&20.Bölüm

185 17 17
                                    

12.02.2021
İyi okumalar...

Gözyaşlarımla gözlerimi açtığımda hissettiğim acılarla inledim. Gözlerim gökyüzüne döndü. Tan zamanı olduğunu gördüm. Son olanlar aklıma dolarken sertçe yutkundum. Yerden destek alarak inleyerek doğrulduğumda canım öyle çok yandı ki hıçkırıklara boğuldum. Her yerim acıyordu.
 
Bir süre oturduğum yerde hıçkırıklarla ağladım ardından gözlerim endişeyle etrafta dolaştı fakat Aras'ı göremedim. Yüreğim daraldığında görüş açımdaki yaşların artık çekilesi yoktu. Bayılmadan önce kendini yanıma atmıştı. Şimdi neredeydi?
 
Gözlerim etrafta dolaştığında dümdüz bir yerde olduğumu fark ettim ardından gece düştüğümüz yerin yamaç olduğunu. Ağaçların arasında düz bir yerdeydim.
 
"Şerefsiz. Bizi gören gözlerini yerinden sökmem mi ben? Bunun acısını aheste aheste alıp canını yakmayı bilmem mi? Senin hayatını elinden alırken zevk alacağım. Haysiyetsiz nankör." Kafamı öfkeyle hırlayan Aras'a çevirdiğimde istemsiz bir şükürle kıpırdadı dudaklarım. Ağaçların içinden elindeki ot yığınıyla çıkarken yüzü taş gibi sert öfkeden kuduruyor gibiydi. Gözlerimiz birleştiğinde ilk duraksadı ardından yumuşayan yüzüne endişe yerleşirken adımları hızlanmıştı.
 
Hızla yanıma varıp elindekileri kenara bıraktığında bana döndü. İki eli dirseklerimi bulurken yüzüme eğildi.
 
"İyi misin bir tanem?" Dediğinde bir eli yüzümü bulmuş halâ akan yaşlarımı silmişti. Benim gözlerimse yara bere dolu suratını turlamıştı.
 
Kafamı iki yana salladım iç çekerek hiç iyi değildim. Hıçkırmaya başladım tekrar. Bu hareketimle gözleri şefkatini kucaklayıp üzerimde durdu. Bana ağlayacak omzunu sundu hiç çekinmeden. Beni sardığında güç almak ister gibi tutundum koluma.
 
"Her şey fazlaca ağır değil mi artık?" Dedim hıçkırıklarım arasında. Hiç kırıklarım arasında. Kırıklarım arasında. Arasında.
 
"Bu da bizim sınavımız güzelim. Yaratandan gelene şükür etmekten başka hiçbir şey gelmiyor elimizden." Dediğinde yüreğim daha da ağrıdı. Tekrar hıçkırdım.
 
"Gücüm tükenmiş gibi hissediyorum. Bir Ateş eksikti ya başımızda. Yanlış bir şey mi yapıyoruz. Onun yolunda ter dökerek yanlış bir şey mi yapıyoruz? Köylerde kaç kişiyi müslüman yaptık Aras. Saydın mı?" Her seferinde bir zorluk. Bitmeyen kazalar desen. Hiç mi kolaylık yok bize? Allah niye bize devam etme gücü vermiyor?" Sırtımı okşamaya başladı bir eli.
 
"Şşş. Deme öyle. Sınavından bıkmış gibi davranıyorsun. Gözünü açıp etrafındaki nimetlere baksana. Ben yanındayım. Oğlun var. Bir seneye yakındır bir evin, bir işin, bir Kuran'ın var. Allah belki onlarca unutmuş müslümandan seni seçti. Akasya kulum bu davayı yürütecek kadar güçlü dedi. Hatırlamanı sağladı. Onlarca ölmüş çocuktan sana oğlunu bulmanı nasip etti. Adları dahi değişmiş ikizlerden eşini bulmanı nasip etti. İlk gittiğin köyde seni düştüğün zindandan kurtaracak kişiler gönderdi. Ben halâ yanındayım ölmedim. Birisi namusuna dokunmadı, elin, ayağın, gözün var. Daha ne kadar lütuf sayabilirim sana Akasya. Sen bunları lütuf etmiş bir yaratan için bu yoldasın. Bir düştün canın yandı diye yüz çevirecek değilsin. İnsanın nefsine ve şeytanına ağır gelir bilirim fakat zor olan bana da zor oğluna da zor. Önemli olan el ele verip aşabilmek değil mi?
 
Ne Hz. Musa (as.) ma nasıl bir inek keseceğinin en ayrıntısına kadar soran ümmetteniz, ne de Hz. Salih (as.) mın deveyi kesip suyu nankörce içen ümmetteniz. Biz Muhammed Mustafa'nın ümmetiyiz ve boynumuza bıçak dayansa dahi onun yüzünü kara çıkartmayacağız." Haklılığı yüzünden utançla ağlamam iyice şiddetlendi. Biliyordum. Bende biliyordum bunları da artık sırtımdaki yükler öyle ağırlaşmıştı ki iyice hassaslaşmış normalde ağlamanın yanından geçmeyen benliğim göz yaşlarımda boğuluyordu.
 
Başımı öpüp bir omzumu göğsüne yaslayacağım şekilde çekti beni kucağına dizlerini kıvırarak çöktüğü yerde oturdu. Bir eli bir yanağımı kavrarken göz yaşlarımı silmeye çalışsa da durmuyorlardı.
 
"Göz yaşlarına kıyamam senin bir tanem ağlama ne olur?" Dese de nafileydi. Dakikalar sonra aklıma gelen Halid ve dinen göz yaşlarımla ondan uzaklaşıp etrafa bakınmamı sağladı.
 
"Oğlum nerede?" Dediğimde o da gözlerini etrafta gezdirip bana döndü.
 
"Yakın civarlarda yerleşim alanı var mı diye bakıyor. Varsa at ve ilaç alacak bir şekilde parada verdim." Endişeyle gözlerimi gözlerine sabitledim.
 
