31

90 4 0
                                    

AKŞAM YEMEĞİ

Yemek odasına geçerken tüm konukları heyecanlandıran kuşkusuz aynı duyguydu. Kendi kendilerine, hangi garip gücün hepsini bu eve sürüklediğini soruyorlardı ve yine de bazıları burada bulunmaktan şaşırmış hattâ kaygılanmış olsalar bile, buraya gelmemiş olmayı asla düşünemiyorlardı.

Ama son zamanlardaki ilişkiler, kontun tuhaf ve yalıtılmış konumu, bilinmeyen ve neredeyse masalsı serveti, erkekler için ölçülü olmayı, kadınlar için ise onları karşılayacak bir kadının olmaması nedeniyle bu eve hiç girmemeyi kural haline getiriyordu; yine de erkekler ve kadınlar, birinciler ölçülülüğü, İkinciler görgü kurallarım bir yana bırakmışlardı, merak onları karşı konulmaz dürtüsüyle bunaltarak her şeyin üstüne çıkmıştı.

Biri sertliğine, öbürü saygısızlığına karşın, baba oğul Cavalcantiler, evinde bulundukları bu adamın hangi amaçla onları ilk kez gördükleri başka insanlarla bir araya getirdiğini hiç düşünmüyor gibiydiler.

Madam Danglars, Monte Kristo'nun daveti üzerine Mösyö de Villefort'un kolunu uzatmak için kendine doğru geldiğini görünce bir hareket yaptı. Mösyö de Villefort baronesin kolunu kendisininkinin üzerine koyduğunu fark edince altın çerçeveli gözlüklerinin arkasında bakışlarının bulandığını hissetti.

Bu iki hareketin hiçbiri kontun gözünden kaçmadı, bu sahneyi gözlemleyen için iki kişinin bu basit teması son derece ilgi çekiciydi.

Mösyö de Villefort'un sağında Madam Danglars, solunda Morrel vardı.

Kont, Madam de Villefort ile Danglarsin arasına oturmuştu.

Diğer boşluklarda, baba Cavalcanti ile oğul Cavalcanti arasına oturmuş Debray, Madam de Villefort ile Morrel arasına oturmuş Château-Renaud vardı.

Yemek çok güzeldi; Monte Kristo Paris düzenini tümüyle altüst etmeyi, bu düzenin gereği olan yiyecekleri konuklarının damak zevklerine göre olmaktan çok, meraklarını uyandıracak biçimde vermeyi kendine iş edinmişti. Onlara sunulan bir doğu şöleniydi, ama Arap perilerinin şölenlerinin olabileceği biçimde bir doğu şöleni.

Dünyanın dört bir yanından Avrupa'nın bolluk boynuzunagetirilmiş el değmemiş ve lezzetli tüm meyveler Çin kaplarının ve ayaklı Japon tabaklarının içine piramit biçiminde yığılmıştı. Tüylerinin parlak bölümleriyle ender rastlanan kuşlar, gümüş yapraklar üzerine sıralanmış canavarı andıran balıklar, Yunan Takımadalarından, Küçük Asya'dan,

Cap'tan gelmiş, görünüşleriyle içlerindeki içeceklere tat katıyor gibi görünen tuhaf biçimli kaplara doldurulmuş çeşit çeşit şaraplar masayı süslüyordu. Bütün bu yiyecek ve içecekler Apicius'unkonuklarıyla birlikte adının geçtiği o dergilerden birinde olduğu gibi, bu Parislilerin gözlerinin önünden art arda geçti. Davetliler, on kişilik bir akşam yemeğine bin Louis altım harcanabileceğini gördüler, yemekte Kleopatra gibi inci yutmak ya da Lauren de Medicis gibi eritilmiş altın içmek koşuluyla elbet.

Monte Kristo herkesin şaşkınlığını gördü ve yüksek sesle şaka yapmaya koyuldu.

"Beyler," dedi, "şunu herhalde kabul edersiniz, insanın serveti belli bir düzeye gelince, artık gerekli değil sadece gereksiz şeyler vardır, tıpkı kadınların coşkunluk belli bir düzeye geldiğinde artık gerçek değil sadece ideal olduğunu kabul etmeleri gibi. Akıl yürütmeye devam edersek, doğaüstü nedir? Anlamadığımız şeydir. Gerçekten istediğimiz şey nedir? Sahip olmadığımız şeydir. Anlamadığım şeyleri anlamak, kendime sahip olunması olanaksız şeyler sağlamak, işte tüm hayatım bunlarla geçti. Bunu iki şekilde başarıyorum: para ve irade. Bir fantezimin peşine düşerken, örneğin Mösyö Danglars, sizin bir demiryolu hattı kurmakta, mösyö de Villefort, sizin bir adamı ölüme mahkum etmekte, Mösyö Debray, sizin bir krallığı rahatlatmakta, Mösyö Château-Renaud, sizin bir kadının hoşuna gitmekte, Morrel, sizin, hiç kimsenin binemediği bir atı eğitmekte gösterdiğiniz sebatı gösteriyorum. Böylece, örneğin şu iki balığı görüyorsunuz, biri Sen-Petersburg'dan elli fersah uzakta, öbürü Napoli'den beş fersah uzakta doğmuş: bunları aynı masada bir araya getirmek eğlenceli değil mi?"

Monte Kristo KontuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin