&9.Bölüm

295 27 60
                                    

İyi okumalar...

Çocuk demek sorumluluk demekti. Çocuk demek neşe kaynağı demekti. Çocuk demek sadak-i cariye demekti. Çocuk demek bir anne ve baba demekti. Çocuk bir nimmetti, emanetti.

Bir çocuk annesiz babasız büyür müydü? Yalnız?

Gözyaşlarım sızlayan burnumla beraber dökülürken alt dudağımı sertçe ısırdım.

Şuan nerdeydi? Kaç yaşındaydı? Ölmüş müydü? Kalmış mıydı? Biz bu hale nasıl düşmüştük? Ona ne olmuştu?

"Çocuklarım yok. Bir yıldır Yahya'yla atmadığım takla kalmadı fakat yok. Çözemedik. Bu düğümde birbirimizden ayrı bir şeyler yapmaya çalışıyoruz" kaşlarım havalandı. Dediklerini tek tek tarattım. Çocuklarına bir şey olmamış olması için dua ettim.

Onlar bir yılını vermişti. Biz mi bulacaktık. Biz mi bulacaktık yavrumuzu daha hiçbir şey kavrayamamışken.

Gözlerim Aras'ı bulduğunda gözlerini yummuş sessiz sessiz ağlıyor olduğunu gördüm. Dayanamayıp göğsüne sığındım koca adamın. Her şeyi beraber teker teker atlacaktık.

"Belki. Olmamıştır çocuğumuz anılarında hiç öyle bir şey hatırlıyor musun?" Burnunu çekti yüzünü saçlarıma gömerken. Dediğiyle bir an duraksadım o ara o da bana sıkıca sarıldı.

"Nasıl yani?" Dedim çatlamış bir sesle. Bizi yatağa devirip üzerimize yorganı çekti.

"Belki böyle bir karar almamışızdır. Veya çoçuk istemiyor- Hayır bu olamaz." Dedi kendi sözünü kendi keserek. Çocuk istememe ihtimalimiz yoktu. Mümkün değildi. Bunu o da düşünerek algılayabilmişti.

Sadece sustu. Bulacağım demedi. Korkma demedi. Sadece sustu. O halde uykuya daldık.

***

Güne sabah namazıyla başlayıp yine nerden bulduğunu bilmediğim yemeklerle kahvaltı ettik. Yine benden önce kalkmıştı. İkimizde dün geceyi unutmuş gibi davranıyorduk. Eğer bir gün bir şey yapmak gibi bir şansımız olursa çekinmezdim, çekinmezdik. Ama şuan elimizden gelen tek şey üzülmek olurdu. Oda şuan ihtiyaç duyduğumuz en son şeydi.

Allah'ım hayırlısını nasip et.

"Bu oda da mı senin?" Kafamı kahvaltılıklardan kaldırıp ona çevirirken. O dönmeden kafasını iki yana salladı. Ağzındaki lokmayı bitirip konuştu.

"Hayır. Bolca bağlantım var. Yine onlarda biri soyluların kaldığı fakat şuan boş olan yani bu odaya yönlendirdi." Kafamı anladığımı belirtircesine sallayıp kahvaltıya döndüm.

"Bunlarda bağlantılarından her halde." Beni tekrar onaylayıp.

"Evet." Diye mırıldandı. Yemek sessizce sürdü. Gece saçımla oynarken gelen keyfini, saniyesinde silip süpürdüğüm için olabilirdi belki.

Bilerek yapmadım.

Kendi kitabını istedi bide ya, mal mı ne bu adam ya.

Evet malım Tuğba.

Beynimin artık hangi alemlere aktığını sorgularken sıkıntıyla soludum. Zeytinin siyahlığına dalarken o konuştu.

"Anlat bakalım neler oldu?" Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Uzaklarda bir yerlerde merakın barındığı yeşillere. Parlama yoktu. Sanki birisi ferini söndürmüştü. Sıkıntıyla kafamı eğip zeytine bakmaya devam ettim.

"İlk gün Fatıma diye bir kızla tanıştım. Müslümandı o da her şeyi hatırlıyordu. Bir soylunun eskiden kocası olduğunu söylemişti. Yahya'ydı sanırım. Neyse işte böyle şeyler anlattı. Bir panzehirden bahsetti. Mutfakçıların sizin gibi olduğunu baz alırsak eğer panzehir sendede işe yarayabilirdi fakat kız tanışmamın ertesi günü tozla bir oldu. Herkese sormama rağmen hiç kimse onu tanımıyordu. Bu benim için ya her gün hafızlarının belli bir kısmının silindiğini söyledi yada ben delirdim. İki, üç, dört, beş, altı sensizdi. Soyluların dilinden en çok üç isim duydum. Rukiye, Tatar, Halid. Ne dediklerini aklında tutamadım. Bir ara Arsıl'a soyluların yardım ettiğini fakat Arsıl'ın onların sözünü dinlemediğini duydum. Hatip diye bir adam var. Onu öbür hayatımızdan tanıyoruz senin meslekten arkadaşın. O da oradaydı. Mavi gözlünün sana sapladığı çakıyı gördüm. Ben çıkardım o çakıyı şu merdivenle inlen gizli sığnağında onun nasıl muhafızların eline geçtiğiyle alakalı fikrin var mı?" Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda düşünceli gözlerle beni izlediğini gördüm.

Solan Dün (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin