Bölüm 13

86 46 32
                                    

13.BÖLÜM

Mesajcı'dan...

11 yıl önce;

"Damla oyun oynayalım mı?" diye ne kadar inat da etsem bir türlü birlikte oyun oynamaya ikna olmuyordu. Şiddetle kafasını iki yana sallayarak bu sefer ki dediğimi de kabul etmemişti. Bir kez daha şansımı denemiştim.

"Hadi ama lütfen" diyerek dudak büzdüğümde ise derin bir nefes alarak "oynamazsam gitmeyeceksin değil mi?" diye sormuştu. Anında yüzümde kocaman bir gülümseme peyda olurken kafamı olumsuz anlamda sallamıştım. ne kadar zoraki de olsa oyun oynamıştık.

Günümüz;

işte bizim Damla'yla tanışma hikayemiz de böyleydi. Babalarımız bir şirket açıp ortak olmuşlardı çok sıkı dostlukları da vardı. Ama annelerimiz için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Damla'yla tanıştığımız gün de, zaten annem zoraki bir şekilde Meral Teyze'nin yani Damla'nın annesinin altın gününe gitmişti.

O gün de gitmeseydi zaten tanışamayacaktık. Meral Teyze annemin aksine çok enerjik bir kadındı. Sözünü asla esirgemez, her şeye yetişmeye çalışırdı. -dı diye bahsediyorum çünkü Damla on beş yaşındayken trafik kazasında ölmüşlerdi.

Eh kazamıydı orası da meçhul tabi. Polis dosyası araştırılırken bir anda kapatılmış ve mahkemeler iptal edilmişti, babam da tanıdığı olan avukatları devreye sokmuş ama asla bir sonuca varılamamıştı, haliyle işin ucunu da bırakmıştı.

Biz Damla'yla neredeyse on yıldan beri görüşmüyoruz. O büyük ihtimalle beni hatırlamıyordur, küçükken de hafızası pek iyi değildi zaten. Yıllar sonra Damla'yı bulmak istemiştim çünkü ne yapıp ettiğini bilmiyordum ve en önemlisi de yaşayıp yaşamadığını.

Merak ediyordum çünkü anneme ne kadar yalvarsam da asla bizimle kalmasına ikna edememiştim.

Günlerce gerekli kurumları araştırıp ölmediğini öğrenebilmiştim. Haftalarca yetimhanelere bakmıştım ama oradan da bir sonuç çıkaramamıştım. Bu kız yetimhanede kalmadıysa nerede kalmıştı? Kendi başına kalma gibi imkan yoktu, imkansızdı.

Yine bazı kurumlara uğramak için evden çıkacağım sıra da telefonum çalmaya başlamıştı. Neden bilmiyorum ama o an bulduğuma dair hiç hissetmediğim bir duyguya kapılmıştım. Bu panik miydi? Hayır. Bu hissettiğim heyecan mıydı? Hayır.

Hani kelebek etkisi derler ya öyle bir şeydi. O etki her zaman aşık olunca olmuyormuş, ben bunu o gün daha iyi anlamıştım. hayatım da bir kez aşık olmuştum ve tam olmuştum onu da yıllar benden alıp götürmüştü zaten.

Ellerim titreye titreye telefonu açıp kulağıma götürdüğüm de karşı taraf beklemeden konuşmaya başlamıştı.

"Efe bey iyi güler, yaptığınız başvurular sonucunda bir araştırma yaptık ve bunun da sonucun da kızı bulduk." o an her şey bitmişti. Aylardır uğraştığım tek neden bu iki kelimeyi duymaktı. Öyle de oldu. Bu iki kelime beynim de defalarca tekrarlandı durdu.

Kızı bulduk...

"Lakin benim dikkatimi çeken şey sizinle aynı okula gidiyor oluşu Efe bey, yani eski okulunuza." ne demişti o? Ne yani Arslan kolejine mi gidiyordu? Yıllardır gözümün önündeydi ve ben görememiş, tanıyamamış mıydım?

"Tamam Suat bey, gerekli bilgileri bana mesaj yoluyla iletin lütfen." deyip telefonu kapatmıştım.

.

.

.

Gerekli işlemleri iki gün içinde tamamlamayı başarmıştım, bana tek dezavantajı uykusuz kalmak olmuştu ama Damla için değerdi biliyordum.

Bu süre zarfında kızın telefon numarasına da ulaşmıştım. Biliyorum dışarıdan bakıldığın da takıntılı bir sapık gibi gözüküyordum ama bu umurumda bile değildi, yıllar sonra Damla'yı görecektim ve bunun heyecanını içimde taşıyordum.

Birkaç kez mesaj da atmıştım Damla'ya ama tanıyamamıştı sanırım.

Hoş kendimi tanıtmamıştım ya neyse. Küçükken ona "Prenses" diye hitap ederdim, ismiyle hitap ettiğim çok nadir zamanlar olurdu.

