Verdiğim söz için pişman değildim çünkü tutmama gerek kalmayacağını düşünmüştüm. Ama hayat beyinsiz olduğumu yüzüme vurmuştu. Şarhoş olduğunu düşündüğüm Seonghwa o kadar da sarhoş değilmiş. Choi San hala telefon numaramı bana sormadan birilerine veriyor ve hala ev adresimi hatırlıyor.
Başta şaka sansam da Park Seonghwa ile birlikte bir tavuk restoranına gideceğiz. İlk kez randevuya çıkmıyorum ama Seonghwa ile yakın bile değiliz. Heyecanlı oluşum bu bilinmezlik yüzünden. Onu göreceğim için heyecanlı değilim. O gelir, içki içer, dert yanar; ben de ona yalakalık yapıp bahşiş kapardım. Heyecanla beklediğim tek an bahşişin verileceği andı.
Çıkar ilişkimiz de bozulacak diye üzülüyorum içten içe. İyi tarafından bakarsam yemek beleşe geliyor. Hem onun arabası da güzel yani baya güzel bir tur binmiş olurum işte. Hayatım boyunca aç kalırsam alabileceğim bir arabaya binmiş olmak güzel olacak.
Salondan bana "Hongjoong! Bizim evin önünde kırmızı bir mustang var gel de bak!" Diye bağıran Mingiyle gözlerimi devirdim. Minginin bu görmemişliği beni bitiriyordu. "Mingi insanların arabasına bakmayı bırak!" Dedim. Üstüme son bir kez bakıp odadan çıktım. "Hongjoong!" Diye tekrar bağırınca kafasına bir tane geçirdim. "Ev küçücük zaten bu kadar niye bağırıyorsun ki? Sonra komşular şikayete geliyor." Dedim ama hala cama bakıyordu.
"Sinir hücresi kalmadı kafamda sal artık. Seonghwa değil mi şu?" Dediğinde gözlerimi cama çevirdim. İçkili ve bedbaht olmamış haliyle taş gibi çocuktu. "Evet." Dedim. "Ulan buraya da mı dert anlatmak için geldi? Psikoloğa yolla bunu manyak bu. Yeosang ile kafayı bozmuş." Dediğinde her boku Mingiyle paylaşmanın kötü bir fikir olduğunu anladım.
"Aslında şey bugün randevum onunla." Bana gözlerini belertip baktı. "Sen mal mısın bu her gece sevdiği çocuğu sana anlatmıyor mu? Gavat mısın sen?" Dediğinde omuz silktim. "Beleş yemek ısmarlıyor. Ciddi bir şey değil." İkna olmamıştı ve ilk defa ciddi bir şekilde "Ne bok yersen ye ama aşık olma bu çocuğa." Dedi. Hayır aşık olmayacağım demeyeceğim göt olmak var şimdi.
"Ben çıkıyorum kendine dikkat et. Yunho gelene kadar yemek yapmaya çalışma birlikte yapabilirsiniz ya da sipariş ver. Ve Yunho bilmeyecek bunu stüdyoda falan dersin sorarsa." Diyip yanından geçip kapıya doğru yürümeye başladım. "Soracağına inandın mı?" Dediğinde gülmeye başladım. "Beni bu kadar sevmeyin bunalıyorum." Diyip evden çıktım.
Apartmandan çıktığımda Seonghwa'nın karşımda bana tatlı tatlı gülüsemesi hoştu. Herkes havalı, seksi, sert olduğunu söylese de tatlıydı işte. "Merhaba. Güzel olmuşsun." Dediğinde gülümsedim. "Sen de daha ayık duruyorsun." Ne deseydim teşekkür mü edeceğim bir de."Hadi gidelim." Diyince arabaya bindim. Görmemiş biri olarak araba gözüme Seonghwadan daha çekici gelmişti. İki yüz yıl çalışırsam alırdım böyle bir araba artık.
Araba yolculuğu sessizdi. "Nereye gideceğiz demen gerekiyordu." Dediğinde gözlerimi kısıp ona baktım. "Gidiyoruz işte gidince görürüm. Ormana atıp kaçmayacaksın ya." Gülmeye başladı. "Belki yaparım ne biliyorsun? Kızıl erkekleri ormana götürüp atıyorum belki." Dediğinde güldüm. "Sen daha çok erkekleri yatağa atıyorsun. O konuda da söz verdiğine göre rahatım." Bunu demeseydim iyiydi.
"Her şeyi biliyor musun benimle ilgili?" Dediğinde gözlerimi devirdim. "Hayır tabi ama kabul et popülersin, konuşuluyorsun işte." Başını sallamakla yetindi. "Nereye gidiyoruz." Dedim evet hevesi kırılmasın yavrucağın. "Gidince görürsün." Gözlerimi kıstım tiksinen bir surat ifadesi oluşturmuştum. "Ben de az önce aynı şeyi söylemiştim cevap vermeyeceksen neden sormamı istedin ki?" Omuz silkti. "Zevkine." gıcıktı.
Restorana ulaştığımızda rahatsız edecek kadar lüks değildi. Yani ortalama şık bir yerdi. Arabadan inip onu beklemiştim. Masaya geçip oturduğumuzda yine sessizdik. Garson gelip siparişleri alırken sessiz olamamıştım beleşçilik kazanacaktı. Yemekler geldiğinde kibarca yemeye başladım.