&18.Bölüm

163 19 10
                                    

26.01.2021
İyi okumalar...

Gözlerini kısmış dikkatle bütün gündür garip bir ruh halinde yuvarlanan Aras'a baktı genç hanım. Belki ona böyle hitap edildiğini duysaydı kızardı. Hayır. Şuan onun daha çok kızacağı bir şey vardı. Eğer acilen Aras bu yaptıklarına mantıklı bir sebep sunmazsa sinirden patlayacaktı.
 
"Aras sebepsiz bir şey yapmaz." Belki de eskide kalan bir çıkarım olacaktı artık.
 
Genç hanım çocuğa çok sıkı sarıldığını fark etti genç adamın. Tamam bir yarışma programı sunmuyorum fakat Aras yanlış bir şey yapıyordu ve bu yanlışı ne zaman fark edebileceğinide düşünmek gerekiyordu ve fark edemezse neleri kaybedeceğini. Belki de yanlış yapmıyordu. Kim bilir.
 
"Aras çocuğun yarası var ne yapıyorsun?" Dedi endişeyle Akasya. Aras ne dediğini önemsememiş çocuklarını bulmanın neşesini yaşıyordu. Halid'i hızla bırakarak öyle hızlı eğilerek kucakladı ki Akasya'yı. Fark edemedi bile Aras'ın bunu ne ara yaptığını Akasya. Çığlık atmakla yetindi. Gözleri endişeyle büyüdü. Halid gerçekten oğluydu amma ve lakin Akasya bunu bilmiyordu. Bilmesi doğru muydu yazar dahi şuan kestiremiyordu.
 
"Aras! Ne yapıyorsun!?" Dedi Akasya. Onun gözünden bakınca ona haram bir erkeğin yanında Aras'ın bu kadar sorumsuz olması kötüydü. Zaten dün sarılışına karşılık vermemiş ilacı çöpe atmıştı. Bunlar onun için oldukça kırıcıyken birde şuan ki davranışları Akasya'yı çıldırmanın eşiğine sürüklüyordu. Aras onun aksine her şeyi hatırlıyor bir çocuğu ne kadar istediklerini biliyor ve çocuklarını bulmanın sevincini yaşıyordu. Kralın çocuğunun onların çocuğu çıkmasındaki gizemide kimse çözmüş değil.
 
Aras güzeli sakinleşsin ve çırpınmayı kessin diye onu daha çok sarmalarken sevinç göz yaşlarıyla yârinin yüzünü öpmeye başladı. Akasya ağladığını fark ettiğinde duraksadı. Tam olarak ne yaptığını anlayana kadar durma kararı aldı. Ağlayan Aras Akasya'nın içini söküyordu sanki. Yazar şundan emindi eğer ağlayan Akasya olsaydı Aras'ında içi paramparça olurdu.
En son burnunu Akasya’nın burnuna yaslayıp ağlamaya devam etti Aras. Gözlerini yummuştu.
 
Rabbine dakikalarca şükür etti. Durmaksızın.
 
"Çocuk. Çocuğumuz var. Bizim çocuğumuz o." Bir şeyler sayıklamaya devam ederken Akasya onun kafayı yediğini düşünüyordu. Ki şahsen bunu dışardan kim görse tatlı bir romantizm değilde bir kızı esir tutmuş gibi görünürdü.
 
Aras bir kez daha içinden çocuk kelimesini geçirince yaşadığı mutluluğu içine sığdıramayarak zıpladı. Bu Akasya'nın çığlık atarak boynuna sarılmasını sağladı.
 
"Bizim çocuğumuz." Diye bağırıp Akasya'yla beraber dönmeye başladı. Yazar buna dışardan bakınca mutlu bir an göremiyordu. Burada tek mutlu olan Aras’ken Akasya'ysa parçalanıyordu.
 
"Aras?" Diye fısıldadı Akasya artık beyninin işlevlerini kaybettiğini düşünerek. Anlamıyordu Aras'ı. Anlayamıyordu. Anlayamazdı şu anlık. Aras her şeyi biliyordu ama Akasya bunlardan yoksundu.
 
Gece yemedi sabahta yemezse olacağı bu. Delirdi. Diye geçirdi Akasya'nın iç sesi. Hayır olayın temel sebebi bu değildi.
 
Aras Halid'e annesini tanıtma isteğiyle yönünü değiştirdi. Akasya artık Aras çıldırmadıysa bile çıldıracak duruma gelmişti. Ondan kurtulmak için çırpındı korkuyla. Ona haram olan bir kişiye onu daha ne kadar gösterebilir diye düşündü.
 
"Aras nabıyorusun?!" Diye yakındı aklını başına almasını umarak ama Aras onu duyma duymuyordu. Akasya umursanmadığı düşüncesiyle daha çok üzülmeden önce Aras onu çocuğun yanına oturtmuştu. Halid'de şaşkındı. Ablası abisi bildiği kişilerin önünde naptığını sorgulamadan önce ona sarılıp oğlum diyen Aras'ı sorguluyordu.
 
Akasya Aras'ı uzun süre sonra bu kadar neşeli görüyordu ama anlamıyordu.
 
Çocuğa bakarak Akasya'yı, Halid'e bakarak Akasya'yı gösterdi Aras.
 
"Bu annen Akasya. Bir tanem bu da oğlumuz. Allah'ım." Dedi şükür edercesine Aras. Dehşetle kolunu tuttu Akasya. Allah aşkına bu kadar saçmalamanın bir nedeni olamaz diye düşünüyordu. Vardı fakat geçersiz bir sebepti. Aras bu konuya tamamen yanlış konudan girmişti.
 
Halid'in kalbi sıkıştı. Duyduklarına inanamadı. Gerçek olmadığını sayıkladı üzüntüyle. Eğer gerçekten anne babası olsalardı onu kralın eline asla bırakmazlardı ki.
 
"Aras!" Diye tısladı Akasya. İki baş karakterin gözleri birbirini bulunca Aras gülümsedi fakat Akasya onun aksine gülmüyordu. Halâ bu saçmalığı kavrama gibi bir çabası vardı.
 
"Konuşabilir miyiz?" Aras onun aksine bir çukurda çırpınan Akasya'yı fark ederken gülümsemesi saniye saniye yok oldu. Ciddiyetle onayladı Akasya'yı.
 
Akasya çocuğun duyamayacağı kadar odanın köşesine çekti onu. Her an karman çorman hisleri yüzünden ağlayabileceğini hissediyordu.
 
Aras'ın yaptığı bir davranış belki ilk kez Akasya'nın gözüne bu denli kötü gözüktü. İçindeki hırsla anlık bir sinirle onu omzundan itti. Bu onun beklediği bir şey olmadığı için hafifçe sendeledi.
 
"Sen." Dedi sesi titrerken Akasya. Aras bu sesi tanıdı. Geçmişten gelip kapısını çaldı. Ona şuan acayip kırgındı. Artı olarak olabildiğince üzgündü. Suçluluk hissi her yanını sarmaladı Aras'ın.
 
"Sen sabahtan beri ne yapıyorsun Aras? Hiç mi acımıyorsun bana. Hadi ben kendimi bıraktım bir kenara." Çocuğa baktı kısa bir an Akasya. Halid dikkatle onlara bakıyor ve net bir şekilde de duyuyordu.
 
Aras çaresizce ne yaptığını düşünürken Akasya'yı üzdüğünün farkındalığıyla ciğeri yanıyordu.
 
"Sen bir erkeğin önünde beni böyle bir duruma düşürüyorsun. Bu bir kenara. Niye çocuğu umutlandırıyorsun. Zaten bana karşı garip bir zaafı var. Niye yapıyorsun böyle. Sabahtan beri soruyorum sana. O ilacı çöpe attığın yetmedi mi?" Çatlayan sesiyle konuşan Akasya ağlamaya başlarken Aras'ın içi kan ağladı. Yaptığı yanlışı ona Akasya gösterdi. Ne yapacağını bilemedi. Şuan Akasya Halid'i bilirse bir açıklama beklerdi. Benim ihanetimi açıklayacak gücüm var mı? Diye yeni soruyordu kendisine.
 
Akasya ayakta durmaya güç yetiremeyeceğini hissettim. Anlını ne olursa olsun tek dayanağı olan göğse yasladı. Kırgın Akasya'nın ikinci kez sarılışına karşılık bulamaması ağlamasını şiddetlendirdi. Dilinden gerçekler tereddütsüz döküldü.
 
"Dün sarılmama dahi karşılık vermedin. Yetmedi. Yanımda bile uyumamışsın. Sen yalnızca onun değil benimde zaafımı deştin. Biliyor musun üç kez çocuğumuz olsun istemişiz ve üçünde de olmamış. Ben sana bir çocuk verememişim. Şimdi ne düşünürsün kim bilir. Halid ne çok isterdim de benim çocuğum olsun. Keşki olsa az önceki cümlelerinin doğru düzgün bir dayanağı olsa keşki ama sen hiçbir şey hatırlamıyorsun ki. Geçmişte yalnız bırakıyorsun beni. Ne kadar istedim o ilacı içmeni ama sen kendince o kadar haklısın ki. O ilacı çöpe atacak kadar haklısın." Bu sözler iki kişinin kalbini söktü. Halid annesi olmak isteyen Akasya'ya ağlaya ağlaya sarılmak istedi.
 
Aras kalbindeki sancıyla ona sarılmayı hakkedip etmediğini sorguladı. Dün gece olduğu gibi. Kendisinin değilde Akasya'nın bunu hakkettiğini ve ihtiyacı olduğunu düşündü. Kollarını etrafına sardı sıkıca.
 
Çöpte ilaç kutusunu görmüş ama boş olup olmadığına dikkat etmemişti Akasya. Çünkü emindi gece onu kıracak kadar inat yapan Aras sabahında onu içmezdi. Ama hiçbir şeyden emin olmayacaktın. Bazı eminlikler insanı gaflete düşürürdü.
 
Akasya onu saran kollara şükür ederek daha da sığındı göğsüne. Onu tek sığınağı dayanağı güveneceği kişi bellemişti. Gerçekten yanında olmasından başka hiçbir şey istemiyordu artık. Geçmişi bilmeden geleceğe ışık tutamazdılar bunu biliyordu fakat bu görevi artık kendi sırtına almıştı.
 
Yazar bu kısımda Aras'a isyan ediyordu çünkü hiçbir şey geçmişten farklı değilken geçmişte söylemeye cesaret edemediği şey şimdi niye kapıları zorluyordu.
 
Aras yazarın kafasını bozarak yanlış yapıyordu çünkü yazar her an hiç olmadık yerden bir meteoru oldukları eve düşürebilirdi fakat neyse ki yazarı çok ponçikti ve bunu hiçbir kitabında yapmayı düşünmüyordu.
 
Aras düşündü. Geçmişte niye söyleyemiyordu? Çocuğu öldü biliyordu, çocuk için ona ihanet ettiğini düşünebilirdi, onu içinde olduğu yere çekip hem tehlikeye hemde üzüntüye bırakmak istemiyordu.
 
Peki şimdi ne vardı? Çocuklarının olmadığını yani öldüğünü biliyordu, her şeyi anlatsam dahi yine ona çocuk için ihanet ettiğimi düşünürdü, zaten girmesini istemediği konumdaydılar.
 
16 yıl.
 
On altı yıl.
 
Dile kolaydı yazar için.
 
Aras'ın bir çok şey için yüreği yandı.
 
Bu sefer özlemle sardı sevdiğini. Düşünmeyi reddederken omzuna yasladı kafasını. Kokusunu çekebildiği kadar çekti ciğerlerini.
 
Bir kaç saat önceki Aras'ı anımsadığında korkusunu geçerli buldu. İğrenmesini, onu istememesini ve ilacı içmemesini anladı. O da olsaydı kaybetme korkusundan ilacı içemezdi ama yine kıyamamıştı Akasya'sına.  Bari bir işe yarasındı. Akasya artık bilecekti.
 
Hep bilmek istemiş fakat hiç üzerine üzerine gelmemişti. Ahlakını sevmişti ya onun. Başında bir sıkıntı olduğunda sıkıntısını büyüten değilde yanında olan olmuştu hep Akasya çünkü bir eşin görevi buydu. Saracaktı. Bütün dünya karşında olsa sana yoldaş olacak kanatmayacak saracaktı.
 
Akasya sarılıştaki içtenliği yıllar sonra hissetmiş gibi ısındı. Yıllar sonra hissediyordu. Aras geri dönmüştü ve beraberinde getirdiği bilgiler beyin yakacak türdendi.
 
Çocuk birbirine sığınan iki kalbe bakmayı keserken bir kez daha canı yandı. Canını yakan her tokat sanki tekrar nüfus etti tenine. Babası. Onu Aras abisi, sadece bir haftaya kadar tanıdığı Aras abisi kadar sevseydi bir kez az önceki sarılış gibi sarılsaydı yüreğini verirdi ona ama o konuşmaması için tehdit edilen bir prensti. Çektiği bütün işkencelere yatağının altındaki kişiyi hissettiğinde isyan etmişti. Dilsiz prens. Kafasını eğdi. Evine dönmüş gibi hissetti. Evi olan odasına. Yalnızlığa, odadaki soylularla yalnız olmadığını iddia ettiği odaya.
 
"Özür dilerim Akasya." Diye fısıldadı Aras yüreğiyle. Ardından ayırdı Akasya'yla kendisini. Kahvelerine baktı. Yazar şahitti ikisininde gözleri birbirine kedi gibi parlıyordu. Buraya Akasya'nın iç sesini getirtmeyin fakat öyle.
 
Akasya'da her şey iki sözcükle çözülürken buruk bir tebessüm sundu Aras'a. Ağlaması çoktan koşarak kaçmıştı bu diyarlardan. Tebessüm ağlama aksine ikisinede güç verdi. Kafasını iki yanına salladı.
 
Aras cesaretini toplayıp derin bir nefes çektiğinde Akasya çoktan bir şey geleceğini fark etmişti.
 
"Ben ilacı içtim." Dedi bir nefeste Aras. Bir şey iki aşığın kalplerine baskı uygularken Aras üzerinden birinci yükünü atmış Akasya'ysa halâ ne dediğini anlamlandırmaya uğraşarak omuzlarına bakınıyordu.
 
Acaba diyordu yine mi yalan ama fark etmediği şey Aras'ı sabahtan beri suizan altında bırakıyordu. Neyse ki Aras ona bu konuda kızacak kadar üstünde durmuyor önemsiz görüyordu.
 
Akasya yalan olmadığını fark etti Aras'sa Akasya'nın onu kontrol ettiğini.
 
Ona her yalan söylediği her anı düşündüğünde dudağı kıvrılmıştı. Bu yüzden Aras'ın sözlerine tam emin olamıyordu Akasya. Hata gören insan o yönü hep yoklardı. Akasya Aras'ın her sözünü sorguluyordu. Demiyordu ki ağzından ne çıkarsa doğrudur. Hayır sorun ona güvenmemesi değildi sonuna kadar güveniyordu. Sorun yalan söyleyip söylemediğine emin olmaktı.
 
İyi müslüman dilinden, elinden müslümanların emin olduğu kişidir.(Buhari) Değil mi?
 
"Emin miyiz be Aras?" Diyerekten dürttü yazar Aras'ı. Aras’ın zihnine düşen hadis pek farklı değildi.
 
Allah affetsin.
 
"Gerçekten mi?" Diyerekten boynuna atlamıştı Akasya. Beline sarılıp onu tuttuğunda artık yere değmiyordu minik ayakları. İçi sevgiyle doldu Aras'ın. Dünyanın en güzel nimetisin diye geçirdi iç çekerek. Akasya'ya ise günün bütün üzüntüsünü bir anda üzerinden attı sevinçle.
 
"Evet kıvır geldim." Dedi gülerek. Daha çok sarıldı. Güvendiği kesinlikle Aras'tı. Haram olduğunu düşündüğü Halid'den saklıyordu onları Aras'ın koca bedeni.
 
"Özledim seni diyemeyeceğim çünkü hatırlamadığım şeyler vardı ve sen yanımdaydın zaten." Sözlerine başladığın geri çekilip gözlerine bakmıştı fakat Aras onu yere bırakmamıştı. Yüzünden eksilmeyen gülüşe bir kıkırtı ekledi Aras. Tabii iki baş rolden biri bunu yapınca öbüründe bakakalmak kaldı.
 
"Bende diyemeyeceğim çünkü on bir sene önceki kulübedeyiz sanarak açtım gözlerimi." Kulübe sözcüğü Akasya'nın dikkatini çektiği için anlamayarak baktı Aras'a. Aras sonunda favorisi olan ciddiyeti üzerine giyinerek eğildi. Akasya'yı yumuşakça yere bırakıp yüzüne baktı.
 
"Anlatacağım gel bir oturalım. Sana anlatmam gereken çok önemli şeyler var." Diyerek elini tutup dün gece Akasya'nın yalnız uyuduğu sedirin önüne getirdi onu. İkiside oturduğunda ikisininde gözü -ağlayarak uykuya dalmış Halid'i buldu. Bunu yazar söylüyordu tabii. Her şeyi bilince biraz böyle oluyor. Hemen düzeltiyorum.- masumca uyuyan Halid'i buldu. Rahat konuşabileceklerini düşünerek önlerine döndüler.
 
Kimse kimsenin içini görmüyordu işte. O çocuk uyumadan önce canı ne kadar yandı tek bilen rabbi ve oydu. İşte hayat böyleydi ve o bize şah damarımızdan daha yakındı.
 
Şuan bunu benim neden bildiğimi sorgularsanız yavruların yazarı ben oluyorum.
 
"Akasya bizim üçüncü çocuğumuz yaşıyor." Aras sırf Akasya'nın sindirebilmesi için yavaş yavaş söyledi fakat bu yavaşta söylese bir anda sindirilebilecek bir şey değildi.
 
Akasya ilk gözlerini kırpıştırdı ardından boğazına bir kaç bilye dizilmişçesine yutkundu. Gözleri Halid'e döndü. Gözleri dolarken dudakları oynadı fakat sesi çıkmadı. Elini acımaya başlayan kalbine bastırıp oğlu olduğuna emin olduğu ve Aras'ın baştan beri doğruyu söylediğini anladığı kişiye bakıyordu.
 
"O mu?" Dedi bu sefer sesi çıkarken. Gözlerini Aras'a çevirdiğinde Aras buruk bir gülümsemeyle onayladı onu. Akasya'nın içi giderken gözünden bir damla süzüldü geçmişle bugünün acıları birleşmiş gibi hissetti.
 