"Onun yarası yok muydu hem tanımayan birini almazlar köye. Sen çıldırdın mı?" Dedim istemsizce sesim yükselirken. Ellerini yanaklarıma koyup yanaklarımdaki ıslaklığı sildi.
 
"Merak etme bir şey olmayacak o bilir işini. Hem az yara almış o atladığımız yerin biraz altında bir taşa çarparak durmuş. Uyanıp bize geldiğinde bizimde ağaca çarparak durduğumuzu anlamış. Hepimiz hem uyanık kalmanın hemde gördüğümüz hasarın sonucu bayıldık. Beni kaldırdı. Buraya taşıdım seni. Yaraların için bir şeyler topladım hem." Dedi az önde yere bıraktığı otlara bakarak. Kayaya çarpmış çocuğu nasıl göndermişti daha o minnacıktı. Hem kendisi benden daha yaralıydı beni sardığı için.
 
"Kendini tedavi ettin mi?" Dediğimde kalbini tutup bir anda acıyla inledi. Korkuyla yüzüne doğru eğildim.
 
"Ne oldu?" Sesim endişeyle titredi bir şey olma korkusuyla elim kalbini örttüğü elini bulduğunda gözlerine bakarak cevap bekliyordum.
 
Kısık gözleriyle iyice yüzüme yaklaştı.
 
"Kalbim..." Dedi zorla söyler gibi. Korkuyla burnum sızladığında hızla geri çekilip onu yere uzandır için arkasını kontrol ettim korkuyla omuzlarından ittiğimde bana uyarak uzandı. Gözlerini bana dikip bir elimi kalbine yasladığında hızlı hızlı çırpınan kalbini hissettim.
 
"Ne oldu?" Dedim artık boğuk çıkan sesimle. Kalp krizi geçiriyor olma ihtimaliyle ne yapabileceğimi hesaplamak için etrafa bakınıyordum.
 
"Kalbim sevdayla çırpınıyor." Dediğinde bir an endişeli gözlerim onu bulup ne yapmam gerektiğini kurmaya çalıştım fakat fark ettiğim şeyle sırıtan suratına baktım. Yüzüm istemsizce güldüğünde beni dirseğimden tuttuğu gibi göğsüne çekip yatırdı. Bir eli başımın üstünden dolanıp yanağımı okşamaya başladı.
 
"Sana gülmek ağlamaktan çok yakışıyor." Diye fısıldadığında güldüm.
 
"Korktum!" Dedim gülerken sitemle.
 
"Bende." Dediğinde bahsettiğimiz şeylerin bambaşka olduğunu ve düşüncelere daldığını hissettim.
 
"Bu hafta sonu mahvoldu." Dedim onu düşüncelerinden çekmek adına. Bir kaç dakika düşünmesine izin vermiştim fakat insan ne düşündüğünü düşünmekten rahatsız oluyordu. Tabii ki biliyordum benim hakkımda kötü bir şey asla düşünmezdi ama meraktı işte.
 
"Sen göğsümde minnacık kalıp utanmadan birde yaralanırsan öyle olur zaten." Dedi sesini çocuklaştırıp hafifçe yanağıma vurarak. Güldüğümde acılarım adının anıldığını hissetmiş gibi bütün vücudumu sarmıştı.
 
"Atlamadan önce sarılıp bana siper olduğun için teşekkürler. Eğer bunu yapmasaydın bir uzvumu kaybedebilirdim sanırım. Canın çok yanmadı değil mi? Öperim ben hepsini. Eve gidelim bu mahvolan haftada kendi yaralarımıza bakalım." Dediğimde. Bir kaç dakika sessizlik oluştu. Ardından gülüşünü duydum.
 
"Reddedip bilgi toplamak için köyleri gezmek istiyorum fakat bu teklif hayatımda duyduğum en güzel teklif. Nasıl öpeceksin. Yaramdan mı yoksa yanından mı ona göre karar vereceğim." Dediğinde gülerek omzuna vurdum.
 
"Oo sen işin içine şiddeti katacaksan bu iş olmaz haberin olsun. Her yumruğa karşılık üç öpücük isterim. Yoksa anlaşamayız." Gülerek tekrar yumruk attığımda asla sert değil dalga amaçlı bir dokunuştu.
 
"Evet bununla beraber altı oldu. Bu iş gitgide ilginçleşiyor bütün gece beni öpersen yaralarımı kim saracak?" Ona gülerken o da eşlik etmişti. Dakikalar sonra durduğumda yanağımı mıncırdı eli.
 
"Sana da bir yıldır yedirdiğim yemekler yetmedi ya. Eski Aras'a katılıyorum biraz daha dombik olduğun zaman daha güzelsin. Bir senedir eski Akasya'ya uğraşıyorum fakat ne yazık ki senin mayan bozuk." Dediğinde cık cıklayarak bir yumruk daha atıp kollarının arasından sıyrılıp aydınlanmaya başlayan havaya baktım. Güneşi göremezken hızlı bir teyemmüm alıp namaza durduğumda Aras'ta bana uymuştu.
 
Üzerimdeki haki yeşili etek yer yer yırtılmış üzerindeki beyaz çiçekli kalçamı kapatan tunikte aynı durumdaydı. Ve en kötüsü de vücudumun kanayan yerlerini ifşa ediyordu. Toprakla olabildiğinde geçmiştim üzerinden kanların. Namazı acılar içinde bitirdiğimde nefes nefeseydim. Oturduğum yerden kalkmaya yeltenemedim dahi acıdan önümde namaz kılan adamda bitirdiğinde uzun uzun dua etti. Ardından bana döndüğü gibi gözlerinden aynı acıyı çektiğini fark ettim.
 
Hızla ayaklanıp otlara yürüdü. Ah şuan evimizde olacaktık. Acımı umursamadan koşardım onu sarmaya fakat şuan getirdiği yapraklardan hiçbir şey anlamıyordum.
 
Getirdiği dümdüz bir taşı ve ellerini toprakla temizleyişini ardından bir başka taşla yaprakları kontrol ede ede ezişini izledim.
 
Nerdeyse gerdiklerinin yarısını ezdiğinde beni yanına çağırdı. Biraz toparladığım için ayaklandığımda kulağıma at sesi geldi. Aynı an Aras hızla ayaklanıp yanımda bittiği gibi beni bir haraketli kucağına aldığı gibi koşa koşa bir ağacın yanına vardığında. Tuttuğu sırtım acısa da sustum. Beni taşımak benim sırtımın acısından daha çok zarar veriyor olmalı ona.
 
Koca bir ağacın kovuğunda otururken buldum kendimi. Önüme çökmüş temkinli bir şekilde etrafa bakınıyordu. Gözleri bana döndüğünde konuştu.
 
"Bizi bulurlarsa koşarak dikkat dağatacağım kolay fark edilmezsin burada bekle beni. Eğer ki tehlikeye girersen etrafta koş tehlikeyi atlatıp buraya gel burada buluşalım." Fedakarlığı yüzünden sinirle güldüm. Oturduğum yeri gösterdim.
 
"Ben sen benden ağır yaralarınla koşarken oturup seni mi bekleyeceğim?" Bir süre ifadesiz gözlerle baktıktan sonra kafasını iki yana salladı.
 
"İnan yaraların benden ağır ve vücudun dayanıksız. Fazla kan kaybetmişsin ve üzerine halsizlik eklenmiş. Her an bayılma ihtimalin varken ne yapacaktın? Benimle spor mu yapacaktın?" Dediğinde sesi ciddi kesinliğine sarılmıştı at sesleri iyice yaklaştığında kafasını eğip kontrol etti.
 
Haklılığı ve kesinliği yüzünden sessiz kalarak boyun eğdim. Beni mahcup düşürüyordu her seferinde.
 
Hiçbir işe yaramayan bir kadın oluveriyordum.
 
Gözleri bir yerde durduğunda dudaklarının keyifle kıvrılıp ayaklandığını gördüm. Beni tekrar kucağına aldığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yürümeye başlayıp koçum diye seslendi.
 
Farkındalıkla iki atla gözü bizi bulan Halid'i gördüm. Yüzündeki gülümseme genişlerken attan atlayıp onları ağaca bağladı. Aras beni az önce ilaç hazırladığı taşın yanına geri koyarken kalkıp gülerek Halid'e yürüdü. Elleri sertçe birleşirken omuzlarını birbirine vurdular. Aras ona sıkıca sarıldı bir süre arından saçını karıştırarak geri çekildi.
 
"Bulmuşsun?" Dedi sorar gibi. Kafasını sallarken eliyle gerideki bir yeri gösterdi.
 
"Geride bir köy vardı onun yakınlarında bir yerden ahırdan aldım. Ederinin iki katını bıraktım. Sonra köyden sağlık için bir şeyler almam biraz zor oldu fakat aldım ve tabii ki onunda parasını bıraktım." Aras'ın göğsünü gururla kabarttığını hissettiğimde güldüm.
 
"Çok yararlı adamdır benim oğlum. İlerde ne kızlar isteyecekte o gözünü bir kere dahi kaldırmayacak." Dediğimi ikisi de duyduğunda Halid gülümseyerek baktı bana. Fakat halimi gören mevta sanıyor olmalı ki gülümsemesi buruklaştı.
 
"Heyt be kimin oğlu bu." Deyip koluna vurdu Koca adam.
 
Şöyle bir yıl öncesine bakıyorum da Koca adam sözü daha bir anlamlı sanki.
 
Zihnime yerleşen çoğu anı ve yaşanmışlıklar sözlere ağır anlamlar yüklüyordu. Her gülüşün aynı olmadığı gibi her kelimede her insanda ve anıda farklı bir anlam kazanıyordu.
 
Hayattı bu. Düşüyorduk, kalkıyorduk ama yine bir yoldaş vardı yanı başımda. Bir gün o ölseydi Hz. Muhammed kadar dirayetli nasıl dururdum ben. Aynı senede hem yoldaşını hemde en büyük destekçisini kaybeden Muhammed Mustafa gibi nasıl dururdum ben.
 
Düşüncelerimi yanıma gelen Aras böldüğünde Halid'i göremedim. Gözlerim üzerine de dururken ne ben ne o acı çekelim istedim. İkimizde aynı anda göçelim.
 
"Halid nerde?" Dedim durgunlukla. Gözlerime baktı ardından taşın yanına oturdu.
 
"Ben yaralarına bakarken etrafı kontrol edecek." Dediğinde onu onayladım. Bez bir poşetteki şeyleri karıştırdığını gördüğümde Halid'in getirdiği şeyler olduğunu anladım.
 
Bir şeyler çıkartırken yüzümü yaklaştırmamı söyledi. Ciddi bir şekilde taştaki şeyi yüzümün bir kaç yerin sürmüştü. Arkamı dönmemi istediğinde üstlüğümü belime kadar sıyırdım. O da kaldırarak sırtımı soğuk havayla buluşturdu.
 
İç çektiğini duyduğumda ne kadar kötü olduğunu hayal etmeye çalıştım.
 
Kürek kemiğimin üstünü öptüğünde huylanarak çekildim. O da güldü. Yaralarımla ilgilenmeye başladığında acısa da ses etmedim. Bir tanesine değen şey her neyse canımı öyle çok yaktı ki irkilirken hafif bir inleme çıkmıştı dudaklarımdan. Eli durdu. Tekrar iç çektiğini hissettim.
 
"Sık dişini birazdan bütün yaraların rahatlayacak." Dediğinde bu sefer omzumu öpmüştü. Yumruklarımı sıkıp etrafa odaklanmaya çalıştım. Sallanan ağaç dalları çok ilgi çekiciydi mesela.
 
"Göbeğin mi çıktı senin?" Dediğinde ağzımdan bir şaşırma nidası dökülürken oraya baktım. Dümdüz hatta gece çok yemediğim için göçmüş karnıma baktığımda benimle dalga geçtiğini geçte olsa kavradım. Ses etmediğimde omzuma sürtünen bir burun hissettim.
 
"Senin sırtın ne kadar güzelmiş ya şuan oturul resim diye izlerim ben bunu." Dediğinde acıyı unutayım diye saçma sapan şeyler söylediğinin farkına varmıştım. O an hissetmiştim acıyı.
 
"Bundan sonra sen sırtını açacaksın bende izleyeceğim o zaman. Zaten bıkmıştım yüzünden hep aynı hep aynı. Güzel bir farklılık olacak." Dediğinde kaşlarımı çattım.
 
Yüzümden sıkılmışmış. Görüyor musun ki hayvan.
 
"Aaa bele bak." Dediğinde gerçekten parmakları belime değdiği için bütün dikkatim dağılmış huylanarak elim belime gitmişti.
 
"Aras uğraşma belimle." Dediğimde parmaklar iyice kavradı belimi şükürler olsun ki artık parmakları birleşmiyordu.
 
Omzuma bir öpücük kondurdu.
 
"Allah'ım bu nasıl bir özlem." Diye söylenip çekti ellerini. Dikkatim tamamen dağılmış şekilde düşüncelere dalmıştım. Başarmıştı.
 
17 yıllık karısına ilk beş sene hariç dokunamayan bir adam. Zor olsa gerekti fakat onun zorunun bu olduğunu hiç sanmıyordum. Benim Koca adamım böyle bir yolda yürürken bunu takacak bir adam değildi. Yanında olmamla dahi yetinebilirdi.
 
Belime sarılıp beni göğsüne çekerek kafasını boynuma gömen adamla gerçeğe dönerken sırtımı kapattığını fark etmiştim. Kafasını kaldırıp yanağıma derin bir öpücük kondurdu.
 
"Sen benim güzel kadınımsın. Seni öyle çok seviyorum ki. Tek bir yanacak canın için dünyayı yakar yıkarım. Sen benim ömür yoldaşım, bu hayatta sorgusuz sualsiz kendimi teslim edeceğim tek kişisin." Belimi saran ellerini tuttum.
 
"Seni iki sözcüğe sığdıramayacak çok seviyorum." Dediğim gülerek burnunu yanağıma sürttü bir süre ardından anlını yasladı. Gözlerini yumup sessizleştiğinde onun sözlerine karşılık bir kaç kelime söylemin sıkıntısıyla mırıldandım.
 
"Söyleyemediğim onlarca şey olsa dahi sen bu dünyada gördüğüm en güzel erkeksin. En iyi kalpli adam tek ailem sensin. Senin sayende bir oğlum var. Her şey için canını ortaya koyarken beni sevdanla utandırıyorsun. Sen bana sarılınca acılar diniyor sanki." Diye içimi dökerken bunu fazla değil hiç yapmazdım fakat her konuda benden daha fedakarken bunları duymayı hakkediyordu.
 
Anlını çekip yanağımı dişleri arasına aldığında şaşkınca irkildim. O hafifçe ısırıp geri çekildi.
 
"Seni yerim kadın." Dediğinde gülerek kinayeli bir sesle konuşup ondan kurtulup ayaklandım.
 
"Bunu icraata geçirmesen daha mutlu olabilirim." Sırtımda acı hissetmediğimde yerde oturmuş beni izleyen adama döndüm. Eğilip şakaklarından tutarak saçlarını öptüm. Kokusunu ciğerlerimi hapis ederek defalarca öptüm. Geri çekildiğimde sevgiyle okşadım.
 
"Yaralarımı tedavi ettiğin için teşekkürler." Göz göze geldiğimde yüzünde parıldayan bir gülümseme vardı. Bu her zamankilerden değil bu apayrıydı. Parıl parıl ışık saçan gözleriyle ayaklarıma sarılıp anlını yasladı.
 
"Sen benim olmayan annemsin." Dediğinde burnum sızladı. Kollarını çözmesini sağlayıp karşısına oturdum. Bu sefer ben çektim onu göğsüme. Gözlerini yumup sığındığında roller değişmiş gibiydi. Bu sefer ağlayan kesinlikle ben değildim.
 
"Ben annemle uykulara dalmayı özledim. Kokusuyla uymayı, onu koltuklarda bulup taşımayı, kitap okurken bana attığı bakışları, yemek yaparken onu izlemeyi, her günün yorgunluğunu onunla ödüllendirmeyi, saçımı sevdirmeyi, saçını sevmeyi, defterlerini kaçırıp okumayı. Kavga etmeyi bile özledim. Kızsana bana. Hadi." Bebek gibi konuşmasına karşın saçını okşamaya başlamıştım. O benim babamsa bende onun annesiydim işte. Halid ise çocuğumuz. Rabbimden daha ne isterdim.
 
"Anneler çocuklarına kıyamaz ki." Dedim içim titrerken. İçim gidiyordu ağlamasına. Kıyamıyordum ona. Hiç bilmezdim hayatına bir anda bir erkek daha girecek ve onunda göz yaşlarına kıyamayacaksın.
 
İlk babam sonra kardeşim, kocam, çocuğum.
 
Babam gitmiş kardeşim gelmiş, kardeşim gitmiş kocam gelmişti. Ya kocamda gider ve ben oğlumla yapayalnız kalırsam ne olacaktı?
 
Bir süre göğsümde ağlayan sevdiğim adamı izledim. Ellerim saçlarını talan ediyordu. Sessizliğe kuş cıvıltıları eşlik ederken dakikalar sonra burnunu çekerek geri çekildi Aras.
 
"Daha fazla bekletmeyelim Halid'imi." Deyip gözlerini bana çıkarttığında kızarmış gözlerine baktım iç çekerek. Yüzünü avuçlarım arasına alıp göz kapaklarını öptüm nazikçe. Titrek bir iç çektiğinde sabah bana yaptığını yaparak göz altlarını sildim. Anlını anlıma yaslayıp kapanan gözlerinin açılmasına bekledim omuzlarına tutunurken.
 
"Bende göz yaşlarına kıyamıyorum Aras." Diye fısıldadığımda gözleri kısılırken bana derin bir gülümseme sundu.
 
"Seni çok seviyorum. Seni o kadar çok seviyorum ki gösterebilsem... Vazgeçtim bunu tarif edebilecek kadar büyük bir şey bilmiyorum." Gülerek yanaklarını okşayıp ayaklanırken konuştum.
 
"Hadi." O da ayaklanırken Halid'in ismini seslendiğinde bir kaç dakikaya yanımızda bitmişti.
 
"Sesin yankı yapıyor baba bağırma dedim ya ormanda bizi arıyorlar." Dediğiyle gözlerim Aras'ı buldu. Dudaklarını birbirine bastırıp Halid'e bir bakış attığında Halid mahcupça eğmişti kafasını. Gözlerimiz buluştuğunda Aras geçiştirmek ister gibi atları gösterdi.
 
"Hadi atlara binelim. Yeterince bekledik."
 
"Kim arıyor bizi?" Dedim atlara olan ilk adıma müsaade etmezken. Gözleri beni bulduğunda gözlerinin kızılı çoktan geçmiş yeşilleri vardı. Eğer şuan onlar olsaydı ona acır ve üzerine gitmezdim fakat şuan bir açıklama istediğimden başka bir şey düşünemiyordum.
 
Sıkıntılı bir nefes verip etrafa bakındı.
 
"Gece bizi gören adam muhafızmış ve bu artık tehlikedeyiz. Şüpheli birini gördüler ve bu civardaki köylere uğrayacaklar. Köylerde köklü kalanları değilde bir yıl civarı kalanları rahatsız edecekler ve tahmin et bizi bulmaları ne kadar kolay?" İçimde büyümeye başlayan korkuyla kaşlarım havalandı.
 
"Çok?" Gözlerini yumup açtı.
 
"Çok." Bugün şikayet ettiğim rahatlığı kaybetme korkusuyla irkildim.
 
"Ne yapacağız?" Bu sefer işaret parmağıyla gösterdi atları.
 
"Bu şuanın konusu değil. Evde bol bol vaktimiz olacak." Dediğinde onu haklı bularak ata doğru yürüdüm. Atlarla Aras'ın bahçesinde durduğumuzda yol çokta uzun sürmeyerek durumun vahametini bana göstermişti.
 
Aras'ın evine ilk kez girdiğim için merakla etrafa bakınıyordum. Arkamdaki Aras bir anda hızlanıp beni geçerken telaşlı adımlarla salona girdiğinde Halid çocuk olmanın hakkını vererek merakla peşinden koşarken benim şüpheyle kaşlarım kalkmıştı.
 
Cidden her yeri dağıtmış olamaz değil mi? Yapmazdı ya. Çocuk mu bu adam bir kadına muhtaç olsun.
 
Kursta yatılı kaldığın haftayı hatırlasana. Ahıra dönmüştü ev ve onu boşamak istemiştin.
 
Dediğinde abartısını göz ardı etsem de dehşetle gözlerim büyümüştü. O hafta çocukların ısrarıyla kalmıştım. Her gün bir şeyler için eve uğradığında git gide daha da birbirine girişine şahit olmuştum. Eve döndüğümde ise yalancı bir temizlik ve etrafa basılan eşyalarla karşılaşmıştım. O günü adım gibi hatırlıyordum.
 
"Şu yastığı bana uzatır mısın?" Dediğinde onu onaylayıp arkamdaki yastığı kaldırıp ona uzatacakken altınki dökülmüş çay bardağını gördüm. Gözlerimi kırpıştırdığımda o bir anda uzandığı koltuktan kalkıp, hızla çay bardağını alıp sanki görmemişim gibi arkasına saklarken ona garip bakışlar attım.
 
O koltuğuna geri oturup çay bardağını arkasına bıraktı. Yüzünü sahte bir gülümseme kaplarken bir hafta kalmanın yanlış olduğunu anlamıştım. Neyi yanlış yapmıştım da bu hale gelmişti bu adam? Halbuki onu beni ziyaret etmesine rağmen onu çok özlemiştim.
 
Ayaklanırken üzerimi değiştireceğimi söyleyip odama gitmek için yöneldiğimde peşimden gelmeye başlamıştı. Ona ufak bir bakış attığımda
 
"Bende bir bakıyım." diyerek saçmalamanın dibine vurarak mükemmel bir açıklama yapmıştı.
 
Odaya varıp onu önemsemeden dolaba yöneldiğimde gecelik alıp namaz için tülbent almak için öbür dolaba uzandığımda başımda beni izleyen Aras bileğimden tuttu. Endişeli gözlerine baktım. Öbür dolabı göstererek konuştu.
 
"O dolap senin karıştırdın sanırım." Dediğinde kafamı şaşkınlıkla baktım ona.
 
"Hayır karıştırmadım tülbent alacağım müsaaden varsa." Kafasını hızla iki yana sallayarak aceleyle konuştu.
 
"Yok. Yok müsaadem." Ne yaptığını anlamayarak kafamı iki yana salladım.
 
"Namaz kılmayım mı?" Dediğimde köşeye sıkışmış gibi bir nefes alıp dolabın kapağını kolunu sokacağı kadar açıp tülbenti aldığı gibi bana uzattı. Dolabı ne hale getirmiş olabileceğini düşündüm. Bu garip ortamdan çıkabilmek için elbiseleri göğsüme yaslayıp tülbentide alarak banyoya girdim. Çıktığımda yatakta öylece oturan Aras'ın önünde kıldık namazı. O yalnızca beni izledi. Namazım bittiğinde elime Kuran'ı alıp salona geçtiğimde peşimden gelmişti.
 
Bir haftadır özlediğim evime bir cüz hediye ettim. Ardından kalkıp Kuran'ı yerine koyup elleriyle oynayan Aras'a baktım.
 
"Bir şey hazırladın mı onu koyayım. Yoksa bir şeyler hazırlayım hem sende acıkmışsındır." Dediğimde gözlerini irileştirerek hızla kalktığında yine engelleneceğimi fark etmiştim.
 
"Yok. Bugün birisine ziyarete gidelim mi? Teyze oğlu ne zamandır beni bekliyor haberin var mı? Hadi hazırlan." Engellemiyor direk evden atıyordu yani ellerim belimi bulurken koltukta doğrulmuş Aras'ın karşısına kadar geldiğimde istediğim şey hesap sormakken istemsizce ağır basan özlem boynuna atılmamı sağladı. O da bunu beklemiyordu kesinlikle.
 
Yaklaşık bir dakika sonra sıkıca sarmıştı kolları belimi. Kafasını açık saçlarıma gömdü. Eli bir anda dizlerimin altına girince kendimi koltukta onun üzerinde yan oturur halde buldum fakat ayrılasım yoktu. Saçımın her yerini öpmek ister gibi akıttı bana özlediğim şefkatini. Yüzüme de aynı işlemi uygularken yorgunca yumdum gözlerimi.
 
Bir süre sonra kafamı göğsüne yaslayıp beline sarılıp gözlerimi yumdum.
 
"Özür dilerim Akasya. Görme istedim dağınıklığımı. Bende şaşkınım. Ben dağınık biri değilim fakat peşimden toplayan bir sana o kadar alışmışım ki. Her gün iştahla girip aç aç çıktım mutfaktan. Dağınıklığımı görüp saçma sapan şeyler düşünme istedim yalnızca."
 
Salona girdiğimde yalancı gülüşüyle karşılaştım. Kendini bu rolü kesmekten alamıyor olmalıydı. Yoksa o olayda onu uyarıp yanlış düşünmeyeceğimi bildirmeme rağmen bunu yapmasının manası yoktu ama etrafa baktığımda yine bir şeylerin etrafa basıldığı kolayca anlaşılıyordu. Bir odanın kapısı açıldı ve Halid kafasını çıkarttı.
 
"Baba bir gelsene." Dediğinde Aras sorar gibi kaşlarını kaldırarak ona yürüdü. Kulağını ona uzattığında Halid kulağına doğru konuşsa da bende duymuş kollarımı göğsüme bağlayarak bu işin nereye gideceğini izlemeye başladım.
 
"Bu elbiseleri katlıyorum fakat temiz değiller ki banyoya atsak daha kolay olmaz mı?" Oğlunu da yardakçı yapmıştı ya. Aras uyarır gibi kaşlarını kaldırıp indirirken Halid ne hata yaptığını sorguluyordu.
 
"Annem duyacak daha sessiz konuşsana. Sen dediğimi sorgulama yap." Deyip onu içeri itip üzerine kapıyı kapattığında gözleri hızla beni buldu. Acaba benimle dalga mı geçiyorlardı yoksa gerçekten kısık konuşamıyorlar mı?
 
Tek kaşımı kaldırmış Aras'a bakarken o yalancı gülümseme sormasın diye büyük bir uğraş gösteriyordu.
 
"Yaklaşık 13 yıl önceki konuşmalar tekrar etsin mi istiyorsun Aras. İlla kızıyım mı sana." Dedim yanına varıp kapı koluna hamle yaptığımda hızla elimi tuttu.
 
"Anneler kıyamaz ki." Ona zayıf anımda söylediğim sözümü kullanmasıyla kaşlarım çatıldı.
 
"Ne kadar dağınık içerisi?" Dedim köşeye sıkıştığı belli olan Aras'a karşı.
 
"Görmek istemeyeceğin kadar. İnan bir yıldır nerede yaşadığımı gördüğünde için rahat etmez." Dudaklarım sakince aralanırken gözlerimi kıstım.
 
"Ne var içerde dinozor mu? Ne bu abartı. Kızmayacağım toplamama izin ver." Dedim sakin bir sesle. Tekrar atıldığımda tuttu.
 
"Hizmetçi misin ya sen? Köle misin nesin sana evime geldiğin ilk gün hizmet yaptıracağım? Bugün tatil günümüz olsun. Kafan saçmalıklarla dolsun istemiyorum." Gözlerimizi birleştirip kendimi gösterdim..
 
"Kocamın evinde iki temizlik yapınca hizmetçi köle mi oluyorum gözünde?" Endişeyle kafasını iki yana salladı.
 
"Öyle değil. Hayır yanlış anlama ama içeriyi görmeni istemiyorum." İşaret parmağımla tavanı gösterdim.
 
"Beklentimi tavan yaptığına göre artık içeri gireceğim şöyle düşün koca adam. Sen bana uçurumdan atla bir planım var desen ve sorma desen sadece dediğine uyarım fakat sen böyle bir konuda benden bir şey bekliyorsun. Çok beklersin." Tekrar kapıya hareketlendiğimde bir anda bana sarıldı.
 
"Ah Halid ne yapıyorsan bırak içliklerimi yok et hemen." Utanç dolu çıkan sesiyle sanki yeni evliyiz diye düşündürttü bana. Ardından mevzu bahissin benim içlerim olacağı geldiğinde aynı tepkiyi hatta fazlasını vereceğimi düşündüm.
 
"Oldu." Diye seslendi Halid. Aras benden uzaklaşıp gözlerime baktı yukardan.
 
"Halâ girmeme gibi bir şansın var." Ona onaylamaz bakışlar atıp kapıyı açtığımda kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken istemsizce duraksadım. İşaret parmağımla garipsediğim her şeyi işaret ettim.
 
"Patlıcan, karnabahar, lahana, tencere, un hemde yatak odasında. Yemeği burada yapıyorsun sanırım." Deyip ona döndüğümde utangaç gözlerle yeri izliyordu.
 
"Tamam her şeyi boş verdim yatağında devrilmiş boya kutusu?" Dediğimde bir cevap bekliyordum fakat o yeri benden daha ilgi çekici buluyor gibiydi.
 
"Perdeye asılmış kafes." Dediğimde cevap vermeyeceğinin farkındalığıyla bütün evin olduğu gibi tozlu odada dolaşmaya başladım. Bu odada tek düzenli şey olan kitaplığın önünde durduğumda iç çekerek baktım onlara. Bir gün gerçekten kitaplar bana tercih edilecek gibi hissediyordum. Her yerde elbise olan kirlilerin yere saçıldığı ve az önce katladığı elbiselere bakan Halid.  Tabaklar, kaşıklar.
Gördüğüm cezveye gözlerimi kısarak baktım. Buradaki her şeye bir anlam kattım diyelim o ne alaka. Kahve içmeyen ve yapmayı bilmeyen. Bir adamın odasında ne alaka.
 
"Cezve?" Dedim sorar ona kısa bir bakış atıp.
 
"Fındık kırmıştım." Diye bir masum açıklama geldi. Derin bir nefes alıp yere düşüp dökülmüş çaydanlığa baktım. Salondaki bütün şeyleri buraya atmış olmalıydı.
 
Gözlerimi güzelime çevirdim. Babasını göstererek onun yanına geçmesini istedim. Geçerken onun gözleri de bir sabun bulmadığım odada geziniyordu. Testereyi bile anlıyorum ya. Testere!
 
Yan yana durduklarında Aras somurtmaya başlamıştı. Hafif bir tebessüm ederken ona karşı yumuşamam zor olmadı. Üzerlerine  gidip bir anda ikisinin de belinden tutup sarılırken Halid sevgiye doyamazcasına hızla sardı beni. Aras'ın tepkisi gecikse de oda sardı.
 
"Bir evi dağıttın diye sana kızacak değilim. Kızdığım bu davranışın. Ayrıca müslümansın kendine böyle bir yaşamı nasıl yakıştırırsın. Temizlik imandan gelir. Alışmışlık mı var gerçekten bunun altında? Bir de hekimsin yani. Bu eve mi ilaç taşıyorsun sen?" Dediğimde gülerek sırtımı sıvazladı.
 
"Var ufak tefek, haklı haksız açıklamalarım ama önce yaralarımızı sarıp temiz bir şeyler giyelim. Gerekirse bir banyo yapalım." Ondan ayrılıp geri çekildim. Gerçekten bu evi temizlemeden onun yaralarını saracağımı düşünüyor olamaz.
 
"Pis bir yerde yapılan tedavi doğru mu?" Dediğimde bunu benden önce o biliyordu.
 
"Sizin eve geçelim." Kafamı iki yana salladım.
 
"Bu evi temizlemeden buradan çıkamayacağım." Dediğimde eli ensesine gitti.
 
"Akasya işteyim. Gece koltukta yatıyorum, sabah kahvaltı bile yapmadan çıkıyorum, akşam koşa koşa sizin eve geliyorum. Bir ara evde durup yemeği ben yapayım dedim. Onu bile beceremedim. Yaşamıyorum bile evde. O yüzden toplamaya gerek yok yorma kendini." Cıklayarak kaşlarımı kaldırıp indirdim.
 
"Yarana idare eder bir şey yapayım. Akşam temizliği bitirebilirsem ayarlayacağım." Dediğimde boyun eğdi. Beraber banyoya girdiğimizde her yerin kirli elbiselerle dolu olduğunu gördüm. İlk Halid'ime bakmak istesem de Aras onun yapabileceğini belirtince üzerindeki kazağı çıkarttırdım. Banyonun hepsi pis elbiselerle doluydu.
 
Köşedeki sandığın üzerinde duran sağlık eşyalarının yanına oturttum onu. Yer yer girmiş odunları çıkarttım sırtından içim acıya acıya. Gerçekten benden az hasar aldığını görebiliyordum. Benden kaç tane dal çıkartmıştı?
 
Sırtını temizleyip şimdilik tutacak bir şekilde sardım. İşim bittiğinde etrafa bakındım. En son bana dönen adamın gözlerine baktım.
 
"Ne giyiyorsun sen bütün elbiselerin pisse?" Gözlerini kaçırırken konuştu.
 
"Üç elbisem var dönüşümlü olarak giyiyorum. Bütün hepsi kirlenince yıkayacak zamanım pek olmuyor bende çözümü üç tane seçmekte buldum. İkisini kirlenince yıkıyorum bu şekilde dönüşüm oluyor." Ona kınayıcı bakışlar atarken çok işim var diye geçirerek evden bir kaç eşya alacağımı söyleyerek evden çıktım. Gitmişken üzerimi de değiştirecek ve yedek elbise alacaktım. Banyo yapar yaralarıma baktırırdım tekrar. Halid'in en bol elbiselerinden de alıp Aras'a götürsem iyi olacaktı.
 
Arka yoldan yürüdüm hızlı hızlı. Buradan sabahları geçmemeye dikkat ederdik. Evimin arka bahçesinden girdiğimde aralık bıraktığımız balkon kapısından içeri sızdım ilk Aras için elbise bakındım. Bulduklarımı yatağa bırakıp kendi odama geçtim sırtım acıdığı için yavaş hareketlerle kendimi kanlardan arındıra arındıra değiştirdim üstümü. En son ne olur ne olmaz diye üzerimi düzeltip yedek elbiseleri ve Aras için aldıklarımı bez bir sepete koyup salondaki koltuğa bıraktım. Temizlik eşyalarından lazım olanları da aldığımda onları alıp Halid'in odasına yöneldim ki kapıya öyle bir vuruldu ki korkuyla yerimde sendeledim.
 
"Hatice!"
 
Efendim aşkım sen mi geldin?
 
Ateş'in sesiyle kapıma apaçık gösterdiği şiddet için bile onu öldürebilirdim. Utanmadan gelmişti birde öyle mi? Eşyaları yere koyup mutfağa yöneldim. Elime merdaneyi alıp kapıya yöneldim sert adımlarla.
 
"Aç şu kapıyı her ne yapıyorsan..." Derken kapıyı açıp yüzüne öfkeli bakışlar attım. Merdane arkamda kafasına inmek için hazırda bekliyordu. Ve dünden sonra beklemediğim yeni bir hamleyle şaşkına uğradım. Omuzlarımdan sert bir biçimde içeri itildiğimde o hemen peşimden gelip kapıyı kapatmıştı. Elimin ayağımın boşaldığını hissettim.
 
Buraya öfkeyle kalkan serçe parmağını sehpaya vurur atasözünü bırakarak seni salaklığınla yalnız bırakıyorum.
 
Üzerime öfkeli bir adım attığında korkuyla geriye doğru sendeledim. Allah aşkına bu merdaneyi kullanırım kullanmasına fakat benim bu adamın karşısında hiç karşım yok.
 
İşte şimdi bitmiştim.
 
Lanet olası bir adam evinize neden girerdi?
 
"Nerde lan o adam? Ona güveniyorsun değil mi? Canını okuyacağım onun. Gözün önünde alacağım canını göreceksin. Güvendiğin dağlara kar yağdıracağım. Sonrada seni öyle seveceğim ki beni daha önce sevmediğine pişman edeceğim seni." Dedi bağıra bağıra. Odalara doğru ilerlediğini gördüğümde kapıyı açıp ölümüne koşmak istesem de bütün sırrı ortaya dökebilir ve her şeyi mahvedebilirdi.
 
"Neyden bahsediyorsun ya sen?" Dedim sinirle. Bu adam bana her şeyi yapabilirdi lanet olsun yanına yaklaşmak istemiyorum fakat kaçarsam da onu bu evde yalnız bırakmış olurum. Peşimden gelme ihtimali kaç? Kovalamaz. Birisinin görme ihtimaline karşı peşimden asla kovalamaz. Şuan bu eve girmesinin amacı en basit ne olabilir?
 
Ne olur amacı bahsettiği adamı bulmaksa. Bulamayıp çıksın.
 
Bakışlarını bana çevirip sinirle bana doğru adımlamaya başladığında kaçma düşüncesini tekrar süzgeçten geçirdim hatta kendime kabul ettirdim. Bu lanet adamın bana yaklaşmasındansa canımı alsalar daha mutlu olabilirdim. Kapıyı aceleyle açmaya çalıştığımda geç kalınmış bir ataktı. Kolumdan tutup beni kendine çevirdiğinde korkuyla düşüncesizce savurdum merdaneyi. Bileğimi tuttuğunda son güvencem gittiği için oturup ağlayabilirdim.
 
Hamlelerimin içinin boşluğu ve güçsüzlüğünden gülerken bileğimi bir anda sertçe kıvırdı. Bileğim incinirken dolan gözlerimle acıyla inledim. Seven insan sevdiğinde bu şekilde kıyar mıydı lanet olsun? Beni bir parçaymış gibi duvara ittiğinde duvara sertçe çarpan sırtım benliğimin sarsılmasına sebep oldu. Acıyla yüzümü buruşturup bana doğru yaklaşan Ateş'i bağırarak durdurdum.
 
"Eğer ki bana karşı bir adımın daha olursa senin beni taciz ettiğini ağaya söyleyeceğim. Köy meydanında asılmandan vicdan azabı duyacağımı sanmıyorum. Bir kadının namusuna göz dikip sürekli sıkıştırdığın yetmezmiş gibi şimdide evime girdin. Ben sana haramım ve bu yüzden sen öldün diye vicdan azabı çekmeyeceğim." Söylediklerime karşı tepkisi kahkasıydı. Kulaklarımın kirlendiğini hissettiğimde bir nasihat aklımda uçuştu.
 
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
 
Bütün dediklerimin üzerine basarak dibimde biterken çenemden kavrarken haram bir elin tenime dokunmasıyla kalbim alevlere atıldı. Karnına tüm gücümle bir yumruk geçirdiğimde anlık şaşkınlığıyla kurtuldum elinden ve merdaneyi yerden kaptığım gibi mutfağa koştum. Elime bir bıçağı aldığımda. Evde sinirli sesi yankı buldu.
 
"Sana diyorum. Nerde o adam? Sen göreceksin kim daha güçlü." Mutfağa geldiğinde kapıda durup elimdeki bıçağa alaylı bir bakış attı.
 
"Adam falan yok seni anlamıyorum." Kafasıyla arka tarafı gösterdi.
 
"Kapıda ve meydanda beni dövdürdüğün adam." Dedi bu kez sakince.
 
Aslında şuan onun gözünü oyabilirdim değil mi? Mahremime izinsiz girmişti.
 
"Yok öyle biri. Benim kalbim tek bir kişiye aitti oda şuanda yanımda olamayacak kadar uzakta. Seni meydanda kim dövdü hiçbir fikrim yok fakat kapıda döven bir delikanlıydı. Herkes senin gibi harama yan gözle bakmadığı gibi birde böyle bir şeyde sessiz kalmıyorlar. Sağ olsun yardım etti. O kadar kötü durumdaydım ki kimsin diye soramadım pardon." Dediğimde sözlerim yalan barındırmıyordu. Yapacağım ilk iş Aras'ı bu adamı dövmesi için gönderip ağaya gitmek olacaktı. Bu kadarı bana fazlaydı. Bu kadar acımasız bir adamla baş başayken her an başıma bir şey gelebilirdi. Her yalnız kaldığım anda bu korkuyu yaşayamazdım artık. Uzlaşamıyorduk ve işi evime girecek kadar büyütüyordu. Bende bundan sonra uzlaşmayacaktım.
 
Kapı yumruklanmaya başladığında o anlık şaşkınlıkla geri çekilip kapıya bakış attığında hiç düşünmeden bir kez daha şaşkınlığından faydalanıp bıraktığı boşluktan geçtiğim gibi koşa koşa ulaştığım kapıyı sonuna kadar açtım. Osman abiyle göz göze geldiğimizde son beklediğim kişi o olmalıydı. Bir süre baka kalsa da arkama baktığında öfkeyle yangın yerine dönen gözleriyle içeri girdi. Ve bugünün ikinci tanınmayan şahıssı eve giriş yaptı. Hayırlı olsun gençler.
 
Arkamı dönüp sert bir yumruğu acımadan Ateş'in yüzüne geçiren Osman abiye baktığımda içimde bir şeyler erise de.
 
Bir oh olsun da de. Şiddete bayıldığına emin olalım.

Bölüm sonu
...

Solan Dün (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin