KATALANLAR
İki dostun gözleri ufukta, kulakları kirişte La Malgue'ın köpüklü şarabını bir dikişte içtikleri yerden yüz adım ötede, güneşin ve kuzey rüzgannın aşındırdığı çıplak bir tepenin arkasında Katalanlar'ın kasabası yükseliyordu.
Bir gün gizemli bir göçmen topluluğu Ispanya'dan çıktı ve bugün hâlâ yaşadıkları toprağın kıyısına yanaştı. Bilinmedik bir yerden geliyor, bilinmedik bir dil konuşuyorlardı. Başlarındakilerden Provence ağzından anlayan biri, Marsilya komününden, ilkçağ denizcileri gibi, gemilerini çekmek için geldikleri bu çıplak ve çorak burnu kendilerine vermelerini istedi, istekleri kabul edildi, üç ay sonra bu deniz çingenelerini getirmiş olan bir düzine ya da on beş geminin çevresinde küçük bir kasaba yükseliyordu.
Bugün görülen yarı İspanyol yan Mağripli üslubunda, garip ve göz alıcı bir biçimde kurulmuş olan kasaba o adamların soyundan gelen ve atalarının dilini konuşanların oturduğu kasabadır. Üç dört yüzyıldan bu yana onlar, hiçbir biçimde Marsilya halkına karışmadan, aralarında evlenerek ve dilleri kadar anavatanlarının örf ve âdetlerini de koruyarak, bir deniz kuşu sürüsü gibi, üzerine kondukları bu küçük burundan hiç ayrılmadılar.
Okuyucularımızın bu küçük kasabanın tek yolu üzerinde bizi izlemeleri ve bizimle birlikte güneşin, dış yüzüne yörenin yapılarına özgü güzel ölü yaprak rengini verdiği, içindeyse İspanyol konukevlerinin tek süsünü oluşturan o beyaz rengi, o bir kat sürülmüş badanayı aydınlattığı bu evlerden birine bizimle birlikte girmeleri gerekiyor.
Kömür gibi siyah saçlı, ceylanlarınki gibi kadife gözlü güzel bir genç kız ince bir duvara sırtını dayamış ayakta duruyor ve çiçeklerini kopardığı ve artıklarının şimdiden yerlere saçıldığı gevrek bir süpürgeotunu ince uzun parmakları arasında eziyordu; ayrıca dirseklerine kadar çıplak, esmerleşmiş, tıpkı Arles Venüs'ününkilere benzeyen kolları bir tür coşkulu sabırsızlıkla ürperiyordu, arkaya doğru kıvrılmış esnek ayağını yere öyle vuruyordu ki uçları gri ve mavi olan kırmızı pamuklu çoraplarının içine hapsedilmiş bacağının saf, küstah, cesur biçimi hayal meyal seçiliyordu.
Ondan üç adım ötede, kısa aralıklarla sallanan bir sandalyede oturmuş, kurtların kemirdiği eski bir mobilyaya dirseğini dayamış yirmi, yirmi iki yaşlarında uzun boylu bir delikanlı kaygı ve küskünlüğün birbiriyle çatıştığı bir ruh haliyle ona bakıyordu; gözleriyle sorular soruyordu, ama genç kızın katı ve sabit bakışları, karşısındakine üstünlüğünü hissettiriyordu.
"Haydi Mercedes," diyordu genç adam, "işte yine Paskalya geliyor, şimdi tam da düğün yapma zamanı, bana yanıtınızı verin!"
"Size yüz kez yanıt verdim Fernand, bana hâlâ bu soruyu sormak için aslında kendi kendinizin düşmanı olmanız gerekir!"
"İyi ya! Bir kez daha yineleyin, yalvarıyorum size, buna inanabilmem için bir kez daha yineleyin. Yüzüncü kez, annenizin onayladığı aşkımı reddettiğinizi söyleyin bana; mutluluğumla oynadığınızı, yaşamımın ve ölümümün sizin için değeri olmadığını anlatın bana. Ah! Tanrım, Tanrım! on yıl sizin kocanız olmayı hayal edip, yaşamımın tek amacı olan bu umudu yitirmek!"
"En azından sizin bu umudunuza hiçbir zaman cesaret vermedim ben," diye yanıtladı Mercedes; "size bir kez bile cilve yaptığımı söyleyemezsiniz. Size her zaman yineledim: sizi kardeş gibi seviyorum, ama benden hiçbir zaman bu kardeş sevgisinden başka bir şey beklemeyin, çünkü kalbim bir başkasına ait. Size bunu hep söylemedim mi Fernand?" "Evet, bunu biliyorum Mercedes," diye yanıtladı genç adam; "evet siz bana karşı acımasızca açık yürekli davrandınız, ama Katalanlar arasında, kendi içlerinden biriyle evlenmek gibi kutsal bir yasa olduğunu unutmuyor musunuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monte Kristo Kontu
General FictionDumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikolojisine duyduğu tutkulu ilgiyi coşkun bir anlatıda, ustalıklı diliyle harmanlıyor. "Dumas kitlelerin tutkularını paylaşmayı ve doyurmayı diğ...