Biten yemeğimin ardından önümdeki tabağı biraz ileri iterek gözlerimi etrafta gezdirdim. Bir çift sarı göz doğrudan bana bakarken kafamı başka yöne çevirdim. Hissediyordum, onda garip bir şeyler vardı. O kırmızı gözleri görmeme rağmen bana yanıldığımı, yanlış gördüğümü söylemişti. Oysa ben yemin bile edebilirdim. Onları görmüştüm. Parlak kırmızı gözler birkaç santim uzağımda bana bir yemekmişçesine bakıyordu. O bakışlara tam bir isim veremiyordum ancak beni yemek ister gibi bakıyordu. Yanılıyor olma ihtimalim vardı elbette fakat gördüklerime güveniyordum. O kırmızıları görmüştüm.
"Doydun mu, Min? Çok az yedin."
Yanımda yemeye devam eden Taehyung'a gülümseyerek hafifçe başımı oynattım. "Doydum, sen devam et."
Akşam yemeğini tamamen bitirip tabakları yerine koyduktan sonra öğretmenlerden birisi ateş yakacağımızı söylemişti. Hadi ama, bunu yapmayalım. Oldukça klişe bir olaydı ve ben bazı durumlar haricinde klişelerden nefret ederdim.
"Geliyor musun?"
"Hayır, ben ormanda biraz dolaşacağım."
"Ne?" Demişti Taehyung bana dehşetle bakıp. "Bunu yapamazsın, bu çok tehlikeli."
"Sakin ol Tae, alt tarafı orman. En fazla ne olabilir?"
"Yine de yapmamalısın. Yanında kimse yokken başına her şey gelebilir. Bir kere beni dinle, lütfen."
Elimi omzuna çıkarıp yavaşça sırtına doğru okşamaya başladım. Benim için endişeleniyordu fakat buna gerek yoktu. Kendimi koruyabileceğimi düşünüyordum.
"Sadece 15 dakika, tamam mı? Eğer gelmezsem bana istediğin cezayı verebilirsin."
"Kölem olacaksın." Diyerek omzuna vurmuştu. Buna karşılık gülerek saçlarını dağıttım. Elimi itip Taeyong'un yanına giderken hala arkasından sırıtıyordum.
Telefonum yanımdaydı, başka bir şey almama gerek var mıydı? Yoktu sanırım bu yüzden daha fazla geç olmadan sessizce ormana giden yola çevirdim adımlarımı. Sessiz olmaya çalışıyordum, biri görürse öğretmene söyler ve o da buna izin vermezdi. Ancak bunalmıştım ve hava almak için 10 dakika bile yeterdi.
Yaklaşık 3-4 dakika yürümüştüm. Sabahları ormanın tüm güzelliği kendini gösterirken gece de gösteriyordu. Burası güzel bir yerdi. Ailemle daha önce piknik yapmak için gelmiştik ama o zamanlar küçüktüm. Pek bir şey hatırlayamıyordum. İleride bir gölet olmalıydı. Oraya gitmek için adımlarımı hızlandırdım. Eğer söylediğim gibi 15 dakikayı geçerse hem Taehyung'un kölesi olacaktım hem de eminim ki o kamp alanını telaştan yerle bir edecekti. Şimdi de vicdan azabı çekiyor olmalıydı. Benimle gelmek istediğini biliyordum fakat korkusundan gelemiyor ve buna da üzülüyor olmalıydı.
Sonunda göleti bulduğumda yavaşlayarak bir ağacın dibine oturdum. 5 dakika dinlendikten sonra gidebilirdim. Kamp alanı oldukça gürültülüydü, böyle olacağını tahmin etmemiştim. Sessiz geçen birkaç saniyenin ardından yanımdan gelen seslerle o tarafa döndüm.
Jeon Jungkook'un burada ne işi vardı?
"Selam."
"Selam." Ona karşılık verip önüme döndüm. Konuşmak istiyordum fakat içimden bir ses susmam gerektiğini söylüyordu.
"Korkmuyor musun?"
"Neden korkacağım?"
Omuzlarını silkerek kafasını ağaca yasladı. Ortaya çıkan adem elması kısa bir süre yutkunmamı sağlasa da hızla kendime gelerek önüme döndüm. Jeon Jungkook lanet seksi herifin tekiydi, ona kim karşı koyabilirdi ki?
Bakışları benimkileri bulduğunda gözlerimi kaçırmadan bir süre bekledim. Karanlıkta parlayan sarı gözler beni etkisi altına almak ister gibiydi. Üzerimde hakimiyet kurmaya çalıştığını hissediyordum.
"Karanlık ve ıssız bir orman. Sen burada tek başına oturmuş suya bakıyorsun. Bir hayvan sana zarar verebilir veya herhangi bir şey."
Omuzlarımı silkip ben de onun gibi kafamı ağaca yasladım. Açıkçası böyle söyleyince biraz korktuğumu inkar etmiyorum. Fakat dediğim gibi, hava almalı ve kafamı dinlemeliydim.
"Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı."
"Sanırım kalamadın."
Kendinden bahsediyordu. Bu komik geldiği için kıkırdayarak telefonumu elime aldım. Telefon burada çekmiyordu ve neredeyse söylediğim saat olmak üzereydi. Aceleyle ayağa kalktığımda bakışları beni bulmuş ve o da kalkmıştı. Parmağımla kampa giden yolu göstererek konuşmaya başladım.
"Gitmeliyim. Taehyung'a kısa sürede döneceğimi söyledim ve saat geçiyor."
"Endişe etme, ona benimle olduğunu söyledim. O da, bana güvendiğini ve seni korumam gerektiğini söyledi. Arkadaşın eğlenceli biri."
Dediklerini ağzım açık dinlemiştim. İstisnalar haricinde Yoongi dışında kimseyle konuşmayan Jeon Jungkook, benim arkadaşımla konuşmuştu. Üstelik ona eğlenceli olduğunu söylüyordu. Belki de abarttığımız kadar soğuk biri değildi.
"Öyledir." Diyerek onu onayladım. Şimdi ne yapmam gerektiğini düşünürken bana seslendiğini duydum. "Efendim?"
"Sana söylemem gereken bir şey var."
Jeon Jungkook bana ne söyleyebilirdi ki?
Merakla gözlerine bakıp kafamı salladım. Bunun anlamı 'seni dinliyorum,' demekti. Kafasını bir anlık gölete çevirip tekrar bana baktı. Onun bu hareketiyle ben de gerilmiştim. Sarı saçlarımı ellerimle geriye yatırarak söylemesini beklerken vücudumu heyecan kaplamıştı. Söyleyip, söylememek arasında gidip geliyor gibi görünüyordu. Çıkma teklifi mi edecekti yoksa?
"Bak Jungkook, yakışıklı ve havalı biri olduğunu kabul ediyorum. Ancak ilişki istemiyorum."
"Ne?" Demişti sırıtarak. Sanırım fena rezil olmuştum. Utanarak gözlerimi kapattım. Buradan koşa koşa kaçmak istiyordum.
"Ne söyleyeceksin?"
"Ben vampirim, Jimin."
____________
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum bebekler 🥺❤️
~Maria
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Blood is Yours // KookMin
FanfictionKehribar rengindeki gözlerine bakarken gülümsedim. Belimdeki elini sıklaştırıp gülümseyerek karşılık verdi bana. Şimdi söylemenin sırasıydı sanırım. "Kanım senindir, Jungkook."