"Ama nasıl olur? O kralın oğlu ve yani nasıl olurda bizim çocuğumuz krala gider? Hem sen bunu nasıl anlayabilirsin? 11 -hayır hayır 12 gibi bir şey olmalı- yıl önce kaybolmuş bir çocuğu nasıl bizim çocuğumuz olduğunu bir anda anlayabilirsin? Hayır birde öldü bilinen." Kafası karman çorman olmuş Akasya'dan bugün ikinci kez ağlamak koşarak uzaklaştı.
 
Aras karısını tanıyordu. Buna hazırlıklıydı.
 
"Belki hatırlıyorsun üçüncü çocuğumuz göbek deliğinin yanlış kesilişi yüzünden öldü, güya. Hatta ben gidip gördüm. İki yıl sonra bana geldiler ve bir çocuk gösterdiler." Aras'ın gözleri Halid'i bularken anlatmaya başladı.
 
"Gözleri aynı ben, saçları aynı sen, yüz yapısıda malum. Gerçi o zaman yüz yapısı bu kadar belli değil. Göbek deliğindeki yara ve içimde öyle bir his canlandı ki. Tehdit edildim bebeğimiz ve senle. Hastaneye giderken seni bırakamaz oldum. O zamanlar neyse birde hatırlarsan çocuğumuzun adını Halid koyacaktık. O Halid. Yalan mı senin de kanın çekiyor." Dinlediklerini dinleyen Akasya anlamlandırma uğraşıyla onayladı onu. Aras bebek üzerinden ona ihanet ettiğini düşünmesin diye devam etti.
 
"İkinizin canıyla da tehdit ettiler. Her yönden sıkıştırdılar. Her anımızdalardı. Her yerimizde. Evden çıkarken dönene kadar diken üstüyüm onların sözünü dinlemezsem acımayacaklarını söylüyorlar Arsıl onlara yardım ediyor. Arada çırpınıp duruyorum sen güvende ol, bebeğe bir şey olmasın etrafı toparlayayım amaçlarını öğreneyim derken arada harabeye döndüm. Seni işin içine sokmayım diye verdiğim çabada sende bir şeyler bilmek istiyorsun. Darbe olduğunu fark ettim. Ülke çöküyordu. Alttan alttan tek ben değil onlarca kişiyi getirtiyorlar zorla yemekler yedirtiyorlar çalışıyorlar. Bir çok kez bir çok adamı dövdüm korksunlar diye ama olmadı. Tamam dövdüklerim tırstılar fakat işkence gördüm ve ben karşı çıkmaya çalıştıkça gerçekten ne kadar acımasız olduklarını gösterip her seferinde bebeğe zarar verdiler." Duraksadı bir kaç saniye Aras biraz daha hafızasını toparlamaya çalışırken. Akasya dediklerini şaşkınlıkla dinliyordu. Baştan beri anlatsa anlayacağı şeyi şuan duymak bile ona sıkıntı olmuyordu.
 
"Tonlarca erkek. Adam denmeyecek erkekler. Hepsini öyle bir zaafından tutmuşlar ki hepimiz diken üstü. Geceleri ayaklarına gidiyoruz. Bir kaç kez yememeye çalışsam da yedikleri şeyler öyle bir kafa bozuyor ki doğru düzgün düşünemiyoruz. Güvenmediğimiz adamların yanına karılarımıza, çocuklarımıza saldırmasınlar diye giderken onların esas bizsiz tehlikede olduğunu göremiyor muyduk? Ama ne yapacaksın? Hepimizi öyle bir bağlıyorlar ki bunu düşünmek ne kelime yalvaracak konuma düşüyoruz. Gün geçtikçe eve götürüp yemeklere katmamız için ilaçlar vermeye başladılar hepimize. Bir, iki, üç herkes robot gibi. Onlar ne derse o. Yemekleri bir şekilde yemediğim için aklım yerinde ama bende bulanığım. Darbeyi son gün öğrenebildim. Eve geldim. İlacı yine vermeyeceğim sana fakat bütün evleri basacaklarını öğrendiğim için bir şey yapmam gerek. Evi bastıklarında sen zarar göreceksin artı, etkisini çözemediğim ilaçların belirtilerini sende göremeyince dediklerini yapmadığım için bebek zarar görecek. Ne yapsam, ne yapsam? Zihnimde bulanık doğru düzgün düşünemiyorum, duygularım yok olmaya başlamış, paranoya gibi dolaşıp duruyorum. Seni dolaba koyup bebeği kaçırıp güvendiğim birisine emanet ettim. Seni alıp kaçı caz bir şeyleri yoluna sokmayı başardığımızda bebeği geri alacaktım ama olmadı geldiğimde evde yoktun. Kırık dolap kapağı yerdeki kanlar. Ne kadar korktum seni bir daha göremeyeceğim için." Aras sustuğunda anlattıkları altında ezildi. O gün ne çok hırpalamıştı kendini. Çocuk, adamlar, ilaç derken bir köşe başında duygu karmaşasından hüngür hüngür ağladığını hatırlıyordu. Bebek gibi Akasya'yı istiyorum diye sayıklamıştı. Hiç kolay olmamıştı onu bulmak. Neler olduğuyla alakalı kafayı yemişti.
 
O anıya uçtu Aras.
 
Dizginleri bir kez daha sertçe vurdum atlara. Arabanın yanından geçtiğimde beni tanımamaları için kafamı eğip biraz daha hızlandım. Biraz önlerine geçebildiğimde ata bir kez daha vurdum dizgini. Tamamen önlerine geçerken atlar huysuzlanıyordu.
 
Bir saniye dahi beklemeden önlerine sürdüm at arabasını. Onların atları, huysuzca yoldan sapıp arabayı yere devirirken ben benim atlarımı durdurduğum gibi yere atladım. Belki arabayı yere devirmem yanlıştı fakat başka çarem yoktu. Karşı karşıya olduğumuz adamlar hiç tekin değildi. Onu oraya götürmelerine izin versem, burada düşerek yaralandığından daha fazla yaralanacaktı. Yine de içten içe yaralanmamış olmasını diledim. Arabayı süren kişi sendeleyerek savrulduğu yerden kalktığın da onu ayağına bir tekmeyle yere düşürmem zor olmadı. Kafası yere çarptığında bilincini kaybetti.
 
