°1°

620 45 32
                                    

7 Temmuz 2019

İki tarafı ormanlık olan, sessizliğiyle benim için her zaman yalnızlığın timsali olan ıssız, iki tarafı da orman olan patikada hissizce ilerliyordum. Güneş yeni yeni kendini gösteriyordu. Dağların üstünden süzen turuncu, loş ışıklar yolumu biraz olsun görmeme yardımcı olmaya başlamıştı. Sırtım ağırmaya başlamıştı. Sırtımdaki ağır çantamın yükü omuzlarıma resmen savaş açıyordu ve elimdeki kocaman valizle yalpalayarak yürümeye başlamıştım. Dayanamayarak çantayı yere fırlattım ve valizi de beraberinde bırakınca, ağaca sırtımı dayadım. Ne kadar yorulsam da tıkıldığım mahzenden kaçmak ruhuma huzur veriyordu. Oksijeni uzun süre sonra camdan değil de dışarıda içime doyasıya çekmek özgür hissettiriyordu. Sahi, en son ne zaman evimden dışarı adım atmıştım ki?

Hatırlamıyordum... Nedenini bilmediğim bir şekile sürekli kısıtlanmıştım. Annesi ve babasından ilgi görebilmeyi bir kenara koyun, onları tanıyamamıştım bile. Hep içimde belki bir gün beni görmeye gelirler umuduyla yaşamıştım. Fakat 1 yıl önce öldürüldükleri haberini almamla başıma yıkılan dünyam ile umutlarım da beraberinde yıkılmıştı. İkisiyle de hayatımda sadece 4 yıl geçirebilmiştim. Onları en son görüşümü hatırladım.

Annem gece yanıma geldi. Uyumuyordum ama gözlerim kapalıydı. Elimi tuttu ve bir damla göz yaşı elimde yol çizerek yere aktı.
Ağlıyordu.
"Özür dilerim bebeğim..."
Dedi ve odadan çıktı.

Yüzlerini bile hatırlamıyordum... Onların yüzünü biraz da olsa hatırlamamı eskimiş, kırışmış vesikalık fotoğraflarına borçluydum.

Ama artık içim rahattı. Bu sabah Sedef Abla uyurken kapı kilidini bulup kaçmıştım. Onu bıraktığım için üzgün hissediyordum. Muhtemelen uyandığı zaman onun için hiç iyi şeyler olmayacaktı. Her ne kadar üzülsem de esaretten kaçmak isteyen ruhumun farklı bahanelerle tahammülü kalmamıştı. Şuan evden oldukça uzaktım. Biraz daha dinlendikten sonra ayaklandım. Güneş artık kendini tamamiyle gösteriyordu. Usulca yürürken duyduğum tek şey cam ağaçlarının arasından süzülen rüzgardı.

Huzurla ilerliyorken aklıma dank eden şeyle ellerimi beyaz ayakkabılarıma götürdüm. Bağcıklarını tek hamlede çözerek ayağımı toprak zeminle buluşturdum. Hep camdan görmekle yetindiğim toprağı hissettim. Ayaklarıma değen her toprak zerresi özgürlüğü somut şekilde hissettiriyordu.

Çıplak ayaklarımla pervasızca yürürken donakalmıştım. O da neydi? Patikanın ilerisinde resmen bir siyahlık yığını görüyordum! Gözlerimi kısıp baktığımda bunu anlayamadım ve merağımın da getirdiği dürtüyle ilerlemeye başladım. Biraz daha yaklaştığımda gözlerim fal taşı gibi açıldı! Bu da neydi böyle? Bu resmen kapkara bir ormandı. Çantamı bir ağacın köşesine bırakarak içine girebilmek için adımlarımı toprak zemine vurarak hızlandım. Sonunda, siyahımsı rengin hakim olduğu bu kasvetli ormanın sınırlarına girmiştim. Gizemi tüm uzuvlarımda hissederken biraz daha ilerledim. Siyah yapraklar, siyah ağaçlar, siyah otlar... Bu da neyin nesiydi böyle?

İlerlemeye devamı ederken, ilerde bana doğru koşan birşey görmemle kalbim bütün vücuduma adrenalin pompalamaya başladı. Ani bir refleksle hızlıca ağaçların arasından kaçarken, siyah silüet peşimi bırakmıyordu! Bu şey insan bile değildi. Tam arkama bakmak için döndüğümde fener gibi parlayan gözleriyle adeta far görmüş tavşana döndüm ve bu parlaklıkla görüşümü kaybederek yere düştüm. Siyah silüet bana iyice yaklaşmaya devam ederken bir anda gülümsedi. Bu da ne? Vücudunda parıl parıl parlayan dişleri ve gözleri dışında başka hiçbirşey yoktu! Yanıma geldiğinde sinsice gülümsediğini varsayarak oturduğum yere sinmiştim. Ve bu şey en sonunda bağırarak konuştu.

"Cesaretli bir küçük kız ha? Senin burada ne işin var?! Bizim ormanımızda ne arıyordun konuş!"

Korkudan dilim damağıma yapışmıştı. Konuşamıyordum... Zorlukla kekeledim. "B-ben... U-uzaktan görmüştüm m-merak ettim..."

KIZIL'IN DÖNÜŞÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin