde etkiliyor ve ona bu dünyada ilgileneceği toplumsal konumdan ve ortaklarının düşüncelerinden daha önemli ve daha kutsal şeyler olduğunu unutturuyor. Bu nedenle harikulade çerçeveler içinde sizin, benim, annemin portrelerimizin olduğunu, dokunaklı ve şiirsel kır manzaralarının bulunduğunu güler yüzlü ve mutlu bir biçimde gördüğünüz bu salonu seçtim. Ben dış etkilerin gücüne çok inanırım. Belki sizce bu yanlış bir şey, ama ne yapalım? Birkaç düşüm de olmasa sanatçı olamam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monte Kristo Kontu
General FictionDumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikolojisine duyduğu tutkulu ilgiyi coşkun bir anlatıda, ustalıklı diliyle harmanlıyor. "Dumas kitlelerin tutkularını paylaşmayı ve doyurmayı diğ...