Bende kendimi tanıtmak yerine hitap şeklimle mesajlar atmıştım. Mesajların sonucunda ise tam Damla'lık cevaplar gelmişti. Küçükken de kabaydı zaten cimcime.

İki gün sonra dondurduğum okuluma geri gitmek üzere hazırlanıyordum. Hiç gitmek istemesem de annemin "ne yapacaksın bulup?" "nikahına mı alacaksın oğlum?" "çıldırtma beni oku okuyacaksan!" gibi söylemlerinden kurtulmak istiyordum. Bunun tek kaçış yolu da okuluma devam etmekti.

Özel Arslan kolejinde okuyorum. 12/C sınıfındaydım. Normalde okulumu dondurmamış olsaydım şuan üniversite ikinci sınıf öğrencisi olacaktım. Hoş ya Damla' da 11. sınıfta okuyor, -tabi okuyorsa.

Her zaman, gittiğim kolejin adı dikkatimi çekmişti. "ÖZEL ARSLAN KOLEJİ" en önemlisi de 'Arslan' adı.

Arslan isimi Damla'nın ve ailesinin soy ismiydi, ne kadar babama okulla bir bağlantıları var mı diye sorsam da "saçmalama oğlum" "kurcalama artık" diyerek geçiştiriyordu. Daha doğrusu geçiştirdiğini zannediyordu. Ben asla bu işten yani babamın değişiyle kurcalamaktan asla vazgeçmeyecektim.

Okula servisle gitmem için direten annemi dinlemeyip arabamla gitmeyi tercih etmiştim. Babamın dediğine göre küçükken de böyle söz dinlemeyen, başına buyruk, burnunun dikine giden bir çocukmuşum.

Anneme sorulsa tamamiyle bütün huylarım babama çekmiş.

Şimdi diyorsunuz; ama senin annende anlaşılamayacak birisi diye. Evet öyle sayılır. Bunu asla inkar etmedim. Annem otoriter bir kadın yani her zaman öyleydi.

Tarih öğretmeni sonuçta.

Ne kadar tarih öğretmeni tanıdıysam hepsi sinirli ve otoriter olurlardı.

Öğrendiğim kadarıyla kamp yapılacakmış benim gittiğim gün. Dönemin ortasında okula gittiğim için yadırgamamıştım bu durumu.

İki numaralı otobüsün arkasında iki kişi vardı. Sigaramı içmek için genelde büyük şeylerin arka taraflarını tercih ederdim. Göz önünde sigara içmeyi sevmediğimden. İster istemez kulak misafiri olmuştum konuştuklarına.

"Ya gitmesek olmaz mı?"

"Damla ne gitmemesi, gidelim hadi ne olur?" bir dakika ne? Damla'mı? Benim aradığım kız olamazdı değil mi? Boğazım da bir yumru oluştuğunu hissedebiliyordum. Ne nefes alabiliyor ne de verebiliyordum.

Ama ya gerçekten o ise? Gözleri yemyeşildi, benim en son gördüğüm Damla'nın da gözleri yemyeşildi ama daha umut dolu, cıvıl cıvıl, neşeli bakardı herkese.

Karşımda ki kız ise ölü gibiydi. Umutları alınmış, en güzel duyguları sömürülmüş gibiydi.

Kendime boşta kalan bir bilet almıştım. Ailemin imzasını taklit ederek.

Otobüslere binip yola koyulduğumuz da ben Damla'yı izliyordum. Bilerek onun oturduğu yakın bir yere oturmuştum, sadece çok az bir belirti fark etmek istiyordum benim Damla'm olduğuna dair. Ama emindim oydu işte. Kendimi çok farklı hissediyordum.

Yolda bir veya bir buçuk saat gittikten sonra İstanbul'dan çıkmıştık. Damla'nın arkadaşı olduğu belki de erkek arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim çocuk bir ara cebinden telefonunu çıkartıp bir şey okumuştu.

Mırıldanmıştı da ama duyacak kadar yakın olmadığım için duyamamıştım, dudak okuma özelliğim de malesef iyi değildi.

Yaklaşık yarım saat sonra bir kaza gerçekleşmişti, hatırlamak bile istemiyordum, çünkü Damla -belki de benim aradığım kız- kaza da ağır yaralıların içindeydi. Arkadaşının kaşlarını çatarak okuduğu mesaj belki de bunla ilgiliydi.

Bilemiyordum.

Fakat bunun da peşini bırakmayacaktım. O hastane koridorlarında Damla'nın sevdiklerini günlerce bekleten her kimse onu bulup bunların hesabını soracaktım, intikamını alacaktım.

Ben Efe Doğan, namı değer bilinmeyen ama Damla'nın kötülüğünü isteyen bilinmeyen değilim...

DAMLA OLMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin