&22.Bölüm

182 17 25
                                    

20.02.2021
İyi okumalar...

Boşlukta mıydım? Olduğum yerin bir tarifi var mıydı? Dudaklarım aralık ona öylece bakıyordum. Bir yıldır abi gördüğüm kişi kendisiydi. Din kardeşi diye ısınmıştı kalbim. Şimdi bu dediğine ne diyebilirdim? Ona bakan gözlerime bir süre baksa da eğmesi uzun sürmedi.
 
Onun farkındalığıyla bende eğdim kafamı. Elimdeki sepet anlık elimden kayarken o hızla tutmuştu. Tekrar tutarken içimden bir şeyler kopmuş gibi çok kötü hissettim. Yanlış anlamış olmayı diledim. Benim yüzümden acı çekmesini istemiyordum. Ne vardı bende. Ne vardı bende ki abi dediğim kişi dahil herkes bana yanlış gözle bakıyor.
 
"Sevdalanmıştım utancına, edebine, sana. Gülüşlerini, en çokta titreyen sesini içime işlemiştim." Dediğinde dudağımın içini ısırdım. Burnum sızlarken konuştum.
 
"Sen çok yanlış anlamışsın. Benim küçücük bir kardeşim vardı. Yangında gözlerim önünde vefat etti. Hatırlamak pek iyi gelmiyor ve adlarınız aynı olduğundan bazı zamanlarda adın canımı yakıyor." Dediğimde sesimin titremesine engel olamamıştım. Hatırladığım şeyler bugünkü bütün hevesimi sömürdü. Bugün neşe bana yakışır mıydı? Neşe bana hiç yakışmamıştı ki. Artık mezarı bile olmayan bir ailem varken neşeyi hakketmiyordum.
 
Ağlamamak için titrek bir iç çektim içime. Nefesimi içimde tuttum.
 
"Daha önce canım bu kadar yanmıyordu. Senle ben mümkün değildim bu ülkede yasaklar vardı. Bunu biliyordum. Canımı yakıyordun. Fakat daha önce bu kadar yanmadı. Mümkün değilin içindeki umudu yok ettin. İmkanı yok. Artık olmamıza ümidim yok. Sen benim haram sevdam oldun. Vardır bir hayır diyeceğim gönlüm yanıyor Hatice. Tabii gerçek adın buysa. Kimsin sen?" Sonlara doğru titreyen sesiyle konuştu. Her şey uğruna o kadar kötü hissettim ki bir daha yüzüne dahi bakmadan yürümeye başladım. Ne o peşimden geldi ne ben onu bıraktığım için pişman oldum. İnsanlar yanlış anlamaya çok müsaitti ve bu can yakıyordu.
 
*** 3 gün sonra
 
"Anne istemiyorum." Diye mızıkçılık yaparken şefkatle saçını öptüm.
 
"Biliyorum tadı kötü fakat yemezsen nasıl iyileşeceksin?" Dedim yumuşak ve ikna edici bir sesle. Dolu gözlerini bana çıkardı.
 
"İstemiyorum lütfen." Bunu öyle bir yalvarmayla söyledi ki gardım düşerken kaşığı tabağa indirdim.
 
Sesimi titremişti benim oğluşumun?
 
Hiç aslında naz yapmadığını düşündün mü?
 
İç sesimle moralim daha da bozulurken kaseyi komedine koydum. Odanın tam ortasında olan kapının hemen karşısında bir çift kişilik yatak sağında bir kombin ve tam sağında bulunan duvara yaslanmış dolap vardı. Solunda bahçeye çıkan balkon kapısı ve sol duvarında ise bir masa ve sandalye vardı. Babası gibiydi olduğu odadan çalışma masası eksilmiyordu ve tabii ki de kapının solunda kapıyla aynı duvarı paylaşan bir kütüphane. Şahane. Olmazsa olmaz.
 
Gözlerimi odadan çekip buruşmuş yüzüyle gözleri kapalı, yorganın altında cenin pozisyonu alan Halid'e döndüm. Elim alnını bulurken çok terlediğini gördüm.
 
"Bir tanem çok hastasın ama. Yardım etmeme izin vermezsen miden ağrımaya devam edecek. Anlıyorum boğazında kötü ve geçen şeylerin tadı kötü fakat yardım etmeme izin vermelisin." Omuzları bir göz yaşıyla sarsıldığında içim gitti.
 
"Geçen şeyler canımı yakıyor. Boğazım parçalanıyor. Çok kötü hissediyorum." Sonda sesi tirtir titreyip ağlamaya başladığında eğilip şakağını öptüm. Elim saçlarında dolanırken ne yapabileceğimi sorguluyordum. Aras'ın buraya acilen gelmesi gerekiyordu.
 
Dün onu bahçede uyuyakalmış halde bulmuştum ve bam. Dün bir şey olmasa da gece ağlama sesleriyle kalkmıştım. Aras'a gitmiştim koşa koşa fakat evde değildi. Ona mı endişeleneyim çocuğa mı bakayım derken şuan çok bitkin hissediyordum. Huriye nine gelmediğim için eve birilerini göndermişti. İyi hissetmediğimi söylediğimde halimden anlaşıldığını biliyordum.
 
İkna olmuyordu Halid. Getirdiğim hiçbir şeyi yemiyor gözlerim önünde kıvranıyordu. O yemezken, benimde boğazımdan hiçbir şey geçmezken akşam etmiştik günü. Aras her neredeyse her zaman geldiği saatin üzerine saatler geçmesine rağmen gelmemişti. Kime endişeleneceğimi şaşırdım. Aklıma gelen şeyle bir umut konuştum.
 
"Yanına yatmamı ister misin?" Ağlaması duraksamasa da yavaşlarken gözlerini açıp göz yaşlarıyla bana baktı.
 
"Cidden mi?" Dedi titreyen sesiyle yüzümde acı bir gülümseme oluşurken kafa salladım. Aylar önce bunu benden defalarca rica etmiş fakat ben utandığım için kabul etmemiştim. Oğlumda olsa tanımıyordum. Bir gün onu benim büyütmediğimi ve böyle bir şey yapamayacağımı söylediğimde boyun eğip gitmişti. Özür dilemek için peşinden gittiğimde ağladığını duyup girememiştim odaya ağır hayal kırıklığı sezmiştim. Bir daha konusunu dahi açmamış unutmuştu ertesi gün. Halbuki ben onun açması ve özür dilemek için beklemiştim fakat olmamıştı. Bende unutmuştum onca olay arasında. Aras o zamanlar fark etmese de Halid'e bana yaklaştığı için sert çıkışlar yapıp çoğu zaman düşman bakışlar atarak ayağıyla yeri dövmeye başlıyordu. Buna Aras'ın nasıl tepki vereceğini bilmiyordum ve açıkçası kıskançlığının Halid'e zarar vermesi beni korkutuyordu. Sebepler sonuçlar doğururdu ve ben sebeplerden korkup sonuçlara göz yummuştum.
 
Komedindeki çorbayı aldım tekrar elime.
 
"Bunu iç başka bir şey istemeyeceğim. Beraber uyuyacağız." Yüzü buruşurken dudaklarını birbirine bastırmasından midesinin karıştığını anladım. Ona şifalı çorba yapmıştım ve tadı pek güzel sayılmazdı ama içmeliydi. Beni hafifçe onayladığında hafifçe doğrulmasına yardım ettim. Titreyen elleriyle kavradı kaseyi ona yardım ettiğimde kaşığı boş verip bir dikişte bitirdi. Ağzını eliyle örttüğünde sırtını pış pışlayarak onu yerine geri koydum.
 
Gözlerini yumup bir süre öylece durduktan sonra gözlerini açıp yutkundu. Kendini yorgunca yatağa attığında. İçim acıyordu. Ne kanıyordu benim oğluşumun canı.
 
Yataktan kalkıp etrafında dolaştım. Aras'ın gelme ihtimaline karşı kapıyı biraz araladım. Ardından dönüp huzursuzca yatan oğluma baktım. Nasıl yatacağımı bilemedim. Başımı kapasa mıydım? Gecelik mi giymeliydim? Yatağın en ucuna yatmamı istiyor olamazdı. Çok utanç vericiydi. Oğlundan çekinmek. Henüz on iki yaşında bir çocuktan çekinmek.
 
Onun  bana helal olduğunu kendime hatırlatıp yorganın altına girdim. Onu kendime çekip kafasını omzuma yaslamasına izin verdiğimde belime dolamıştı kollarını. Yorgun bir nefes alıp iyice bana sığındığında utanıyordum. Kolumu omuzuna dolayıp bir elimi saçlarına koyduğumda. Saniyeler ona alışmama ve içimin şefkatle dolmasına yetmişti. Hasta halsiz çocuğun anlını öpüp iyice sarmalarken yatağa gergince değil gerçekten yerleştim.
 
Yorgun bedenimin her yeri günün dehşet verici koşturmasından ağırırken gözlerimi yavrumun misler kokusuyla kapattım. Aras'ın yüzü aklımda dolaşırken bu geç kalmasının geçen olanlar gibi kötü bir şey olmaması için dua ettim.
 
Allah'ım sen hayırlısıyla koca adamı buraya getir.
 
***
 
"Akasya!" Duyduğum dehşet dolu sesle gözlerim ani bir şekilde açılırken yeşil gözleri görüş açıma girdi. Ona anlamaz gözlerle bakıp yorgunca tekrar yumdum gözlerimi.
 
"Bir tanem kalkmalısın." Dediğinde gözlerimi açıp ona baktım bir süre boş boş ardından Aras olduğunu fark ettim bu kişinin.
 
"Aras gelmişsin." Dedim çatallı sesimle. Kafa sallayarak bana sarılarak uyuyan çocuğu alıp yumuşakça yandaki yastığa bıraktı. Ayakta durmayı bırakıp yatağa oturunca uykum yavaş yavaş açılmaya başlamıştı.
 
"Bir şey mi oldu?" Dedim gözlerim gaz lambasıyla aydınlanmış odada gezinirken.
 
"Halid yanıyor? Ne oldu çocuğa Akasya. Terler içinde kalmış yüzü kireç gibi." Kavrama yetim artarken onun kolundan destek alarak doğrulup oğluşuma baktım.
 
"Hasta oldu. Dün bahçede uyuyakalmış ya. Dün geceden beri böyle. Dün evine geldim yoktun bile." Ellerim hasta çocuğun saçlarına gitmiş okşamaya başlarken gözlerim Aras'ı buldu. Dudaklarını birbirine bastırdı mahcubiyetle. Bir kaç saniye öyle bakıştığımızda bir anda yüzünü düzeltip yüzüme doğru eğilip bir yanağımı kavradı.
 
"Senin gözlerin niye kıpkırmızı? Sen iyi misin?" İlgisi anlık şaşkınlıkla içimi hoş ederken göğsüne sığınıp bütün gece kokusu solumak istedim. Soluk tebessüm kayıp oldu.
 
"Halid çok kötü. Lütfen onunla ilgilen. Kendimi konuşamaya devam edecek kadar dirayetli görmüyorum." Gözlerim kapatıp bedenimi yatağa bıraktığımda cidden her an yataktan kalktığım için kafam zonklamaya başlamıştı.
 
Soğuk bir el anlımı buldu. Derin bir nefes alarak ayaklandı.
 
"Sana bazı hastalıkların bulaşıcı olduğunu söylemiştim güzelim." Cevap vermedim anlamlandırmaya çalıştığım şeye.
 
Ben özetleyim. Hasta oldun.
 
***
 
"Kıvırcığım? Meleğim kalk ama. Senin uykun bu kadar ağır değildir." Gözlerimi açtığımda ilk her şey bulanıkken saniyelerle değişti. Yüzüme eğilen Aras'la bakışmak zorunda kaldım. Kollarım Aras'ında olduğunu fark ettiğim Halid'i daha sıkı sardım.
 
"Efendim." Dedim çatallı sesimle o an Aras'ın Halid ile böyle uyumama tepki vermediğini fark ettim.
 
"Bir tanem ilaç yaptım iç bunları. Ve kapıyı birisi çaldırdı gitti. Bir daha gelecektir sen aç endişelenmesin Huriye nine. Hadi kalk iç şunları." Dediğinde ağrıyan boğazımla yüz buruşturup kafamı onun tersi yöne çevirdim.
 
"İçmeyeceğim git buradan." Dedim gerçekten istemediğimi belli ederek. Eli saçlarımı okşadı.
 
"Güzelim hastalıkla beraber huyunu da mı aldın. Bari sen yapma. Biliyorsun ne durduğumuz ne baktığımız yer güvenli. Her an kapıya birinin dayanıp bizi ifşa etme ihtimali varken ikinizde hastayken elimden bir şey gelmez. Biriniz olsanız taşımaktan çekinmem fakat iki kişisiniz. Gece burada kalmam yeterince riskliydi. Şuan eve gidemediğim gibi işe de gidemiyorum. Birileri beni merak edip geldiklerinde bulamayacaklar ve sorun çıkacak. En azından iyileşmek için bana yardım etmelisin." Dedikleriyle mahcupça ona döndüm.
 
"Boğazım acıyor." Dedim Halid'i anlayarak. O çorba içti bir de değil mi?
 
"Anlıyorum. Anlıyorum." Dedi usulca anlayışlı bir sesle. Ayaklandı. Derin bir nefes verip yorgunca gözlerimi kapadığımda Halid'in geri çekildiğini hissettiğimde gözlerimi açtım. Bir anda kucaklanınca tiz bir çığlık attım. Sıcak yorganım üzerimde kayarken ağlamak isteyerek beni taşıyan Aras'ın göğsüne yasladım kafamı. Üşüyerek büzüşürken tekrar uyuyacakken soğuk bir yere bırakıldım.
 
"Uyumayı kes bir tanem." Dedi sinir bozucu bir şekilde gülerken. Ağlar gibi bir ses çıkarıp soğuk yere sindim.
 
"Çok sorumsuz bir annesin. Ya gelmeseydim kim bakacaktı size. İkinizi de öldürmek mi istiyorsun biraz dikkatli olsana." Dediğinde suçluluk içimi kavururken ağlamak istiyordum. Ah sanırım duygusal bir dönemdeyim. Çünkü bu bıkkınlık doğruya işaret değil.
 
Beni tekrar dikleştirdiğinde ağlar gibi bir ses çıkardım. Vücudumuz her yeri acıyor başım zonkluyordu. Midem bulanıyor ve ağrıyordu. Sanki gözümü açsam çıkıp gidecekler gibiydi. Bir el belime sarılıp beni göğsüne yasladığında sıcaklığına sığınmama izin vermedi.
 
"Aç hadi ağzını hem acırsa öperim geçer." Tekrar ağlamaklı bir nefes verdiğimde parmakları dudaklarımın iki yanını tutarak sıktı. Dudaklarım büzülürken açmamak için inat ediyordum.
 
"Aç ağınızı Akasya'm." Dedi sinirli sesi sonda yumuşarken.
 
Bilmediği şey senin gerçekten ağlama potansiyelin olması.
 
Kurtulmaya çalışsam da beni sıkıca tutmuştu.
 
"Akasya hadi ya çocuk musun? Halid bile bu kadar naz yapmadı." Ağzımı konuşmak için açtığımda bunun yanlış bir karar olduğunu ağzıma tıkılan kaşıkla anladım. Boğazıma kadar soktuğu kaşıkla öksürmeye başlarken biraz bir şeyler yemiştim yemesine fakat benden çok açtığım gözlerimle onun üzerinin yediğini gördüm. Öksürüklerim dinmezken elim bana acı veren boğazıma gittiğinde çocuk gibi ağlamaya başladım.
 
"Güzelim bir sakin bak bir kaç dakika sonra boğazın rahatlayacak yemin ediyorum bak. Gerçekten. Ye hadi bunu. Ağlama bak kıyamam sana." Burnumu çektim bir kaç kez. Göz yaşlarım durmazken yeşil gözlerine baktım. Yüzüm buruştu. İçime kesik nefesler çekmeye çalışırken beni göğsüne çekerek sırtımı pış pışlamaya başladı.
 
"Tamam inşAllah gelip geçecek bir hastalık için üzme kendini. Senin canlarını yerim güzelim. Sakin olmaya çalış. Psikolojikmende iyi değilsin ki sen. Ne var aklında? Ne düşünüyorsun yine? Neye ağlıyorsun şuan?" Yumuşak sesi kulaklarıma usul usul sürtünerek beynime akarken ağlama durmuştu. Her iç çekişimde boğazım daha da acıyordu.
 
"Boğazım acıyor." Dedim hırıltılı titrek bir sesle. Yalan değildi. Kafasını sallayıp saçlarımı öptü.
 
Yalan değil sadece eksik değil mi? Tabii insanlar kesin depresyonda ahanda sebebi diyemiyor.
 
Osman abi bana o şeyleri söylediği günden beri ne zaman her şeyi unuttum gerçek manada gülmüştüm ki. Sırrımızı kimseye söylemeyeceğini düşünsem de. İçimde ona karşı bir yara verdi. Belki de onun sınavı bendim ve o benden kaçıyordu. Bir gün onun karşısına çıkmış ve bizi kimseye söylememesi için yalvarmıştım. Sadece kafa sallayıp yine kaçmıştı.
 
Zordu. Ona zor olan şey benim canımı yakıyordu ve bu her hatamı düşünüp duygusallaşmamı sağlıyordu. Aras’a fark ettirmemiş ve yüzünü gülmüştüm fakat içim içimi yiyordu.
 
"Ve bunun için ağlıyorsun?" Bir kez daha titrek iç çektim içime. Parmakları tokayı gevşetip kurtulan saçlarımda turlamaya başlamıştı. Bulduğu şeyle geri çekildi. Yeşil gözleriyle buluştu gözlerim fakat o çok durmadan stabil tuttuğu yüzüyle yüzümdeki saçları çekip ayaklanarak arkama geçti. Saçlarımı toplayıp sıkmadan bağladığında gözlerim koltuktaki kaseye çarpmıştı. Kaseyi aldığım gibi kafama diktim. Boğazımdan tonlarca cam kırığı geçip kesmiş gibi hissederken kaseyi geri bıraktım.
 
Dudaklarımı yalayıp arkamda halâ saçımla ilgilenen Aras'a dönmeden yüzümü koltuğa gömdüm. Elleri kollarıma indi üzerime eğildi. Yanağımı öpüp burnuyla sevdi yanağımı.
 
"Teşekkür ederim." Diye fısıldadığında beni orada öylece bırakıp gitti.
 
Ağlama isteği tarafından baskı altında kalan bu kız için bir dava açacağım. Bir kişiye bu denli baskı yapmak suç olmalı. Seni ağır hukuk mahkemelerinde süründüreceğim.
 
Ağır hukuk? Mahkeme?
 
Ayrıca yemek yapmayı bilmeyen bu adamın çorbası imkansız şekilde idare ederdi.
 
Ah Allah'ım sen bana akıl fikir ver yarabbi.
 
Dakikalar beni acıya değil, artık hafifleyen boğaz ağrısına götürdü. Bütün uykum giderken gözlerimi açıp aydınlık salona baktım. Havanın aydınlık olduğunu hatta cama vuran güneşi görmüştüm. Sabah olmuştu.
 
Sabah namazının kaçtığını anlamak pek zor değildi. Başım halâ zonkluyor ve karnım ağrıyor da olsa, içtiğim şeyin beni açtığını fark etmiştim. Dakikalarca yorgun gözlerle etrafa bakıp neler olduğunu anlamlandırmakla geçirdim. Kapı çaldığında gözlerim oraya döndü. O an Aras'ın beni taşıyarak koltuğa getirdiğini anlamıştım. Bir süre Aras'ın gelip açmasını bekledim. İç sesim beni kendime getirmişti.
 
Evet senin evinde bir erkek kapını açsın ve bütün köyün nasıl sizi ifşaladığını izle.
 
Bütün gücümü kullanarak ayaklandım. Kenardaki küçük ayaklarımızı dizdiğimiz dolaptan başörtümü alıp başıma doladım. Kapıya zorlukla tutundum. Bedenimi bir titreme seli aldığında bir an yere düşüp bayılacağım sansam da dindi. Kapıyı araladığımda kapıda bir adam duruyordu.
 
"Efendim." Dedim kuru dudaklarımı kıpırdatarak. Kapı kolundan destek aldığım için sadece oraya uzattığım kafamı görüyordu. Gözleri yüzümde dolaştığında gözlerimi çektim.
 
"Huriye nine seni merak etmiş. Ben Abdullah bakkal. Hem haber getir hemde ne ihtiyacı varsa götür ona dedi Huriye nine." Adını söylediğinde onu bir kaç kez gördüğümü anımsadım. Kısık gözlerim gülümsememle daha da kısılırken artık kafamın patlayacağını düşünüyordum. Allah aşkına birisi çekiçle vuruyor da ben mi görmüyorum?
 
"Ben bu günde gelemeyeceğim Abdullah abi. Meraklı nineye söyle. Sorun yok kendime bakabiliyorum sadece biraz hastalandım. Bir şeye de ihtiyacım yok ikinizden de Allah razı olsun." Dediğimde benim gibi gülümseyip başını eğerek gitti. Kapıyı kapatıp koltuğa geçmek benim için ayrı bir sınavdı.
 
Kendimi koltuğa atıp ayaklarımı kendime çektiğimde. Gözlerimi etrafta dolaştırdım.
 
Salon kare şeklindeydi. Dış kapıdan girdiğinizde ilk gördüğünüz şey biri olmak şartıyla u şeklinde dizilmiş koltuklar ve ortasındaki garip halı oluyordu. Ev mini olduğu gibi salonda büyük değildi. Büyük koltuk direk kapıya doğruyken arkasında Halid ve benim yan yana olan odaları vardı. Benimki sağda onunki sola da kalıyordu.  Koltukların sağında bulunan duvar mutfağa açılan kapıyı barındırıyordu. Şömine ise onun karşısındaki duvardaydı.
 
"Aras nereye gitti?" Dedim bir saattir sormam gereken soruyu fısıldayarak.
 
"Buradayım." Dedi şen şakrak bir ses arkadan seslenerek. Adım sesleri girdi odaya koltuklara yaklaştığında koltuklara yaklaşıp bir beze sarılmış koca bir paket bıraktı tekli koltuğa. Gülerek bana baktığında anlamazca baktım pakete ve ona. Bana doğru gelip koltuğa tutunarak hızlı bir öpücük çaldı benden.
 
"Gittim geldim devrilmişsin bakıyorum. Gidişimin seni bu kadar üzeceğini bilseydim hiç ayrılmazdım dibinden." Diyerek mutfağa gittiğinde ben sadece arkasından öylece baktım. Paketin ne olduğunu öğrenmek için bakmak istesem de öksürerek gözlerimi yumdum.
 
Ben gitti diye devrilirdim. Ben o gitti diye ruhumu ve kalbimi peşinden göndererek kalırdım. Yoksa kalamazdım. Çekilecek acı değildi. Allah canımızı hayırlısıyla alsın inşAllah. Son nefeste şehadeti her din kardeşime nasip eylesin.
 
Amin.
 
Burnuma dokunan küçük buseyle açtım gözlerimi. Derin derin bakan yeşilleriyle bakıştım bir süre. Tebessüm ediyordu.
 
"Sen en güzel nimetsin." Dediğinde ona yorgun bir tebessüm bahşettim. Daha da gülümsedi.
 
"Çok mutlusun?" Dedim hırıltılı ve boğuk çıkan sesimle. Dediğim neşeyle kahka atmıştı.
 
Ya kitaplarla nikah kıydı şu yandakini de onu kabul et, yumuşa diye sana getirdiği hediye. Ya da deli gibi zevk alıyor hasta olmanızdan.
 
"Evet şifa çayı yaptım. Bunu da içince mükemmel hissedeceksin." Buna mutlu olamaz herhalde. Acaba gerçekten boğazımdan geçecek şey canımı yakacak diye mi mutlu?
 
Hep iç sesten. Allah'ım ya.
 
Hemen de benden bil. Ben sana doğruları söylüyorum güzelim kulak tıkayan sensin.
 
Hıhı derdimde dua etsin Aras var.
 
Kiminle konuşuyorsun zeki.
 
Seninle olmadığı kesin. Hödük.
 
Bilmem ne smile diyeceğim. Cahilliğinden anlamayacaksın :)
 
Bir anda omuzlarım kavranınca dikkatim bozuldu. Beni doğrultup oturttuğunda gözlerimi kırpıştırarak az önce ağrısının geçtiğini fark etmediğim karnımın ağrımasıyla tuttum.
 
Kenardaki yorganları ve çarşafları koyduğumuz sandığın üzerinden aldığı dumanı tüten bardaklarla yanıma çöktü. Kendi bardağını kenara bırakıp bardağı dikkatle bana uzattığında tutup tutamayacağımı kontrol ettiğini çoktan anlamıştım. Sıkıca kavradım bardağı. Bir kaç saniye kontrol amaçlı hafifçe tuttuğunda sıcak şeyi üzerime dökmeyeceğime emin olup kendisininkini eline aldı. Bir yudum aldığında bana bakıp kaşlarıyla bardağı işaret etti.
 
Sıcaklığıyla kendimi ısıtmaya başladığımda bardaktan bir kaç yudum aldım. Sıcaklığı boğazımı rahatsız ettiğinde yüzümü buruşturdum.
 
"İç iç." Dediğinde gözlerimi kısarak bir yudum daha aldım. Hayır onun beni zehirleyeceğini düşünecek değildim fakat beni şüpheye düşürüyordu.
 
Kuma diyorum. Belki kumanın senin olduğundan bile haberi yok ve seni şimdi öldürüp ortadan suçunu kaldırıp kumanı bu eve yerleştirecek. Gülüşleriyle gözünü boyuyor.
 
Sana göre herkes kötü iç ses o yüzden sus.
 
Sessizlik içinde salonun ortasında yanan şömineye daldım.
 
İçtikçe iyi gelmeye başlayan şeyi bir dikişte bitirdim. Gülen bir ses duyduğumda Yeşilime döndüm. Beni izlediğini gördüğümde ona tebessümümü sunarak boş bardağı bıraktım.
 
"Dün neden her zamanki vakitte gelmedin. Ondan önceki gün Halid'in ağlama sesiyle kalktım. Sana geldim yoktun. Dünde gelmedin. Endişelendim. Gece neredeydin Koca adam?" Dediğimde sesim yine hırıltılıydı. Parlayan gözleri yavaş yavaş sönerken ona kızdığımı fark etmesi çok sürmemişti. Bunu çok yapmazdım. Ben ona gerçek manada nadir kızardım. İtiraz eder sitem eder sinirlenir ama kızmadım. Böyle bir hakkım olmadığını düşünüyordum fakat benim için hayal kırıklığı olsun istemiyordum. Çaresiz anımda yanımda olmayıp sonra üzülmesini izlemek can yakardı.
 
Gözlerini eğip yerdeki kırmızı, yeşil, beyaz renklerle garip garip desenler okunmuş halıya baktı.
 
"Ben çoğu gece evde değilim ki. Yine olmadığım bir geceye denk geldin. Dün geç kalmam bilerek değildi fakat işim bitmemişti." Kaşlarımın çatılmasına engel olamazken bir şey kalbimi ezmiş gibi hissettim. Kafamı eğip gözlerimi yumdum.
 
Şeytan. Yalnızca onun vesveseydi ben biliyordum kocamı. Onun gözünün başkasına kayma ihtimali dahi yoktu.
 
Ayrı evlerde yaşadığın bir adam. Ayrıca ben kitapta ısrarcıyım.
 
Hayır! Dediğimde bundan emindim. Şeytan yanlış yerden baskı yapıyordu. Ben kocamdan adım kadar emindim.
 
"Özür dilerim böyle yapmamalıydım. Ama sana bir sürprizim var." Diye mırıldandı. Ne kadar ben kızmayı uygun görmüyorsam o da ona kızmama çok bozuluyordu. Geri adım atması saniyelerini alıyordu.
 
Sözlerinden saniyeler sonra gözleri koltuktaki pakete gitti ve tekrar neşelendi. Çayı bir dikişte içtikten sonra ayaklandı. Benim bardağımda alarak sandığa bıraktı. Mutfağa bırakmak yerine burada bırakması ilk kez gözüme batarken cidden benim toplamama alıştığını fark ettim. Adımları yanıma değil pakete gittiğinde merak ve endişeyle gözlerimi üzerine diktim.
 
Paketin bağlanmış ağzını özenle açıp altındaki kitapları açığa çıkartarak örtüyü indirdi. İçindeki en az sekiz tane buradaki tüm kitaplar gibi siyah kaplı kitaba baktım.
 
Bana mükemmel sürpriz yalnız bu. Acaba beni Halid sanmış olabilir mi?
 
Yüzü hatta gözleri sevinçle aydınlanırken birini eline alıp parlayan gözlerle baktı. Bana bile böyle güzel bakmıyor desem yeriydi. Uzun süredir bu bakışı görmemiştim.
 
İlk hastalığında kitaplara koşmuş. Ben demiştim sana. Bu adama güven olmaz, kaç kurtar kendini. Duyan kim!
 
Kitaptaki gözlerini çekip hızlı adımlarla yanıma geldi.
 
Yanıma çöktüğünde biran kitabı elime uzatsa da ben elime almadan vazgeçip geri çekti. Göğsüne yaslayıp parlayan hevesli gözleriyle bana baktığında anlamaya çalışıyordum.
 
"Ben bir şey yaptım." Dedi hevesle. Yutkundum. "Ney?" Diye oynattım dudaklarımı fakat sesim çıkmadı. Elindeki kitabı açıp bana gösterdiğinde. Yüzünde kötü bir şey görmediğim için gözlerimi çevirmeye cesaret ettim.
 
Arapça? Yazı. Evet. Haraketli evet. Hareke? Evet. Hareke! Kuran. Gözlerim hızla bununla aynı gözüken arkadaki kitaplara döndüm. Ve sonrasında sevinçle boynuna atlamamdı.
 
"Sen Kuran mı yazdın cidden? Bu kadar kitabı bir yılda nasıl yaparsın. Allah'ım. Şükürler olsun. Şükürler olsun. Aras. Aras! Ya inanamıyorum sana. Heyecandan yerimde duramazken ağrılarım umurumda bile olmazken ondan ayrıldığım gibi koşa koşa banyoya gittim. Nasıl abdest alıp başıma başörtü geçirip salona gülerek beni izleyen Aras'ın yanına geri döndüm bilmiyordum. Elindekilere değil koltuktakilere ilerledim. Bir taneyi elime alıp baktığımda gözlerimin dolup taşmasına engel olamazken uzun bir süre sonra Kuran bu kadar Kuran'ı görmenin heyecanıyla yerimde duramıyordum.
 
Elimdekileri bırakıp beni göz yaşlarıyla izleyen Aras'a baktığımda ikimizde göz yaşları arasında güldük.
 
Ayaklanıp kollarını açtığında ona nasıl koştum kollarına nasıl girdim bilmiyorum ama ikimizde şükürlerle sarıldık. Belki bedenlerimiz ayrıldı belki de dilimiz şükrü kesti o gün fakat asla ruhlarımız birbirine sarılıp güç vermeyi ve içimiz şükür etmeyi kesmedi.
 
Aylardır topladığı gençlerin içini imanı ilmek ilmek işlemiş ve onları Kuran yazmaya teşvik etmişti. Şükürler olsun bizi yaratana.
 
*** 2 gün sonra
 
"Bu Kuran-ı Kerim!" Dedi titreyen sesiyle yaşlı kadın mahcup bir tebessümle kafa salladım.
 
Bana dolan gözleriyle baktığında içim gitti.
 
"Allah sizden razı olsun. Cennette yerinizi çok güzel eylesin-" Derken ağladığı için nefesi kesilirken sözlerine devam edememişti.
 
"İnşAllah ninem, inşAllah. Daha güzel günleri hep beraber göreceğiz inşAllah. Şu anlık bu bizim elimizden geldiğince köyünüze hediyemiz. Sizden isteğimiz bunu çoğaltmanız. Biz isteriz ki her müslüman kardeşimizin elinde bulunsun. Bu değerli hediye karşısında Allah rızası için bunu yaymanızı istiyorum. Allah'ın kelamı unutulmasın. Amaçlarına ulaşamasınlar. Biz onların kollarını bacaklarını kıralım." Dediğimde beni onaylayarak durmak bilmeyen dualarını dakikalarca sürdürdü. Hepsine amin demek bana düşendi. Vedalaşıp köyün ninesi ile birlikte odadan çıktık salonun kapısına vardığımızda onun sesi beni duraksattı. Gözleri ışıl ışıl parlarken etrafındaki topluluğa bildiğim kıssayı nasıl bir heyecanla anlattığı izledim.
 
"... sonra Hızır (as) geminin tahtalarından bir ikisini söküp attı. Hz. Musa (as) yine dayanamadı. Kim seni gemisine alan adama bunu yapardı. 'Adamcağızlar bizi gemilerine aldılar. Sen gemilerini batırmak mı istiyorsun?' dedi. Hz. Hızır (as): 'Sen bana sabredemezsin, demedim mi?' dedi. Kimin aklı alır ki insan düşünüyor ki bunun açıklaması olamaz.
 
Hazret-i Musa (as) özür diledi.  Yürüdüler. Sokakta bir erkek çocuk gördüler. Hızır (as) çocuğu öldürdü. Musa (as) tekrar şaşırmıştı: 'Aman, ne yaptın? Günahsız bir canı telef ettin!' dedi. Masumcacık bir çocuğun ölmesinin ne sebebi olabilirdi ki? Hızır (as): 'Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?' dedi. Hz. Musa yine utandı.
 
Musa (as): 'Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaş olma.' dedi ve yine yola koyuldular. Bir kasabaya vardılar. Kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı bunlara yiyecek vermedi.
 
Sonra şehrin içinde yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır (as) bir işaretle duvarı onardı. Musa (as): 'Keşke ücret alsaydın. İhtiyacımız vardı.' dedi. Hızır (as): 'Artık seninle ayrılmalıyız' dedi. 'Dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatayım: Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kırarak kusurlu kılmak istedim. Çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı. Çocuk ise, inanmış bir anne ve babanın evladı olmasına rağmen, çok asiydi. Anne ve babasını da azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korktuk. Duvara gelince, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların ergenlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini başkalarının müdahalesi olmadan çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin iç yüzü budur.' E olmuş ve ölmüşe çare yoktu. Gerek ön yargı, gerek sabırsızlık bizi yanlış yönlere sürür. Ne zamanki her şeyi bilmeden ağzımızı açarız karşımızdaki veya biz üzülürüz. İftira ve zan altında bırakmak günahken düşünmek her zaman en iyisidir. Ayette neden akıl etmez misiniz denir hiç düşündünüz mü? İnsan akıl ve iradeyle yaratılmış özel bir varlıkken Allah onca küfrün arasında doğruyu bulmamızı istiyor. Onca nimete karşın şükür etmemizi istiyor. Onun hazinesi tükenmez, bize de ihtiyacı yok bizim ibadetimiz ona hiç bir şey sağlamıyor fakat biz aciz kulların ona ihtiyacımız var. Yanlış yapmasak dahi tövbe etmemizi istiyor. Allah tövbe edenleri sever." Gözleri herkesin üzerinde dolaşırken gülümseyerek onu izleyen beni buldu. Ardından gözleri yanımdaki Rukiye nineyi buldu.
 
Kuran'ı verdiğimi anladı. Tekrar salona toplanmış aralarında Halid'in de bulunduğu yaklaşık on beş kişide gezdirdi gözlerini.
 
"Biz kalkayım artık. Elhamdülillah güzel sohbetti. Her şey için elinize sağlık Allah razı olsun." Deyip ayaklandığında herkes kalktı. Vedalaştılar. Herkes bizi bir daha beklediğini söyledi.
 
"Bakalım inşAllah bir dahakine daha müjdeli haberlerle geleceğiz." Dediğinde herkesden inşAllah sesi çıkmıştı. Bende nineyle vedalaştım. İlk kadınları toplamıştık. Erkeklerde güzel haberi verdiğimize göre köy köy gezmeye devam edebilirdik. Evden çıktığımızda her şey normale döndü. Kimse bizi tanıdığını belli etmezken fark edilme ihtimaline karşı bile selam bile vermiyorlardı. Köyün ajanının kim olduğunu bilmeksizin istediğimiz insanlara ulaşmak bizi zorlasada. Allah'ın yardımıyla bir şekilde atlatıyorduk.
 
Bazen rol yaparak yardıma muhtaç biri gibi rol keserken bazen birini durdurup konuşmaya başlıyorduk. Bir gün gülümsemesinin altında kuşkusunu saklayan bir kadınla karşılaşmıştım. Unutmazdım unutamazdım. Çünkü gerçekten bir ajanla yüz yüze gelmek çok korkunçtu. Sorularıma samimi cevapları olsada gözleri kendini belli etmişti. Ağzımı aramaya başladığında mevzuyu iyice kavrarken şüphe çekmeden ayrılmak için yanımdan geçen kadına takılmıştı gözlerim ardından önümdeki kadına sönüp elimi anlıma vurmuş ve
 
"Yemeği unuttum ben. Hadi abla bir daha görüşürüz inşAllah Allah'a emanet." demiştim. Kadın şüpheli gözlerini üzerimden çekmezken "tabii bir kez daha isterim" bu sohbetten demişti.
 
Sabahtan akşama insanları durdurup konuşuyor hatırı sayılır bir kesim topluyorduk. Gitmeden önce onları köydeki ajana belli etmeden daha çok toplanmalarını istiyor hatta fırsat olursa köyleri gezmelerini. Kadınları ben toplarken Aras ve Halid erkekleri topluyordu.
 
Koca Baş köyünden tam olarak beş köyü daha böyle yaptığını öğrenmiştik. Bize köylerin yazılı olduğu bir kağıt vermişlerdi.
 
Köyden ayrılıp ormanın içindeki at arabasına bindik. Aras öne geçtiğinde ben yorgun olduğumu söylediğimde Aras anlayışla kafa sallayıp arkaya geçmeme bir şey demedi. Zaten Halid'de babasının yanına oturmaya çok meraklıydı. Uzanıp yatsam dahi at arabaları artık beni korkutuyordu. Sabah Aras'la olan sohbetimize odaklanmaya çalışıp unutmayı başarsam da, şuan midem karışıp duruyordu ve öne oturmaya katlanacağımı sanmıyordum.
 
Bugün köyleri tekrar geziyorduk. Hem umutlarını yeşertip her köye bir Kuran bırakıp çoğaltmalarını istiyorduk. Bizden ümit kesmemelerini ve onları asla bırakmayacağımıza inanmalarını istiyorduk çünkü inanacak tutunacak bir dala ihtiyacı olan bu insanlar bize koşa koşa geliyordu.
 
Bazı zamanlarda müslümanlaştırmak için gittikleri köylerde başka köylerden bunun için geldiklerini söyleyen kardeşlerini bulduklarını söylüyorlardı. Şimdiki hedefimiz bize uyan ve destek çıkan ikinci köye gitmekti.
 
Boluk Ova.
 
Köydeki insanları düşündüm dalgın dalgın. Kapı açıldığında Aras'ı gördüm. Sıra değiştirmiş olmalılardı fakat Halid'i yalnız bırakacağını düşünmemiştim. Yanıma yaklaşırken araba tekrar harekete geçmişti.
 
Uzandığım oturağın yanına çöktüğünde gözleri yüzümde dolandı bir süre. Elini yanağıma yasladı yüzüme eğilip.
 
"Güzelim." Dediğinde yeşilleri yakınındayken beni kuyulara çekerken ne ar der gibi bir mırıltı çıkarttım.
 
"Sen korkuyor musun artık arabadan." Dediğinde beni tanıdığını ve anladığını adım gibi biliyordum. Gözleri bile senin kocanım diyordu bana. İnkar etmeyip sustuğumda yeşilleri titredi.
 
"Seni hiçbir şeyden koruyamıyorum değil mi? Ben sana artık güven veremiyorum. Göğsüm artık güvenli değil." Dediğinde kafamı iki yana sallayıp doğruldum.
 
"Çok olan üstü durumlarda olan üstü olaylar yaşıyoruz. Bu yüzden beni koruyamaman normal. Ben bile kendimi koruyamıyorum." Onu yanıma çekip oturmasını sağladığımda ayaklarımı üzerinde karşıya uzatıp göğsüne sindim. Güzel kokusunu ciğerlerime hapsetmeye çalıştım. O da bir süre sonra sessiz kalarak beni sardı. Uyku bastırırken o kıyılarda gezmeye davam ediyordum.
 
Bir el karnımı bulduğunda anlık irkildim. Kalmak istesem de o olduğunu fark edip duruldum.
 
"İlk kez hamile olduğunu öğrendiğin günü hatırlıyor musun?" Dediğinde aklım bir anıya uçtu ve dibinde çöktü.
 
"Aras." Elindeki kitapta kısa bir sayfa çevirirken kısa bir süre bana baksa da tekrar kitaba döndü. Ben heyecanla yerimde duramazken ellerimi önümde birleştirdim.
 
"Efendim bir tanem." Dediğinde heyecanım daha da kabarmış hatta utanmıştım.
 
"Bir kadının gebe olduğunu nasıl anlarsın?" Dediğimde sayfayı çeviren eli kısa bir süre duraksasa da cevap verdi.
 
"Duygularında hızlı değişimler olup olmadığını, midesinin bulanıp bulanmadığını ve fazla yemek yiyip yemediğini yada iştahsızlığın baş gösterip sorarım ama arkadaşına yine de bir hekime gitmesini öner. Bunlar olsa da sadece hastada olabilir." Arkadaşım için söylediğimi düşündüğünü duyduğumda güldüm. Yanına gidip oraya çöktüm gözleri anlık bana değerken kolunun altına çektiği gibi göğsüne aldı beni. Saçlarımın arasına yumuşak bir öpücük bırakıp oynamaya başlarken halâ kitap okuyordu.
 
"Aras." Diye seslendim tekrar. Ellerim midemi bulduğunda düşüncesi bile beni heyecanlandırıyordu.
 
"Efendim gülüm." Dedi bu sefer kulağımın dibinden gelen yumuşak sesiyle. İstemsizce mutluluktan kıkırdadığımda parmağını kitabın arasına koyarak gülümsememe gülerek bana baktı.
 
"Seni bu kadar mutlu eden şey ne tam olarak?" Dediğinde halâ gülümsemesini koruyordu.
 
"Sanırım ben gebeyim." Dediğimde gülümsemesi soldu. Kaşları çatılırken bir süre gözlerini kitaba çevirip öylece baktığında bende göğsünden çıkıp karşısında durmuştum. Kaşları düzeldiğinde hayran olunası bir gülüş sundu bana. Gözleri ilk beni sonra ellerimin tuttuğu karnımı buldu. Gözleri farklı bir ışıkla parladı.
 
"Yanlış duyma ihtimalim?" Diye sordu emin olmak için. kahkaha atarak ayaklandım.
 
"İlk bir hastanede kontrol edelim emin ol-" kol altlarımı kavrayıp bir anda yerle temasımı keserken beni kahkalarıyla beraber bir kaç kere etrafında hevesle döndürdükten sonra hoplattı. Çığlık attığımda yanlış bir şey yapmış gibi hızla koltuğa bıraktı. Diz çöktüğü gibi kulağını mideme dayadı.
 
"Evet oğlum yanlışlıkla oldu. Üzgünüm incitmedim değil mi?" Dediğinde kafasını kaldırıp karnımı açığa çıkartan elleri orada oyalanmaya başladı.
 
"O benim kızım bir kere ne oğlu?" Gözleri hevesle beni bulduğunda ayaklandı.
 
"Hastaneye gidiyoruz çabuk." Deyip etrafta koşturmaya başladı.
 
Kızdı. İlk çocuğum kızdı.
 
Nefes alamadığımı hissettiğimde konuştum.
 
"Defalarca denedik olmamıştı. Ansızın gelen haber beklenmedikti. O gün kitabın etkisinde kaldığımı dahi düşündüm. Bir haftadır kustuğunu fark etmemem cabasıydı." Dediğinde sessiz kaldım. Beş ay, beş ay taşımıştım her günü normal bir gebelikten kat kat acılı beş ay. Kaç gün ağlayarak uyuduğumu sayamamıştım. Aras etrafımda endişeyle dönerken bir sorun olduğunu benden daha iyi anlıyordu. Her gün beni iyi olacağını söyleyerek kandırıyor gözlerimi boyama çalışsa da çığlıklarımla uyandığı gecelerde onda gördüğüm çaresizlik bunlara kendisinindi inanmadığını gösteriyordu.
 
Beni sakinleştirmek için elinden geleni yapıp uyuyana kadar ağrılarımı hissetmemem için dikkatimi başka yönlere çekiyordu. Bana şaklabanlık yapıyordu. Onun başımda ağlayarak dua ettiği kaç gece görmüştüm. Bunlar yakaladıklarım ki fazlası olduğunu emindim. En az benim kadar sancılı bir süreçti. Her zaman bunları hatırlayıp iyiki diyeceğimizi söyler dururdu fakat gel gör ki hayatımızın kabuslarındandı. Düşüğüm öyle acılı olmuştum ki acıdan defalarca bayıldığımı hatırlardım. Her aklıma geldiğinde canım yanar şuan olsa bu acıya dayanamayacağımı sayıklardım.
 
"Hiçbir zaman iyi ki demeyeceğiz." Dediğimde eli karnımda dolaştı.
 
"Elhamdülillah güzelim. Elhamdülillah." Dedi durgun bir sesle o da anılara dalmışçasına.
 
Dakikalardır kustuğum yerden ayrılıp kendimi yere güçsüzce bıraktığımda hıçkırıklarım bütün evde yankılanmaya başlamıştı. Çaresiz bir şekilde titrerken isyan etmiş olmamak için kendimi sıkıyordum.
 
"Akasya!" Korku içinde bir ses duydum. Hızlı adım sesleri duyarken ağlamam hızlandı. Onun beni böyle görmesini istemediğim için yüzümü örttüm.
 
Adımlar kapıda duraksadığında şaşkınlığını hissettim.
 
"Meleğim." Diyerek yanıma çöktüğünde koluma dokunmasıyla sinirle elinden kurtuldum.
 
"Dokunma bana her şey senin yüzünden." Bana dokunmasıydı bir daha bu acıyı çekmek zorunda kalmazdım. Bana her şeye rağmen dokunmuştu.
 
Sende engel olmadın.
 
Kesik bir nefes aldı içine. Eli tüy gibi karnıma dokunduğun hıçkırıklarım arasında eline vursam da geri çekilmedi.
 
"Gebe mi oldun?" Diye sorduğunda sesinde korkulu bir kısıklık vardı. Hıçkırıklarım daha da çoğalırken çığlık attım.
 
"İstemiyorum. Ben bu acıyı çekmeye hazır değilim!" Diye bağırdığımda. Beni kucağın almaya çalıştı fakat onu sertçe ittim.
 
"Güzelim bu bir nimet." Yumruk yaptığım elimi sertçe bacağıma vurduğumda şuan bile yaşadığım sancı çekilecek gibi değildi.
 
"Bilmiyorsun. Hiçbir şey bilmiyorsun ölüyorum. Acıdan ölüyorum. Ölüyorum! Canımın ne kadar yandığını anlamıyorsun." Saçlarımı yolarcasına çekiştirdim.  Canım yanıyordu bunun ilerisi bir acıya katlanabileceğimi sanmıyordum. Dayanamıyorum.
 