Devrilmiş arabaya koştum. Hava çok soğuktu fakat bu gece bu kimsenin umurunda değildi.
 
Arabadan halâ ses çıkmaması beni korkutuyordu. Arabanın üstüne çıkıp kapısını açtım ilk görüş açıma giren kafası kanayan bir adamdı. Ardından onun altındaki baygın adamı fark ettim. Gözlerim Akasya'yı arasa da hiçbir şey göremedim kulağıma saniyeler sonra at homurdanmaları arasında bir ağlama sesi ilişti. Bunu nerde duysam tanırdım beş yıllık karımdı. Adamların altında olduğunu anladığımda içim titredi.
 
İki adamı da hızla attım kenara. Köşede ayaklarını kendine çekmiş ağlayan Akasya'yı gördüm. Üstü kan izleriyle doluydu. Kolundan tuttuğum gibi çektim onu kendime. Yan dönmüş arabanın üstüne oturttuğumda gözlerimiz buluştu. Beni gördüğünde hıçkırıklarla boynuma atladı.
 
"O adamlar bana dokundu." Dediğinde benim için şimşekler çakarken başörtüsü olmadığını yeni fark etmiştim. Hüzünle iç çektim nereye düştüğümü bilmeyerek.
 
Köpekler özellikle ilk benim evimden başlamışlardı.
 
Sırtını okşadım yavaş yavaş.
 
"Yaran var mı?" Dedim üzerindeki kanlara hitaben. Neyse ki dağlık bir alanda kesmiştim yollarını eğer şehirde kesseydim haber hemen ulaşırdı. Şuan kaçma şansımız vardı.
 
"Burnum, kaşım ve başım kanıyor ama önemli değil gidelim buradan ne olur." Onu kafamla onayladım. Biraz daha sarılıp başını öperek.
 
"Gideceğiz gideceğiz."
 
Ama giderken yakalanacağız diye iç geçirdi Aras. Şehirden geçerken yolları kesilmişti. Kaçmaya çalışsalar da mavi gözlü it Aras'tan köpek gibi korktuğunu açık etmişti. Bir sürü kılıcın gövdesinde bulunduğu Aras'tan halâ korkar gibi karısını kullanmıştı damarına basmak için. İşe yaramıştı. Çünkü kadın demek namus demekti Aras namusunu korumak istiyordu fakat ilk kez bu kadar güçsüzdü.
 
Bir anda dünyamız başımıza yıkılmıştı.
 
Normalde adıyla açamayacağı kapı yokken yerle bir olmuştu. Darbe haberini devlet büyüklerine ulaştırmaya çalışsa da önemsenmemişti.
 
Akasya olanları bir hikaye misali dinliyor çoğu şeyi hatırlamıyordu.
 
"Seni kurtardım. Kaçmaya çalıştık fakat ne önemi var. Tekrar yakalandık yaralandım toparlanamadım kaçmaya çalıştım derken seni tekrar kaçırdım. Bu sefer kaçtık. Bir köyde oduncu kulübesine yerleştik bebeği verdiğim kişiyle iletişimim kesildiğinde bu adamların amacını bilmiyordum fakat ona dair ümidim kesilmişti. Ondan sonrası da bende yok. Burada olduğumuza göre yakalanmış olmalıyız." Diyerek sustu. Bir ara yere eğdiği gözlerini tekrar ona çıkarttı Akasya. Kollarını kaldırdığında Aras'ın ciddiliği bozuldu. Kaşları havalandı.
 
"Sarılabilir miyim?" Aras söylediğiyle yutkundu. Şuan bağırıp çağırması gerektiğini düşünüyordu fakat Akasya tam tersine şuan beraber olduklarına şükür ediyordu.
 
"Kızmayacak mısın?" Dedi tereddütle Aras. Akasya burukça gülerken konuştu.
 
"Buradasın buradayım bu yetmez mi kızmamam için? Sen hep doğru olanı yapmışsın. Sana kızmıyorum." Aras yeniden aşık olmuş gibi hissetti karısına. Güzel yapısı huyu hayran olunasıydı.
 
***
 
"Beyin gelmiş." Fatıma'ya baktım kısa bir an ardından istemsiz oluşan tebessümle onaylayıp bahçeye yöneldim.
 
"Selamün aleyküm." Dediğimde oda karşılığını vermişti ben odadan çıkmadan hemen önce. Bahçeye çıktığımda Aras’a da selam verdim. O da tebessüm ederek aldı selamımı. Bir haftadır olduğu gibi yanına ulaştığımda dönüp eve gitmek için yürümeye başladı.
 
Bana doğru kısa bir bakış attı koca bedeninin yanında yürürken. Kumral saçlarını dağıtmıştı bugün.
 
"Nasıl geçiyor. Bir sıkıntı yok İnşAllah. Kursta birinci haftan bitti ha." Kafamı salladım aklıma peltek harfleri yapamayan Kevser gelirken.
 
"Ya, ya sorma su gibi aktı. Ne zaman geçti halâ anlamıyorum ama çok güzeldi. Bir kaç haylaz var fakat genel olarak Kuran'ı öğrenmek için çabalayan çocuklar görmek çok hoş. Küçük büyük demeden yarışıyorlar. Ne kadar tatlılar hayal bile edemezsin. Senin hastanede durumlar nasıl? Bir hastanın hayati durumu vardı." Dedim ona ara sıra bakarak ufak bir tebessümle yola bakıyordu.
 
"İyi oldu elhamdülillah. Valla biliyorsun Akasya'm aynı şeyler. Bugün bir hikaye duydum. Nasrettin hocadanmış. Hiç duymamıştım hoşuma gitti. Bir gün Nasrettin hoca komşusundan bir kazan istiyor işini yapıyor küçük bir kazan koyuyor içine geri götürüyor veriyor. Adam diyor burada bir tane daha kazan var. Nasrettin hocada kazanın doğum yaptı diyor. Adam seviniyor alıyor. Ertesi gün Nasrettin hoca kazanı tekrar istiyor ve geri vermiyor. Komşu geliyor diyor işte bir kazan vardı ne oldu ona. Nasrettin hoca öldü diyor. Komşu diyor öyle bir şey olur mu kazan ölür mü? Nasrettin hoca diyor ki kazanın doğum yaptığına inandın ama öldüğüne inanmadın öyle mi?"
 
"Muhafızlar gittiler. Gideceğiniz yolda Turgut size eşlik edecek. Korkulacak bir şey yok güvenilirdir. Kimsenin ruhu duymayacak gittiğinizi." Aras saygıyla kafasını eğdi.
 
"Allah senden razı olsun Mehmet abi. Elimizden geldiğince uğraşacağız bir şeyleri çözüp yoluna sokmaya." Mehmet abi tebessüm ederek gözlerini yumup açtı. Tavırları insanın kanını ısıtıyordu.
 
"Esas sizden razı olsun. İyi olun kendinize dikkat edin başka bir isteğimiz yok." Dedi. Onu Allah'a emanet edip oradan çıkmış, Turgut'la tanışmıştık.
 
Belli bir yola kadar at arabasını yavaş yavaş sürükleyerek geldik ardından içine binmiştik Aras kucağındaki çocuğu yanıma koyup öne adamın yanına geçti. Geçerken anlıma içimi ısıtan bir öpücük kondurmuştu.
 
Arkada çocuk ile yalnız kaldığımda içim rahatsız değildi. Sabahtan beri bir kaç kez uyansa da yorgun olduğunu söyleyip uyuduğu için ona daha oğlumuz olduğunu açıklayamamıştık.
 
Karşılıklı iki koltuk vardı arabada. Birine onu yatırmışlar birindeyse ben kalmıştım. Gidip yere oğlumun dibine çöktüm. Ellerim ilk kez kıvırcık saçlarına değdi. Onu uyandırmamak için yavaş yavaş okşadım.
 
Üzgünüm ama oğlun babasından yakışıklı.
 
İç sesime güldüm. Benim oğlum. İlk gün dahi hissetmiştim onu. Oğlum. O da hissetmişti beni. Defalarca kez sarılmak istemişti. Artık bana sarılabilirsin desem halâ ister miydi bunu? Sarmama izin verir miydi yaralarını.
 
Yüzüne baktım ilk kez bu kadar dikkatli. Yaşı kaçtı ki yaşanmışlık vardı yüzünde. Çok mu canını yakmışlardı onun? Bilsem sarmaz mıydım? Bana verseler canımı verirdim ona? Neden bir kez dahi kucağıma vermemişlerdi bebeğimi.
 
"Burası gerçek hayat Aras. Burada her şey gerçek. Halâ beraber diyorsun. Bu olayın tesellisi yok. Her şey benim suçum ve seni teselli bile edemem. Çünkü bu işin tesellisi yok kapat artık bu konuyu içimize gömelim. Bu kadar uzamasın bile. Hataydı anlamıyor musun? Halimize şükür etmemiz gereken yerde her bu konu bir şekilde gün yüzüne çıktığında üzerime geliyorsun." Ben öfkenin esiri olmuşken onu da yanıma çekmem büyük bir kavga olacağının emarelerini bana sunuyordu.
 
"Her şey senin suçun falan değil. Yeter artık kendini ezdiğin. İzin ver aşalım ya. İzin ver birlikte aşalım şu acıyı. Niye bizi süründürüyorsun? Neden yanımda olmak yerine bize acı çektiriyorsun? Bir çocuğumuz olmaması senin suçun değil. Yeter lütfen yeter. Seni seviyorum fakat anlamıyorum. Allah bize nasip etmedi işte. İzin ver verdiği şeylerle mutlu olmaya devam edelim. Lütfen izin ver. Yalvarıyorum. Ben değil sen izin vermiyorsun. Bir versen... Teselli yok diyorsun ya!" Yükselttiği sesine ağzımı açamadım. Sadece sustum. Öylece baktım gözlerine. Anlatamıyordum kendimi yada dediklerimi anlamak istemiyordu.
 
Gözlerimi yere eğdiğimde sert çıkışı yüzünden burnum sızlıyordu. Kafamı iki yana salladım.
 
"Anlamıyorsun Aras. Bari ikimizinde canını yakma." Her şey bitmiyordu. Bir sarılma bazı şeyleri geçiremiyordu. Üzülmesine neden olan benken ona deva olamazdım. Aynı şekilde onu üzen benken beni iyi etmesine izin vermezdim. Bu bencillik olurdu. İstemiyordum. Kendi içimizde çözmeliydik. Tekrar gitmeye yeltendiğimde hızla önüme geçti.
 
Yeşillerine baktım. Alev alevdi. Öfkeden patlayacak haldeydi. Hırsla kendisini gösterdi.
 
"Hani bizdik? Hani sen ben yoktu. Kaç senelik kocanım ben senin bir sözümün bile önemi yok mu senin için? Seni kırmak istemiyorum dilberim, onarmak istiyorum. Müsaade et. Bir şey istiyorum senden. Sadece bir şey müsaade et." Kafamı sağa doğru çevirip bahçenin kapısına baktım bir süre. Söyledikleri beynimde yankı yaparken kafamı iki yana salladım. Gözlerimi gözlerine çevirdim.
 
"Vicdanıma dokunmaya çalışman yersiz. Çık önümden. Neyi tartışıyoruz sanki. Ben sana bir çocuk bile veremiyorum Aras. Benden boşansan bile ses etmem. Şimdi çık önümden." Dediklerimle içine öyle bir nefes çekti ki bir an önümde deve dönüşecek sandım. Üzerime hiddetli bir adım attı. Korkuyla bir adım geri çekilmek zorunda kaldım. Gözleri beni korkutuyordu. Kaç yıllık kocamdı. Bana en ufak bir fiske bile vurmayacağına emin olsamda içim titredi.
 
O bunu fark etti. Gözlerindeki öfke saniyesi saniyesine yok oldu. Nefesini verip kırpıştırdığı gözlerini bahçe kapısına çevirdi bir süre. Bana döndüğünde gözleri çaresizlikle bakıyordu. Kafasını iki yana sallayarak konuştu.
 
"Ne yapayım?.. ha? Ne istiyorsun benden? Saçmalama diye yalvarayım mı? Ayaklarına mı kapanayım 'Akasya lütfen sana iyi gelmeme izin ver' diye. Yoruldum... Gerçekten." Dediği gibi arkasını döndü fakat yürümedi. Dakikalarca öylece durdu. Ben sırtını o ise evi izledi. En sonunda omuzları da, başı da düştü. Kafasını iki yana sallayarak yürümeye başladı. Bense sadece izledim. Gözlerim yaşlı yaşlı.
 
Bebek bir çok konudan vurmuştu bizi. Ne kadar eksik hissettiğimi düşünemiyordum. Ben anıları hatırlarken bu haldeydim. Eski Akasya ise bunları bizzat yaşamıştı. Hem kendisini yıpratıyordu hem arası.
 
Birinci ve ikinci bebeği ne kadar karnımda taşıdım bilmiyorum üçüncüyü dokuz ay karnımda taşımıştım. Aylarca böyle bir şeyin zorluğunu çekip bebek sahibi olmamak zorken ben bunu üç kez yaşamıştım. Aras yeterince dolu bir insandı. Ben onun yanında ne kadar eksik hissetmişimdir.
 
"Oğlum benim." Dedim gözlerim dolarken bir elim saçlarında göğsünün yara olmayan kısmına kafamı koydum. Uykuya sarılırken oğlumun gül kokusu içime doldu. Bir yabancı değilde 12 yıllık oğlum gibi hissettim.
 
***
 
"Abla!" Dedi titrek bir ses. Gözlerim yavaş yavaş açıldı. Tahta zemini gördüm, belimin ağrıdığını hissettim.
 
"Abla." Dedi bu sefer, bir ses son harfi uzatarak. Kafamı kaldırdım uyku mahmurluğuyla. Araba halâ hareket ediyor olmalı ki sallanıyordu. Çocukla göz göze geldiğimizde gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamıştı.
 
O gözlerini hızla kaçırdı.
 
"Yanlışlıkla uyuya kalmışsın sarım. Yemin ediyorum ben hiçbir şey yapmadım. Söyleme beni Aras abime. Ne olur sizde vurmayın bana." Derken hüngür hüngür ağlamaya başladığında endişeyle ellerimi kaldırdım.
 
"Yok bir şey. Yok bir şey. Biz sana asla vurmayız. Ben yattım göğsüne. Valla bak Aras öğrense de kızmaz." Dediğimde ağlaması azalırken kesilmedi.
 
"Ama nasıl olur. Bana haramsın. Aras abi çok kızacak." Dediğinde şaşkınlıkla Aras'ın bu çocuğa ne yaptığını sorguluyordum.
 
Tek başına annesi olduğumu söylememem gerektiğini Aras ile birlikte söyleyeceğimizi düşündüğüm için o konuda bir şey demedim.
 
"Ben artık sana haram değilim. Yaran nasıl acıyor mu?" Dediklerimle gözü saniyelik bana değse de tekrar kaçırdı. Etrafa bakındı.
 
"İyi hissediyorum. Neredeyiz biz?" Dediği ile bende ağrıyan belimi tutup etrafa bakındım.
 
"At arabasındayız başka güvenli olacağımız bir yere gidiyoruz.
 
"Aras abi nerede?"
 
"Önde." Dedim yeşil gözlerinin aynı Aras olduğunun kanaatine varırken. Gözlerimi halâ saçında olduğunu fark ettiğim elime çevirdim. Yavaş yavaş okşadım saçını elimi çekmek yerine. Göz göze geldiğimizde dolan gözlerini benden kaçırmıştı.
 
"Haram helal isteğe göre mi? İsteyince helal mi oluyorum sana." Kafamı iki yana salladım sadece ne diyeceğimi bilemezken.
 
"Bana anlatmak istediğin bir şey varsa dinlerim." Gözlerime baktı tekrar gözünden bir damla süzülürken konuştu.
 
"Ne anlatıyım ki? Benim kitaplardan başka hayatım olmadı. Sana yalnızca kitap anlatabilirim. Zaten sizinle gelmeden öncede sevgiyi kitaplardan bilirdim. Şefkat diye bir şey yok sanırdım." Dediğinde burnum sızladı. Ne karamsardı bu çocuk. Sarmak istiyordum onu. Tekrardan bir bebek olsaydı anne kucağımda korusaydım onu her şeyden. Kaderimde bir bebek yoktu. Kaderimde bir çocuk vardı ve daha saramıyordum bile onu. Bize şükür etmek düşer. Ya hiç çocuğum olmasaydı. Buna da şükür ya rabbim. Şükürler olsun.
 
"Kitaplar dışında bir şeyler anlat, yaralarını anlat, anneni anlat, babanı anlat." Gözlerime baktı uzun uzun ardından yumdu yeşillerini.
 
"Uyumak istiyorum." Dedi titrek bir sesle. Geri adım atmadı. Kendini açmadı.
 
"İyi uykular." Dedim cılız sesimle ama parmaklarımı hiç çekmedim saçından. Şefkatle okşadım saçlarını. Onu şefkatle sararken benden kaçmak için uyumak istemesi kaçamaması olarak sonuçlanmıştı. Dakikalar sonara uyuduğunda iç çektim. Bu kadar uyuması normal miydi?
 
Oturduğum yerden kalkıp karşısına oturdum. Kapının olduğu tarafa kayıp kapının penceresinin örtüsünü açtım. Gece yarısı yola çıkmıştık ve halâ geceydi. Ne zamandır yoldaydık bir haberdim fakat Aras'ın ve Turgut'un araba sürmekten harap olduklarına emindi.
 
Camı açmış babasına çekmiş şekilde uykusundan zor uyanan çocuğa kısa bir bakış atmış kafamı camdan sarkıtmıştım. Cam pervazına tutunarak.
 
"Aras." Diye sesimi yükselttim biraz beni duyması için. Dakikalar geçtiğinde duymamıştır düşüncesiyle sesimi biraz daha yükseltip bağırdım. At arabası ilk yavaşladı ardından durdu. Önden bir takım sesler duyduğumda buraya geldiğini anlayarak camı kapattım. Örtüyü de çekip kapıyı aralayıp dışarı çıktım. O sırada arabanın arkasından dolanmış bana gelen Aras'ı gördüm. Ay ışığının azda olsa aydınlattığı yüzü yakınlaştıkça belirginleşirken yorgun gözleriyle karşılaştım. Yanıma ulaştığında kapıyı açıp kolumdan tutarak bana yön verdi.
 
"Geç içeri üşüme boş boş dışarda." Dediğinde üşüdüğümü yeni fark etmiştim. İçeri girdik beraber kapıyı örtüp ay ışığıyla aydınlanan ortamda çocuğa baktı kısa bir an. İkimizde oturduğumuzda yanağımı kavrayarak hafif yüzüme eğildi.
 
"Ne oldu bir tanem?" Dedi sevgiyle. Tebessüm ettim ilgisine. Kucağındaki elini iki elime çekip sararken kucağıma çektim.
 
"Saatlerdir yolda olmalıyız. Ben biraz atların başında durayım siz gelin yatın burada. Biriniz ayak kısmında yatın. Yer değiştirerek biraz dinlenin." Aras bir süre gözlerime baktı tebessüm ederek ardından konuştu.
 
"Gülüm sabaha kadar varmamız gerekiyor. Görünme ihtimalimize karşın. Her köyde ajanları var. Şuan bile tehlikedeyiz. Sabaha kadar varmazsak konaklamamız gerekir. Akşama kadar beklememiz gerekir. Turgut'u o kadar yoramayız ve üşürüz. Yani bu imkansız. Nöbet değişerek sürüyoruz atları biz bir şekilde sen sıkma canını yat uyu." Bir çözüm aradım fakat yoktu. Biri sürerken biri uyusun diyecektim her seferinde durmaları zaman kaybettirirdi. Şuana kadar araba ilk kez duruyordu. Araba hareket ederken yer değiştiriyor olmalılardı.
 
Anlımdan öptü göz altlarımı okşadı.
 
"Uyu hadi sen yola devam edelim biz. Fazla zaman kaybettik zaten." Yüzümü asarak onayladığımda onu. Tebessüm edip gidişini izledim.
 
Kenarı geçip ayaklarımı kendime çekerek çocuğu izlemeye başladım. Saatler sonra gözlerim yavaş yavaş kapanmıştı.
***
 
"Bu köy en kuytuda kalan ve en sessiz köy. Siz yine dikkatli olun. İkinize de ayrı evler ayarladık. Evleri de gösterdim. Evler dayalı döşeli. Burası Akasya bacımın evi. Kraliyet sizi buraya sürgün etti diye bilineceksiniz. Dışarda karı koca olduğunuzu belli etmemeniz gerek, ki çocuğu göstermeyin dahi. İkinizin de evine bahçesi var. Ark kısmında. Çocuğu ara ara oraya çıkartabilirsiniz. Hanginizde kalacağı size kalmış. Gerisi size kalmış ister İslam yolunda savaşın ister burada güvende yaşayın artık sizi bulamazlar. Akasya bacımın adı Hatice, Aras seninki Metehan ona göre davranın. Unutmayın burası güvenli hiçbir şey yapmayabilirsiniz. Onun dışında Kocalı köyündeyiz biz eğer ulaşmak isterseniz. Bu köyün ağasının adı Mahmut Hacı Pekmez köyündeyiz. Hekim için Hamdi abiye, terzi için Huriye nineye, alış veriş için Nurettin’e, kitap için Tuğrul abiye ulaşın. Başka bir şeye ihtiyacın olursa Hamdi abiye söyleyin sizi eminim doğru kişiye ulaştırır. Evlerinizin arkasında gece hiç kullanılmayan bir yol var. Geceleri orda buluşabilirsiniz. Bir şeyler alırken çekinmeyin buradaki insanların gönlü boldur eminim sizi hemen sahiplenirler. En önemli sorun çocuk ona dikkat. Yıllar sonra büyüdüğünde onu da buraya sürgünle gelmiş gibi gösterebiliriz fakat şuan küçük hemen fark edilir. Başka diyeceğim bir şey yok. Ben artık kaçayım. Sabah olmadan buradan en az bir saat uzaklıkta bir köye varmalıyım. Buraya geldiğim hiç bilinmemeli ki daha güvende olun. Siz akşam bir araçla getirilip buraya bırakıldınız. Kimse gerçekte kim olduğunuzu bilmesin her yerden bir ajan çıkabilir kimseye güvenmeyin." Bu yaptıklarının hepsini hangi ara yaptıklarını aklım almamıştı.
 
"Bu evleri nasıl ayarladınız." Dedi Aras benim yerime konuşarak.
 
"Her köyde boş evler var biz en uygununu bulup eşya koydurttuk." Aras elini uzattığında adamda tuttu. Önce sertçe el sıkıştılar ardından omuzlarını birbirine vurdular. Ve sarıldılar elleri halâ birleşikken
 
"Allah razı olsun. Hakkınızı helal edin." Turgut güldüğünde kafamı eğdim. Yaşları yakındı.
 
"Sen et kardeşim. Sohbetinin tadına doyum olmadı. Buraya bir daha buraya uğrarsam bu sohbetin için olacak. Bu zor yolculuğu şenlendirdin. Allah senden razı olsun." Aras'ta güldü.
 
"Bende bir gün gerçekten bir şeyleri başarabilir ve gönlümü rahat ettirirsem oturup güzel bir çayla seninle sohbetimin devamını getirmek isterim. Kapım kapındır. Her zaman açık. Buyur gel." Tekrar güldüğünde sonunda uzaklaştılar. Elleri ayrılamamışken ikisi de birbirinin omzunu sıktı.
 
İkiside hayırlısı dedi aynı anda. Tekrar güldüklerinde ne kadar iyi anlaştıklarını anlamıştım. Aras yaktığımız sobaya ve önünde halâ uyuyan çocuğa bir bakış atıp konuştu.
 
"Bir otur biraz daha çay iç için ısınsın isterim ama yol bekler. Yolun açık olsun kardeşim." Turgut içten bir tebessüm sunarak elini kalbinin üzerine bastırdı.
 
"Müslümanın kalbi müslümana ısınır. Senin de işin rast gitsin kardeşim. Senin gibi biriyle tanışmak benim için şerefti Allah'a emanet olun." Dediğinde Aras'ta karşılık verdi ve o çıkıp gitti. Gözlerini bana çevirdiğinde bize yepyeni bir kapı açılmış gibiydi.
 
Sabah bizim için farklı bir dünyaya kapı olacakken beni Aras'tan ayıran ilk gün olacaktı.
 

Bölüm sonu
...

Solan Dün (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin