ASLAN ÇUKURU
Force hapishanesinin bölümlerinden birinin, en tehlikeli ve en gizli tutukluların kapatıldığı bölümün adı Saint-Bemard avlusudur.
Mahkumlar kendi aralarında buraya Aslan Çukuru adını takmışlardır, bu belki de tu-tukluların sık sık parmaklıklan, kimi zaman da gardiyanları ısırdıkları içindir.
Burası hapishane içinde bir hapishanedir; duvarları öbürlerinin iki katı kalınlıktadır. Her gün bir kayıt memuru kalın parmaklıkları dikkatle inceler. Bu gardiyanların, Her-kül'ü andıran boylarından, soğuk ve keskin bakışlarından, onların burada bulunanların üzerinde korkutmaya ve zeki davranışlara dayanan bir egemenlik kurmak üzere seçildikleri anlaşılır.
Bu bölümün avlusu çok yüksek duvarlarla çevrilidir, güneş bu içleri dışları çirkin insanların çukuruna girmeye karar verdiği zaman, bu duvarların üstünden eğik olarak kayar. Yerdeki taşların üstünde, güneşin doğuşundan başlayarak, adaletin bilediği satırın altında iki büklüm olmuş insanlar gölgeler gibi kaygılı, ürkmüş, sararıp solmuş halde dolanır dururlar.
Onların, sıcağı daha çok emen ve tutan duvar boyunca yan yana geldikleri, çömeldik-leri görülür. İkişer ikişer, çoğu zaman bir kenara çekilir, gözlerini ayırmadan, bu sıkıntılı yerde kalanlardan birini çağırmak ya da toplumun potasından atılmış yeni bir döküntüyü bu çukura kusmak için açılan kapıya doğru bakarak otururlar.
Saint-Bemard avlusunun özel bir görüşme odası vardır: uzun dörtgen biçimindedir ve ziyaretçinin mahkumun elini sıkamayacağı ya da ona bir şey veremeyeceği biçimde aralarında üç ayak bulunan birbirine paralel iki parmaklıkla ikiye bölünmüştür. Bu görüşme odası karanlık ve nemli bir yerdir, özellikle bu parmaklıkların üzerinden kayan ve onların demirini paslandıran tüyler ürpertici sırlar düşünüldüğünde ise son derece ürkütücüdür.
Yine de burası, ne kadar korkunç olursa olsun günleri sayılı insanların umutlu, keyifli bir toplumla yeniden ilişki kurmaya geldikleri cennettir: Aslan Çukuru'ndan Saint-Jac-ques parmaklıklarına, zindana ya da hücreye gitmek dışında çıkıldığı ender görülmüştür.
Biraz önce betimlediğimiz, soğuk bir nem yayan bu avluda Çukur sakinlerinde büyük merak uyandıran genç bir adam, elleri giysisinin ceplerinde, dolaşıyordu.
Giysileri paramparça olsa da kesimine bakıldığında kibar bir adam gibi görünüyordu;
yine de giysiler eski değildi. İnce ve ipeksi kumaşın kirlenmemiş yerleri, mahkum eliyle okşayarak üzerindekileri düzeltmeye çalıştığında kolayca eski parlaklığına kavuşuyordu. Genç adam aynı özeni hapishaneye girdiğinden beri rengi çok değişen patiska gömleğin önünü kapatırken de gösteriyordu, üzerinde taçlı bir armanın başharfleri işlenmiş bir mendilin köşesi ile, cilalı çizmelerinin üstünü ovuyordu.
Aslan Çukuru'nda kalan birkaç kişi mahkumun giyimindeki özene büyük bir ilgiyle bakıyorlardı.
"Bak, işte fiyakalı giyinen prens," dedi hırsızlardan biri.
"O doğuştan yakışıklı," dedi bir başkası, "sadece bir tarağı ve kremi olsaydı, beyaz eldivenli tüm beyefendileri gölgede bırakırdı."
"Giysisi yepyeni olmalı, çizmeleri çok güzel parlıyor. Bu kadar kusursuz bir meslektaşımızın olması bizim için gurur okşayıcı; şu jandarma haydutları beş para etmez. Kıskançlar! Böyle bir giysiyi yırtmak!"
"Bu ünlü biri olmalı," dedi bir başkası, "her şeyi yapmış... hem de en iyi biçimde... Oradan ne kadar genç gelmiş! Ah! harika bu!"
Bu iç bulandırıcı hayranlığın konusu olan kişi, övgülerin ya da övgülerden yükselen sarhoşluğun tadını çıkarıyor gibiydi, çünkü bu sözleri duymuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monte Kristo Kontu
General FictionDumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikolojisine duyduğu tutkulu ilgiyi coşkun bir anlatıda, ustalıklı diliyle harmanlıyor. "Dumas kitlelerin tutkularını paylaşmayı ve doyurmayı diğ...