Allah'ım sen affet yarabim.
 
Desem de içimden ona dayanamıyorum demeye haya ettim utandım. Belki beni sınadığı şeyden başarısız çıkmaya utandım.
 
Bu kez beni çırpınışlarıma rağmen zorla kucakladı. Banyodan çıktığında yorgun hissettiğim için çırpınmayı bıraktım. Beni yatağa koyup yanıma oturduğunda. Dolu gözlerle gözlerime baktı.
 
"Bir kez daha evladı olma şansı olan bir babanın sevinci yaşıyorum ama şuan sevindiğim için utanıyorum. Ben bir çocuk istiyorum Akasya bu çok mu bencilce?"
 
Sadece can yakan bir şey. Kesinlikle bencilce değil ama acıyı çeken kişi olunca zaten bozuk olan duyguların etrafa saçılıyor ve dengesiz birine dönüyordun.
 
 
Gün boyunca ağladığını anlamasın diye sürekli uyumaya kaçtığın geceler unutulacak gibi değil.
 
Üçüncü ayda düşürmüştüm bu çocuğu da. Öyle bir ruh haline girmiştim ki biri beş biri üç olan sancılı dönem sonucunda elimde olanın hiçbir şey olması bana o kadar berbat hissettirmişti ki. Hayat neşemi kaybetmiş gibiydim düşükten sonraki bir ay, sonra düzelse dahi içim cayır cayır yanıyordu.
 
Eve yemek yapmadığım aylarda Aras en büyük destekçim olsa da bana daha kötü hissettirmekten başka bir işe yaramıyordu. Çocuk veremediğim bir adamın tesellisine kalıyordum. İçimde bir yer boş sızım sızım. Aylar boş. Acılar boş. Boşu boşuna aylarca kılamadığım namazlar. Acıdan kıpırdamaya mecalim yoktu. Şimdi diyorum yine de kılsayım.
 
Yavaş yavaş düzeldi her şey gülümsemeye başladım tekrar zaman her zamanki gibi işe yaradı. Bir gün benden rica etti Aras. Bir çocuğu olması için canını vereceğini söyledi. Üçte de olmazsa bir daha bu konuyu ağzına bile almayacağını söyledi. Benim ona gülümsememin bile bir çocuk olmadan dünyamızı dolduracağını söyledi. Sadece susup saatlerce ağlamıştım. O bana yaslanacak bir omuz olmuştu.
 
Üçüncü hamileliyim başta bana öbürleri gibi acı versede zamanla geçti. Acılara tepkisiz bu kadar acı çektiğimi görmesine rağmen ısrarcı olan Arasa tripliydim. Evde ruh gibi dolaştım aylarca acım hafiflediğinde Aras'a defalarca sormuştum o da mı gitti diye. İlk çocuğu sahiplenip kaybetmenin acısından ikinci çocuğu asla kabullenmemiştim fakat bu üçüncüsüne istemsizce bağlanmıştım. Sorunsuz ilerleyen hamileliğime göz yaşlarıyla şükür ettiğim her gece kendini belli etmişti karnımda.
 
Aylar geçtikçe neşelenmeye başlamıştık Aras'la. Yedinci ayı geçtiğimde Aras düşük yapamayacağımı yani oradan artık bir sorunumuz olmadığını söylemişti. Sabah sancımın başlamasıyla Aras daha hastaneye gidemeden bende peşine takılmıştım.
 
Her şey normal. Her şey normal. Ama bebeğim ölmüş gibi gösterildi. Hayatımın en ağır tranvasını yaşadım. Ağlayamadım dahi. Hayattan koptum. Geceleri uyku tutmuyor. Yemekler boğazımdan geçmiyor. Üç gün sonra Aras beni o bizim hayallerle boğduğumuz evden bizi çıkartmasaydı büyük ihtimalle üzüntüden ölme diye bir hastalık bende çıkacaktı.
 
Sevdiğim benim için her şeyi yapan adam için elimden hiçbir şey gelmiyor. Bazı şeyler can yakıyor. Üçüncü kez bu sefer dokuz ay karnında taşıdığın bir çocuğu bir kez dahi göremeyerek kaybetmen. Yine de bize geldiği için sevinmeli miyim yoksa çocukluğunu göremediğime mi yanmalıyım.
 
"Tamam ağlama güzelim yok bir şey. Her şey geçti Halid bizimle ve sende benimlesin." Dediğinde ağladığımı fark etmiştim.
 
***
 
Kaşlarım şaşkınlıkla havalanmış önümde konuşan adamları izliyordum. Adam haritadaki köylerin hepsini gösterdi.
 
"Yonora'da ki tüm köyler yok. Kontanikov şehri ve Bariton'u aldık. En yakın. Ulaşabileceğimiz bütün köylere ulaşmaya çalışıyor. Gittiğimiz köylerdeki durumları not alıyoruz. Eğer önceden gelindiyse hangi köyden gelindiğini öğrenip o köyede kısa bir ziyaret yapıp hangi köylere gittiklerini öğreniyor ve haritaya işliyoruz. Sizin gittiğiniz beş köy Yozva ve Bilen'in gittiği dokuzar köyün bilgisi bizde var. Sizin hangi köyde olduğunuzu halâ çözemesekte biz bu bir senede boş durmadık. Sana temin ederim. Dokuz köyünde çoğunluğu bizden haber bekliyor. Abi gençler arasında kahraman diye anılıyorsunuz. Herkes adınızı anıyor." En son dedikleriyle eğildiği haritadan kalkarak ensesini kaşıdı ve benle Aras'a baktı.
 
Ben yaptıklarının şokundaydım. Aras elini gururla omzuna vurdu.
 
"Aferin be Emre. Çok teşekkür ederim. Allah razı olsun. Bana yaptığın iyiliğin haddi hesabı yok." Kafasını eğdi mahcupça.
 
"Abi sizin yaptıklarınızın yanında bizimki ne. Biz rahatımızı biraz bozdum siz ise saraydan buraya kaçıp uttuğunuz onca boşluğa rağmen onca yıl köle olarak çalışmanıza rağmen islam için çırpınıyorsunuz. Sizden  büyüğü varma. Bize Kuran getirdiniz daha güzel ne yapabilirsiniz Aras abi. Bu savaşı başlatıp bizi gafletten uyandıran sizsiniz." Aras dediği şeyleri övgü sevmediği için boynu eğik dinlerken.
 
"Estağfirullah Allah yolunda yaptığımızın lafı mı olun. Bırakın sırrı meleklerde kalsın." Dediğinde etraftakilerden bir uğultu koptu. Ortalık dağılıp keyifli bir sohbet baş göstereceğiz Aras özür dileyerek böldü onları. Emre’ye döndü.
 
"Bana Yonoradaki tüm haritaları bulabilir misin? Eğer bütün köyleri bilirsem gerekli şeyleri ayarlayıp şehirleri köylere dağıtır ve bu işi planlı ve hızlı şekilde halledebiliriz." Emre biraz düşündü.
 
"Bunu sağlayabilirim. Benden altmış tane harita istiyorsun öyle değil mi?" Altmış mı? Aras'ın da duraksadığını gördüğümde gözlerim babasının yanında dağ gibi duran Halid'e baktım. Neyse ki iyileşmişti. Benden o kadar çok özür dilemişti ki şaşırıp kalmıştım. Hastalığını bana bulaştırdığı için ağlayacağı an onu durdurmuştum.
 
"Tünali toprak kaybetti değil mi?" Dedi Aras'ın ciddi sesi. O an neden bu kadar az şehir söylediğini anladım. Emre üzgünce kafasını iki yana salladı.
 
"Keşki tek kaybımız o olsaydı be abi. Elimiz kolumuz bağlı otururken bile tekmelediler bizi. Düşürdüler bir tekme daha atmaktan asla çekinmediler. Tünali yarıya yakın toprağını verdi. Kardeşlerimiz tarafından haince bıçaklandık. Onlar bunu bize yapanlarla anlaşma yapıp üzerimize yürüdüler." Dediğinde acıyan kalbimle gözlerimi yumdum. Bizim kanımızdan olanlar dönüp bizi bıçaklarken düşmana ne gerek vardı.
 
"'İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.' Der bir ayette. Hangi sure hatırlamıyorum fakat Allah fitneyi veriyor yaptığımız kötülüklerin bir kısmını tadalım diye. Bu da bizim acizliğimizin bir örneği."
 
"Rum suresi 41. Ayet
 
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ  "الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٤١﴾
 
Dedim arapçasını okuyup. Herkesin gözü anlık beni bulunca kafamı eğmekle yetindim.
 
"Bütün hafızları katlettiler. Dini yaymayalım diye her şeyi yaptılar. Her köye içkili kadınlı mekanlar inşa ettiler ki bizi küfre sürüklesin. Kimseyle bir bağımız olmasın gönül veren kadınlarsa böyle bir erkekle olmak istemediği için geri çekilsin. Her şeyi astık diyelim bana verilen emir yakınlaşan birini gördüğüm ve duyduğum an idam hükmü vermek. Elimiz kolumuz bağlıyken bizim aksimize çırpınan size bütün gücümüzle yardım edeceğiz. Bu gökte ezanı duymak için hepimizin damarlardaki kan fazla bile durdu." Saygıyla kafamı eğdim. Aras'tan küçük olmasına rağmen oldukça büyük düşünüyor ve bir köyün ağalığını yüklenmekle kalmıyor köyüde sahipleniyordu.
 
"Keklik köyündeyiz fakat fark edilmiş olma ihtimalimize karşı yakın bir zamanda köy değiştireceğiz." Emre'nin kaşlarını kaldırdığını gördüm. Ellerini iki yana açtı.
 
"Sizi köyüme beklediğimi söylememe gerek var mı? Hemde uzağız biz Keklik köyüne." Dediğinde mantıklı olduğu düşüncesi aklıma dolmuştu. Aras yüzündeki ciddileşen ifadeyle kafa salladı
 
"Aklımda olacak Emre."
 
***
 
Haritaları bir hafta sonra alabileceğimizi ve bizi köyüne beklediğini belirttikten sonra çıkmıştık evden sokakta dikkat çekmemek için ayrı yerlerden yürürken gözlerim her köyün aynı olan yerleşim yapısına kaydı.
 
Binalara kare bir bahçe yapılıyor ve içine minik 2+1 bir salon aynı biçimde aynı renklerde döşenmiş koyuyorlardı. Her şey aynıydı. Evin iç ve dış rengi dahil her şey. Gri görmek bir süre sonra can sıkıcı oluyordu. Bunu bir yılda fark etmiştim. Yine ormanın içinde bıraktığımız at arabasına bindiğimizde bu sefer yanımda olan Halid'di. Ben kenara geçip yorgunca attım kendimi. Sabahtan beri altı köy gezmiştik ve akşam olmak üzeriydi ve bu beni çok yormuştu. Yolda bir köye daha uğrayıp eve dönecektik.
 
Halid yorgunca yanıma attı kendini.
 
Gözleri beni bulduğunda gözlerinden dahi okuyordum yorgunluğunu.
 
"Çok yoruldum ya Anne." Diye söylendiğinde güldüm. Kollarımı açtım itiraz etmeksizin girdi kollarım arasına koca kolları belimi sarmalarken onu göğsüme yatırdım. Saçlarıyla oynamaya başladım. Memnun bir mırıltı çıldırttı.
 
"Seni çok seviyorum anne." Dediğinde burnumu saçlarıma gömüp kokusunu çektim.
 
"O iki kelimeye sığdıramayacak kadar." Güldüğünü duydum. Cevap vermedi. Dakikalar sonra uyuya kalmıştı. Saçlarına bakarken aklıma bir anı düştü.
 
Saçlarıma tüy gibi dokunan şeyle hızla gözlerimi açtım. Hayran gözlerle saçıma bakan Halid'i gördüğümde ellerim hiç görmediği saçlarımı görmesinin korkusuyla elim saçlarıma gittiğinde uyandığımı fark ederek hızla geri çekildi. Mahcupça kafasını eğerken bir endişe vardı üzerinden.
 
"Ben lavaboya gidecektim. Valla gidebilsem durmazdım ama saçlarım kıvırcık benim gibi. Özür dilerim, üzgünüm. Bir daha olmayacak." Dediğinde yanlış anlaşılmak istemediği için endişelendiğini fark ettim. Saçlarımı görmesini istemesem de Aklıma onun çocuğum olduğunu getirdim. Uyuya kaldığım koltuktan kalkıp yanımdaki boşluğu işaret ettim. Buna şaşırsa da tereddütler içinde oturdu.
 
Onun kollarının arasına girip sarıldım sıkıca.
 
"Saçlarımı görmen suç değil Halid. Sen benim yavrumsun. Bir tanemsin." Elleri sahiplenircesine sırtıma sarıldığında konuştu.
 
"Sevebilir miyim onları? Aynı benimkiler gibiler. Ben sana hiç benzemediğimi sanıyordum. Kendi saçlarımı sevmem ama seninkiler çok güzel." Tebessüm ondan ayrıldım. Yere düşürdüğüm yorganımı üzerime alıp dizine tattım. Koltuğa iyice yerleşirken beni bekleyen uykuma koşmayı düşünüyordum.
 
"Sevebilirsin." Dediğimde saçlarımda dolaşan eli hissetmiştim. Son duyuduğum sözleriydi.
 
"Çok güzeller."
 
Tebessüm edip saçlarını öptüm. Bende kendiminkileri sevmesem de onunkiler çok güzeldi. O günden sonra başörtüyü takınca rahatsız olan Halid'e ne demeli. Bir ay kadar saçıma aşık aşık bakmaktan vazgeçmemiş, en sonunda normalleşmişti onun iç. Ama halâ ara sıra saçlarıma bakıp iç çektiğini görürüm.
 
Araba durduğunda adım sesleri geldi. Kapı açıldığında Aras'la bakıştık. Göğsümdeki Halid'i görünce duraksadı. Kafasını iki yana sallayıp gözlerini bana çevirerek konuştu.
 
"Ben göğsünde yatmak için sana tonlarca şey yapabilirim ama o çocuğu seçiyorsun." Dediğinde alay olduğu belliydi. Gülmeden edemedim fakat beklediğim gülümsemeyi alamadım.
 
"Köyde bir karmaşa var ben gidip bakacağım siz durun. Kötü bir şeyse hemen Kuran'ı bırakıp sönerim. Uzatmanın lüzumu yok." Dediğinde yüzündeki huzursuzluğun nedenini anlamış bulundum.
 
"Allah'a emanet." Dediğimde o da aynı karşılığı verip koltuktaki oturaklardan birini alıp çıktı buradan.
 
İşinin en fazla yarım saat süreceğini bilsem de kafamı Halid'in saçlarına gömdüğümde uykunun bastırmasına izin verdim. Dakikalar sonra açılan kapıyla kafamı kaldırdım. Gördüğüm kişinin Aras olmaması beni ürpertirken gördüğüm kişi göğsümün korkuyla hareketlenmesini sağladı.
 
Halid'i göğsümden kaldırmaya hareketlenemeden bir el işareti yaptı.
 
"Dur dur. Hiç zahmet etme. Bu oğlun. Şu adamda kocan nasıl tahmin?" Dediğinde ne dediğini boş vererek hızla kaldırdım Halid'i.  Korkacak bir şey yoktu Halid korurdu beni. Halid korumak zorundaydı beni.
 
Ellerim titremeye başlarken lanet adamın bizi nasıl bulduğunu sorguluyordum.
 
Halid şaşkın gözlerini o adamdan bana çevirdiğinde korkumu fark etmesi için durup bir saat izlemesi gerekmiyordu. Anında sahiplenici bir tavırla ellerimi avuçladı.
 
Ateş ona tiksinircesine bir bakış atıp ezici bakışlarını bana çevirdiğinde midem bulandı. Bu adam bizi burada nasıl bulmuş olabilirdi.

...
Bölüm sonu

Solan Dün (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin